12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbesi’nin 44. yıl dönümündeyiz. Darbeyi gerçekleştirenlerin “Bayrak Harekâtı” adını verdikleri askeri darbe, günümüzdeki Türkiye toplumunun şekillenişinde belirleyici bir yerde durmaktadır. Resmi rakamlara göre 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askerî mahkemelerce yargılandı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 171’i hapishanelerde işkence sonucu olmak üzere yaklaşık 300 kişi öldürüldü, 51 kişi idam edildi. Kuşkusuz gözaltına alınan, işkence gören ve katledilenlerin sayısı daha fazladır.
Aradan geçen yıllar içinde 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’nin Türk hâkim sınıflarının sınıfsal çıkarları doğrultusunda gerçekleştirildiği daha net görüldü. Özellikle Türkiye ekonomisinin içine düşürüldüğü durumdan kurtulmak için alınan ve ekonomik alanda yapısal dönüşümleri içeren 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanabilmesi için 12 Eylül faşist darbesi gerçekleştirildi. Nitekim Ocak 1980 – Eylül 1980 arasında uygulanamayan 24 Ocak kararları, 12 Eylül askeri darbesiyle uygulamaya konuldu ve Türkiye sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi, toplumsal ve kültürel açılardan köklü olarak dönüştürüldü.
Diğer bir ifadeyle, Türkiye ekonomisinin emperyalist sermayenin uluslararası işbölümüne göre yeniden düzenlenmesi hedefini içeren 24 Ocak kararlarıyla, “ithal ikameci model”in yerine neo-liberal politikalar doğrultusunda “neyin varsa sat modeli”ne geçildi. Böylelikle Türkiye ekonomisinin emperyalist sermayeye bağımlılığı artırıldı ve kompradorlaşmanın derinleşmesi sağlandı. Bu amacın gerçekleşmesi için ise öncelikle Türkiye toplumunun en ileri kesimleri hedeflendi. Askerî faşist darbeyle birlikte devrimci ve komünist harekete, demokrat ve ilericilere yönelik faşist bir saldırı dalgası başlatıldı.
Ekonomik programın başarıyla uygulanabilmesi için Türkiye işçi sınıfına ve emekçi halkına örgütsüzlük dayatıldı. Bireyselliğin yüceltildiği, köşe dönmeciliğin, hırsızlığın ve yolsuzluğun geçer akçe ilan edildiği, günümüzde AKP iktidarıyla somutlaşan “siyasal İslam”ın önü açıldı. Askerî darbe öncesinde işçi sınıfının sendikalaşma oranının yüzde 40’lardan günümüzde yüzde 10’lara inmiş olması, yaratılmak istenen örgütsüz toplum hedefini özetlemektedir.
Türk hâkim sınıflarının devletinin her ekonomik krizde, krizin faturasını öncelikli olarak işçi sınıfına ve emekçi halka kestiği sır değildir. Nitekim 12 Eylül faşist darbesinden sonra ağır bir saldırıya maruz kalan işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi 1989 “Bahar Eylemleri”yle yeniden yükselişe geçmiş, devrimci hareketin görece kendini yeniden örgütlemesi karşısında Türk hâkim sınıfları tarafından yeni bir saldırı dalgası başlatılmıştır.
Dönemin Başbakanı faşist Bülent Ecevit’in “Cezaevlerine hâkim olmazsak IMF programlarını uygulayamayız” açıklamasında ifadesini bulan bu saldırıyla, Türkiye toplumuna yönelik IMF ve Dünya Bankası programlarının başarıyla hayata geçirilmesi için öncelikle toplumun en ileri kesimleri olan devrimci ve komünist tutsaklar hedeflenmiş, F tipi tecrit hapishaneleri gündeme getirilerek işçi sınıfı ve emekçilerin direnme ve mücadele etmesi daha baştan engellenmeye çalışılmıştır. Hapishanelere yönelik katliam saldırılarının hemen ardından AKP hükümetinin işbaşına gelmesi ve başta özelleştirmeler olmak üzere emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda neo-liberal politikaları başarıyla uygulaması nedensiz değildir. “15 günde 15 yasa” ile AKP hükümetinin önü açılmış, bu saldırı politikalarına karşı direnişi örgütleyecek devrimci ve komünistlere yönelik ağır bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Böylelikle AKP hükümeti için “yol temizliği” yapılmıştır.
Gelinen aşamada Türkiye ekonomisi yeniden derin bir kriz içerisindedir. İşçi sınıfına ve emekçi halka derin bir yoksulluk dayatılmış durumdadır. Asgari ücret, açlık sınırının altında bir ücret olarak dayatılmıştır. Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan “Mehmet Şimşek Programı”yla, Türkiye pazarı emperyalist sermaye açısından ucuz işgücü ve sömürü cehennemi hâline getirilmek istenmektedir. İşçi sınıfına ve emekçi halka kölece bir çalışma ve yaşam rejimi dayatılmaktadır.
Bu amacın gerçekleştirilmesi için öncelikle toplumun en ileri kesimleri hedeflenmektedir. Devrimci ve komünist hareketin kitlelerle ilişkisinin gerilemesi ve görece güçsüz olmasına rağmen en küçük bir eylemine bile müdahale edilmesi, son 1 Mayıs’ta olduğu gibi kitlesel tutuklama saldırısına başvurulması, devrimcilere yönelik ısrarla uygulanan denetimli serbestlik ve yurtdışı yasaklarının yanında F tipi tecrit hapishaneleri yerine S ve Y tipi tecrit hapishanelerine geçilmesi gibi örnekler bu nedenledir. Yine coğrafyamızda önemli bir devrimci dinamiği temsil eden Kürt ulusal hareketinin önderi A. Öcalan’a uygulanan tecrit işkencesinin yanında, tahliye edilmesi gereken tutsakların pişmanlık dayatmasıyla infazlarının yakılması gibi örnekler de bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Gezi ve Kobanê davalarında olduğu gibi, kendi yasalarına dahi uyma gereği duymayan, en küçük hak arama eylemine dahi faşist bir saldırganlıkla saldıran devlet aygıtı, aynı zamanda vergi kaçıranları affetmekte, “kara para aklama” suçu sabit olanları serbest bırakmakta, mafya ve uluslararası suç örgütlerinin cirit attığı “cennet vatan” yaratmış durumdadır. Kadın ve çocukların katledildiği, nefret suçlarının alenileştiği, sokak hayvanlarına yönelik katliam yasası ile işkenceyle hayvan katledildiği bir “Türkiye Yüzyılı” yaratılmıştır. Ki bugünün temelleri 12 Eylül Askerî Faşist Cuntası’yla atılmıştır.