22 Ekim’de MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Sayın Öcalan’ın parlamentoda DEM Parti grubunda konuşma yapması çağrısıyla başlayan tartışmalar devam ediyor. Herkes kendi zaviyesinden süreci tanımlamaya ve tutum almaya yönelik politik koordinatlarını belirliyor.
Bu sürece, ırkçı-şoven duyguları arttırmaya dönük azınlık bir kesim ve Kürtlere dönük “kandırılıyorsunuz, aldatılıyorsunuz” gibi kolonyal esintiler üreten başka bir azınlık kesim dışında geniş bir destek mevcut. Ana muhalefet partisi başta olmak üzere muhalefet partileri, toplumun farklı kesimleri kendi lensleri ve kavram setleriyle, kimi zaman ters çıkışlar yapsalar da, “çözüm” etrafında ortaklaşıyorlar. Bu durumun kendisi bile geçmişteki çözüm arayışlarına baktığımızda, bu sürecin avantajlı haline işaret ediyor.
Bu tartışma sürecinde temel iki taraf olan AKP-MHP-Devlet (iktidar bloku) ile Kürt Siyaseti-DEM Parti eksenleri arasında ciddi makas farkı var. Bu makas farkını anlamak için iki tarafın süreci niteleyen kavram setlerine bakmakta fayda var. İktidar bloku süreci şu kavram setiyle karşılıyor: “Devlet inisiyatifi, jeopolitik zorunluluklar, devletin kudreti…” Buna karşılık Kürt Siyaseti-DEM Parti bloku ise “demokratik çözüm, müzakere, demokratikleşme, onurlu barış” gibi kavramları sıklıkla dile getirerek bu sürece dair söz üretiyor.
Salt iki kavram setini yan yana koyduğumuzda bile sürecin muhatabı iki taraf arasındaki makas farkının büyüklüğünü görmek mümkün. Bu makas farkı esasında çözüm ikileminin adına dönüşüyor. Çözüm konusunda bir imkân zemini oluşmasına meyal zemin, kavram setleriyle ciddi şekilde çatallanıyor.
Bu çatallanmayı çözüm imkanına açılan zemini reddetmek şeklinde kurgulamak yerine bu tartışma sürecinin kendisini siyaset yapma dairesi olarak görmek gerekir. Öbür türlüsü demokratik siyaset için apolitik tutumdur.
Bu kavram setlerindeki sert çatallanma ile çözüme dair ikilemler, demokratik siyaset alanında yeni bir antagonizma kurulmasını sağlıyor. Yani bir yandan siyaset dairesine girmeyi diğer yandan bu dairede rakip/karşı gücü mahkûm edip toplumsal meşruiyeti hedefleyerek barışın toplumsallaşması sağlamak dahili hale geliyor.
Abdullah Öcalan’ın toplumsal mücadelelere dair “devletçi eğilimler ve demokratik eğilimler” diyalektiği bu süreci anlama ve potansiyel imkanları çerçeveleme açısından önemli bir işleve sahip. Bu kapsamda, devletçi eğilimlerin kavram setiyle, demokratik eğilimlerin kavram seti arasında bir “siyasal mücadele” düzlemi vardır. Bu düzlemde, demokratik eğilimleri güçlendirme ile barışa ulaşma potansiyeli doğrudan bağlantılıdır.
Tartışma sürecinde temel taraflardan biri (iktidar bloku) sorunu devletçi, güvenlikçi kavramlarla tanımlama ve sonuç alma peşinde koşarken, diğer taraf ise demokrasi, adalet, barış kavramları ekseninde demokratik çözüme ulaşmak istiyor. Nitekim Sayın Öcalan son görüşmesinde süreci “çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine” çekebileceğini ifade ederek demokratik eğilimleri güçlendirici bir alan açmıştır.
Demokratik siyasetin, açılan bu alanı genişleterek, söz konusu ikilem üzerinden politik aktörler, sivil toplum ve toplumsal kesimlerle konuşması, rızayı bu ikilem üzerinden üreterek kendisine alan açması, devletçi eğilimlere karşı demokratik eğilimlerin güçlenmesini sağlar.
Mesele çözümden kaçmak ve/ya olası zeminlere retçi yaklaşmak değil, bu tartışma sürecinin kendisini bir siyaset alanı olarak görüp demokratik mücadele ve inşa süreci ilerletmektir. Siyaset en kaba haliyle “meşruluk sınırlarını çizmek” ve bunun ölçüsü olmak ise aslında 22 Ekim’den bu yana geniş bir siyaset imkânı oluştu. Bu imkânı, bu potansiyel olanı aktüel hale getirip toplumun barış talebini genişletmek devletçi eğilimlere karşı demokratik eğilimleri galip kılmanın yoludur.