Parlamento beklenildiği gibi büyük bir çoğunluk sağlayarak, “Bozkurtlar” olarak tanımlanan Türk faşistlerinin Almanya’daki derneklerinin yasaklanmasının gözden geçirilmesini de içeren bir dizi talebi kabul etti. Sosyal medyada ve gazetelerin internet sayfalarında “Almanya Ülkücü hareketi yasaklıyor” türünden haberler hemen yayıldı. İşin aslı yasaklamaların kabul edilmesi değil tabii. Federal Hükümet, daha doğrusu İçişleri Bakanlığı dernek ve sembol yasaklarını gözden geçirmek ve bir dizi “engelleyici” adım atmak üzere görevlendirilmiş oldu. Böylelikle süresi siyasî konjonktürce belirlenecek olan resmi süreç başlatıldı.
Sürecin sahiden yasaklamalarla sonuçlanacağını söylemek güç. Zaten Alman gizli servislerince uzun süredir gözlem altında tutulan, yönlendirilen ve yıllık güvenlik raporlarında yer alan “Türk Federasyon”, “Avrupa Türk-İslam Birliği” ve “Avrupa Nizam-ı Alem Federasyonu” gibi faşist yapılanmaların hareket alanları Alman devleti tarafından kontrol altında tutuluyordu. F. Parlamento’nun talepleriyle başlatılan süreç, faşist yapılanmaların boynundaki “tasmanın” sıkılaştırılması olarak da okunabilir. O açıdan Türk faşistlerinin bundan sonra gerçekleştirecekleri her türlü saldırganlığın asıl sorumlusunun Alman devleti olacağını vurgulamak gerekir.
Şimdiye kadarki deneyimlerimize dayanarak F. İçişleri Bakanlığı’nın dernek ve sembol yasaklarını gözden geçirmesinin uzun bir süre alacağını öngörebiliriz. Almanya’daki Kürt kurumlarına yönelik yasaklamalar ve yaptırımlarda gösterilen “kararlılığın” Türk faşistlerine yönelik adımlarda da gösterilebileceğini beklemek, naiflik olacaktır. Çünkü yarım yüzyıldan uzun bir süre Türk faşistlerini bağrında besleyen Alman devletinin derdi başka.
Konunun asıl arka planını Türk devletinin Doğu Akdeniz, Ege, Libya, Suriye ve Kafkaslarda takip ettiği politikalar oluşturmaktadır. AB’nin karar mekanizmalarındaki zorluklardan ve AB üyeleri arasındaki çıkar çatışmalarından son derece rahatsız olan Alman emperyalizminin en önemli partneri Fransa’nın stratejik çıkarlarını zedeleyen Türkiye’ye yönelik taleplerine duyarsız kalması beklenemezdi. Türkiye’nin hamisi ve en önemli ticaret ortağı Alman devleti bu nedenle zorlu bir ikilem karşısında kalmış, 2020 Temmuz’undaki AB Zirvesi’nde karar alınmasının ertelenmesini sağlamıştı.
Şimdi ise 10 Aralık’ta gerçekleştirilecek olan zirvede Türkiye’ye yönelik yaptırımların masaya yatırılacağını bizzat Şansölye Merkel açıkladı. Gerek Brüksel’den gerekse de Berlin’den gelen sinyaller, AB’nin Erdoğan başkanlığındaki Türk hükümetini hizaya sokmak ve bilhassa Doğu Akdeniz’de geri adım attırmak için bir dizi tedbirleri uygulamaya hazırlandığına işaret ediyor. Fransa, Avusturya, Almanya ve en son Hollanda’da başlatılan “Bozkurt Yasağı” tartışmaları da 10 Aralık Zirvesi öncesinde Türk hükümetine karşı kullanılan yeni bir Şartlı Rehin karakterini taşıyor.
Sürecin bundan sonraki gidişatını darbelenmiş AKP-Saray-Rejimi’nin vereceği yanıtlar belirleyecektir şüphesiz. 10 Aralık “raundunun” nasıl sonuçlanacağını zirve sonrasında öğrenebileceğiz. Gerçi 10 Aralık’ta “maç bitmiş olmayacak”, ama AB’nin elindeki Şartlı Rehinler Türk devletini zorlamaya devam edecek. Elbette bu Avrupalı emperyalist güçlerin Türk faşistlerine savaş açtığı anlamına gelmiyor. Faşistler egemen sınıfların yedek gücü kalmaya devam edecekler. Bu gerçeklere rağmen, antifaşistlerin, devrimci ve demokratların başta Türk faşistleri olmak üzere her türlü faşist ve ırkçı örgütün yasaklanması ve geri püskürtülmeleri için mücadele etmeye devam etmeleri gerekecek. Bizce asıl önemli olan ve unutulmaması gereken gerçek budur.