Siyasetçi, yazar ve gazeteci Cengiz Çandar ile Ortadoğu’da baş döndüren gelişmeleri konuştuk:
Bölge bir sene öncesinden farklı bir fotoğraf ortaya koyacak. Kürtler bu fotoğraftan etkilenecek, daha önemlisi bu fotoğrafı etkileyecekler. Fakat bu tam nasıl olacak, rengini, büyüklüğünü, genişliğini söylemek için henüz erken
Hüseyin Kalkan
Cengiz Çandar, 70’lerde bir sosyalist militan olarak, daha sonra bir gazeteci ve entelektüel olarak Filistin-İsrail sorununu izledi. Bu sorunu çalıştı ve bu konuda kitaplar yazdı. Çandar’ın çalıştığı konular sadece Filistin sorunu ile sınırlı değil. Çandar, Kürt sorununda hem bir gazeteci, hem bir entelektüel, hem de bir siyasetçi olarak çalıştı, çalışıyor. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı sonrası bölgenin girdiği yeni süreci konuştuk Çandar’la. Hamas’ın saldırısından sonra İsrail’in verdiği cevabın, bölgede ne gibi değişiklikler yol açtığına dair Çandar, tarihsel hatırlatmalarla şunları söylüyor:
“Bu süreç daha sonuçlanmadı. Bu çok önemli bir gelişme. Bölgenin yeniden dizaynından söz ediliyor. Çünkü Filistin sorunu nereden başladı, niye çıktı, nasıl çıktı, nasıl gelişti üzerine biraz durduk ama bir sürü başka şeyi konuşmadık. Bölgenin son döneminde İran diye bir güç merkezi ortaya çıktı. İran bir İslam Cumhuriyeti ve Şii kimlikte bir İslam Cumhuriyeti, Lübnan’ın bütün güneyi silme Şii ve orada İran’ın uzantısı olarak Hizbullah diye bir örgüt büyük ölçüde İran’ın ideolojik desteği ve İsrail’in 1982 yılındaki Lübnan topraklarının işgali sonucu ortaya çıktı. Hizbullah’ın babası İran’sa anası İsrail. İsrail’in işgal politikası Hizbullah’ın doğumuna yol açtı anlamındı. 1982’den itibaren Hizbullah diye bir güç giderek İsrail’i kuzeyden etkilemekte onunla mücadele eden bir örgüt haline geldi. Bir de siyasi İslam dalgası Filistin hareketine de Hamas üzerinden hakim oldu. Kuzeyde Lübnan Hizbullah ve Gazze’nin içinde Sünni İslami kimlikteki Hamas, İsrail’e mücadele eden asıl güçler olarak ortaya çıktı. İran da İsrail’i bir numaralı düşman ve haritadan silme hedefine yöneldi. Aynı şekilde İsrail de İran’ı kendisine ve bütün uluslararası sisteme bir numaralı tehdit olarak gördü.”
İran ve Nükleer programı
İran’ın güçlenmesi ve kendine bir nükleer program oluşturması Ortadoğu’daki taşları yerinden oynattı. İsrail devleti bunu kendisine varoluşsal bir tehdit olarak gördü ve dünyaya öyle lanse etti. Cengiz Çandar, İran’ın nükleer programı sonrası gelişmeleri şöyle özetliyor:
“Özellikle İran’ın nükleer silah edinme programını başlatalı beri, çünkü bölgede bir tek İsrail nükleer silah sahibi ile bir potansiyel İsrail’i dengeleyecek nükleer güç olarak ortaya çıkmaya başladığı noktadan itibaren, bölge politikasının iki ana kutbu İsrail ve İran haline geldi. İran Hamas’a destek vererek, doğrudan kendi uzantısı Hizbullah ve Yemen’de Şiilerle mezhebi akraba olan Husiler üzerinden Kızıldeniz’in girişini çıkışını tutabilen bir jeo politiğe yerleşti. Bütün bölgede etkili bir güç olarak ortaya çıkmaya başladığı noktada aynı zamanda körfez Arap ülkeleriyle de rekabet haline girdi. Başta Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri olacak şekilde. İsrail de bu ülkelerle, bundan önceki Trump’ın Amerikan başkanlığı döneminde İbrahim Antlaşmaları denen bir anlaşmayla Birleşik Arap Emirlikleri, sonra Bahreyn, Fas gibi ülkeler İsrail ile ilişkiler kurdular ve normal ekonomik, ticari ve diplomatik ilişkiler geliştirdiler. Bu ilişkilerin uzantısı olarak da Suudi Arabistan’ı da buna dahil etmek istiyorlardı. O zaman İsrail artık bölgenin normal bir aktörü, en önemli Arap ülkeleri tarafından kabul edilmiş. Çünkü en önemli Arap ülkeleri, bölge dengeleri değişince bölgenin merkezi, jeopolitik merkezi körfez hattına kaymış oldu. Irak ve Suriye devreden çıktı. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden İsrail ile aynı ekseni tutturabilecek bir normal zemin aranıyordu. Bu geçen yılki saldırı patlak verdi. Bu saldırı patlak verince bu kendiliğinden İsrail ve İran arasında bir vekalet savaşı halinde, hatta doğrudan İsrail ve İran çatışması potansiyeli taşıdı. Bütün bu batı sistemi, başta ABD olmak üzere ve Avrupa hem silah yardımı hem diplomatik yardımla İsrail’in arkasında durdu.”
Değişen güç dengeleri
Hamas’ın başlattığı saldırı ve İsrail’in verdiği yanıtın bütün sonuçlarının ortaya çıkmadığını belirten Çandar, bu süreçte Filistin sorununun baskılandığın belirtiyor. Gelişmelerle ilgi olarak bazı noktalarını altını çiziyor ve şöyle diyor:
“Süreç bitmiş değil. O yüzden bugün sonuçları ne oldu? Daha tam sonuçlarını görmedik ama Filistin sorununu büyük ölçüde baskı altına almış oldular. Sorunu bitiremediler. Bir anlamda kangren haline geliyor. Ama bölge dengeleri açısından baktığınız zaman, bölgenin İsrail’in ağır basacağı bir şekilde yeniden dizayn edilmesinin zemini oluşturmak isteniyor. Şu anda içinde bulunduğumuz durum bu. Bu nerede biter? Ne şekilde sonuçlanır? Nerede bir uzlaşma demeyeyim ama en azından bu süreci durduracak sonuçla bağlanır ve bunun şekli, kuralı ne olur? Daha henüz bunu bilebilir durumda değiliz. Ama bu bölgenin bütün dengelerini etkileyecek bir potansiyel taşıdığı besbelli. Bir şey daha belli, birkaç şey belli. İran büyük ölçüde güçten düşürülmüş durumda. Bundan bir sene önceki, altı ay önceki, üç ay önceki İran ve müttefikleri artık eskisi gibi sahnede değiller.”
Tarihin kavşağında Kürtler
Bölgesel gelişmelerden Kürtlerin nasıl etkileneceği ve Kürtlerin bölgesel gelişmeleri nasıl etkileyeceği bütün odaklarca merak ediliyor ve araştırılıyor. Cengiz Çandar, bunun hala büyük bir soru işareti olduğunu söylüyor. Gelişmelerin henüz sonuçlanmadığını belirterek şunları ekliyor:
“Gelişmeler Kürtleri nasıl etkileyecek veya Kürtler gelişmeleri nasıl etkileyecek? Bu konuda spekülasyondan başka şu anda hiçbir şey yapılmıyor. Kimisi bu bölgede İran’ın merkezi iktidarının zayıflamasıyla başta Kürdistan olmak üzere Azerbaycan, Belucistan gibi parçaların farklı bir konuma kendisini yükselteceğini düşünüyor. Bu da zaten zayıflamış olan İran’ın önüne geçemeyeceği bir durum olacak. Ve İran’da, Kürdistan’ın bir şekilde ortaya çıkmasıyla şu anda kestirilmesi çok zor birçok şeyin ortaya çıkacağı kanaati ortaya atılıyor. Örnek olarak da Körfez Savaşı 1991’de çıktı. Onun ve onun bir anlamda devamı olan Amerika’nın Irak işgali sonucunda 2000’li yılların başında 2003’ten itibaren Irak Kürdistan Bölge Yönetimi çıktı ortaya. Irak federal bir ülke haline geldi ve Kürdistan Bölge Yönetimi adı altında bir özerklikten öteye bağımsızlığa yakın bir güçlü federal yap ortaya çıktı. İşte Arap Baharı’nın başladığı 2010-11 yılı itibariyle Suriye’de iç savaşçı çıktı. O savaşın sonunda 2012-13 yıllında itibaren Suriye’de Kürt merkezli, Kürtlerin ağırlıkta olduğu bir özerk bölge çıktı. Dolayısıyla bu bölgede yeni bir sürecin, haritanın yeniden dizayn edilecek şekilde dengelerin bir daha güçlü bir şekilde etkileneceği açık. Gerek Irak Kürdistan’ı gerek Rojava’daki duruma bakılırsa, Türkiye’deki Kürt hareketi de 2011-2015 yıllarından bu yana yerel yönetimlerde olsun, parlamentodaki temsil olsun önemli bir unsun olarak kendini ortaya koydu. Dolayısıyla bölgenin yeniden dizaynına yol açabilecek gelişmeler ister istemez Kürtleri ve özellikle İran Kürdistanı’nın hiç beklenmedik bir kimlik kazanmasıyla yepyeni bir evreye sokacak. Hem bölgeyi hem Kürtleri hem de Kürtler üzerinde bölgeyi. Böyle bir tahmin yapılıyor. Böyle bir kestirim yapılabiliniyor. Fakat bunun tam şeklini ortaya koymak şu anda spekülasyondan öteye gidemiyor. Bitmedi çünkü süreç.”
Türkiye’nin yaklaşımı
Çandar, Türkiye’de iktidar çevrelerinin yaklaşımının daha çok güvenlikçi temelde olduğunu vurgulayarak şunları ekliyor:
“Türkiye’deki iktidar çevreleri bakımından bakıldığında büyük bir güvenlik tehdidi olarak algılanıyor. Kürtlerin kazanabileceği yeni bir statü, böyle bir potansiyelin var olması, bu potansiyelin Amerika ve İsrail tarafından değerlendirilebilineceği ihtimali Türkiye için adeta ölümcül bir güvenlik tehdidi gibi algılanıyor. Türkiye’deki iktidar aklı tarafından böyle algılanıyor. Buna ne tepki verilecek, nasıl bir tepki verilecek o da çok net değil. Dolayısıyla biz sadece belli semptomları görüp belli teşhisler üzerinde tartışıyoruz. ‘Hastalığın’ ne olduğuna tam teşhis konulamadığı için bu durumun nasıl giderileceği, yeni bir tablonun da nasıl olacağını şu anda söylemek tamamen spekülasyonda öteye gitmez ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Bölge bir sene öncesinden farklı bir fotoğraf ortaya koyacak. Bu fotoğrafta da Kürtler bundan etkilenecekler, daha önemlisi bu fotoğrafı etkileyecekler. Fakat bu tam nasıl olacak, bu fotoğrafı biz nasıl göreceğiz, aktörlerini, rengini, büyüklüğünü, genişliğini bunun için henüz erken. Bu konuda kesin bir laf etmek için.”
Bir çatışmanın tarihsel temelleri
Bugün Ortadoğu’da süren savaşı anlamak için tarihsel arka planı hakkında bilgi sahibi olmak gerek. Cengiz Çandar, 70’lerde bir sosyalist militan olarak, daha sonra bir gazeteci ve entelektüel olarak Filistin-İsrail sorununu izledi. Çandar, Filistin-İsrail çatışmasının tarihi kökeni ile ilgili şunları anlatıyor:
“Filistin-İsrail çatışmasının ucunu çekersek, Birinci Dünya Savaşı öncesine gider. Özetlersek İngiliz vatandaşı ama Yahudi bilim insanı olan Chaim Weizmann, Siyonist Hareket’in temsilcisi olarak İngiltere Dışişler Bakanı Arthur James Balfour’la görüştü. İngilizler, Yahudi sermaye ve Siyonist Hareket’in kendilerine destek vermesi karşılığında, savaşı kazandıkları takdirde Filistin topraklarında bir Yahudi yurdu kurulmasına dair söz verdi. 1. Dünya Savaşı sonunda Yahudi göçleri arttı. Bu tepkilere yol açtı ve 1936 yılında çok büyük bir Filistin isyanı oldu; İngilizlere çok şiddetle bastırıldı bu isyan.
İsrail devleti kuruluyor
İkinci Dünya Savaşı sonunda, Birleşmiş Milletler (BM) 29 Kasım 1947 tarihinde Filistin topraklarının taksimi yolunda bir karar çıkarttı. Siyonist Hareket bu Birleşmiş Milletler’in taksim kararını kabul etti. Filistinlerin o sıradaki temsilcileri ise reddetti. Kimin malını kime veriyorsunuz demeye getirdiler. Bu adaletsiz ve haksız bir taksimdir dediler ve reddettiler. O tarih geldiği zaman İngilizlerin çekileceği tarih yani 14 Mayıs tarihi geldiği zaman 15 Mayıs günü Yahudiler o tarihe kadar da örgütlenmişlerdi, kurumsal olarak silahlı güçleri de vardı. 15 Mayıs 1948 itibariyle Yahudi ulus devletini İsrail devleti adıyla ilan ettiler. Gazze geçici olduğu ilan edilerek Mısır yönetimi altına alındı. Birleşmiş Milletler’in öngördüğünden çok daha geniş bir alanda İsrail devleti ortaya çıkmış oldu. Hem ABD’nin hem Sovyetler Birliği’nin de desteğiyle İsrail devleti Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edildi. Dolayısıyla bir uluslararası meşruiyet kazandı. İsrail devletini tanıyan ilk devletlerden biri de Türkiye oldu o dönemde. Aradan geçen yıllar içinde Filistinler yeniden örgütlendiler. 1965 yılında silahlı mücadeleyi başlattılar. 1967 yılında ise yeni bir Arap-İsrail savaşı patlak verdi. Bu savaş sonucunda İsrail hem Mısır’ın elinden Gazze’yi, hem Ürdün’ün elinden Batı Şeria’yı ve aynı zamanda da Doğu Kudüs’ü ele geçirerek Filistin topraklarının tümü üzerinde kendi hakimiyetini kurmuş oldu. Fakat Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs, zaten Batı Şeria’nın bir parçası o Ürdün’ün elindeki, işgal altındaki topraklar diye tanımlandı. Ondan sonra 1973 savaşı patlak verdi Suriye, Mısır ve İsrail arasında. Çünkü 1967’de İsrail Golan Tepeleri’ni işgal etmişti ve Mısır’ın Sina Yarımadası’nı boydan boya işgal etmişti. Oralarda belli sınır düzenlemeleri yapıldı. 1979 yılında Camp David Antlaşmaları ile İsrail Sina Yarımadası’nı Mısır’a geri verdi. Bunun karşılığında Mısır İsrail’i tanıdı ve bir anlamda savaştan çekildi yani İsrail ile barış yaptı. Suriye ile ise Golan Tepeleri’nde bir takım toprak düzenlemeleri yapıldı. Ama Suriye İsrail ile savaş halinde kaldı.
Hamas ortaya çıkıyor
1993 yılında yine Oslo barış görüşmeleriyle gizli yürütülen İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında bir barış ve bir geçiş dönemi üzerinde anlaşıldı. Oslo barış görüşmelerine varılan sonuçlar o günden bugüne kadar Batı Şeria’da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün yönetimi tanınmışsa da, İsrail oralarda Yahudi yerleşim merkezleri kurarak barışı adeta imkansız hale getirdi. Gazze’de Hamas denen örgüt 1987’den sonra kendisini göstererek hakimiyet sağlamıştı. 2009’da da orada yapılan seçimleri kazandı. Filistin topraklarının Batı Şeria bölümü, Gazze bölümü, Kudüs’ün Doğu bölümü sürekli bir ihtilaf noktası olarak bugüne kadar geldi. En sonunda işte geçen yıl 7 Ekim 2023’teki Hamas’ın İsrail’in içine yönelttiği saldırıya karşılık vererek İsrail bugüne kadar hala devam etmekte olan savaşı, bir tür soykırımsal bir savaşı başlatmış oldu. Yani bu Filistin sorununun hikayesi bitmez ama arka planının özeti az önce söylediklerim.”