Eski mutluluklarda teselli arayıp, gün be gün artan azapla yüzleşmek, delirten bir gerçek. İşte bu gerçeklikle yalanlar bahşediyoruz hayatımıza. Yani ıstırap doğuran günlerde uyanıp ıstırap batıramayan karanlığa alışmak denilir buna. Halimiz bir başkasından beter ama yakın. Bu yakınlık herkesi yakıyor, sadece kanıksayan ve alışmayanlar var. Burada da herkes kendine ve olanlara yatkın ve kanıksamış.
Herkese geçmişler olsun, geçenler geçmesin bir daha ve geç kalanlar kendini yeniden denesin hatta keşfetsin. Bu eda, bu alaka, bu imdat çağrıları yankılansın ve dudaklarımızda söz olsun, slogan yaratsın. Belki itham belki de yollar açsın.
Yapabilmenin kudreti vazgeçmenin cazibesi ile yarışıyor bir yerlerde. Biri diğerini ikna etmek istiyor. Ruh ve bedenin rekabeti, yeryüzü ile gökyüzünün birbirine hasreti, güneş ve ayın sıkılmayan gün ve geceleri, hepsi bir davet, bir inat. Belli ki bazı arayışlar bir ömür sürüyor.
Öğrenen öğretiyor, başa gelen bazen başkasına çektiriliyor. Bize kalan yalanlar var, bizden alınan gerçekler var. Hepsinin ortasından kendimizi çekmek istersek, çalınıyoruz. Bir başka yer, bir başkası; ne fark eder ki insan kendi dışında kalmak zorunda kaldıysa. İşte bu yüzden zorlukların canı çıkmıyor, can alıyor.
Sıkıntıların sınırları kalmadı artık. İnsan yaşamı nasıl ki ölüme sınırsa, ölüm de yaşamın sınırında durmaktadır. Sınandığımız bu gerçekle kendimizi vuruyoruz. Zannettiklerimizle bir başkasını hayatımıza alıyoruz ya da o hayatın içine giriyoruz. İnsan sürekli zannetmekle, ısrarla sanarak çok şeyi berbat edebilendir.
Bir tebessüm yeter ya bir gönülden içeri girmek için. Bir söz ya da bir bakış da yetiyor insandan düşmek için. Evet, insan bir başkasına düşen ve bir başkasından düşendir. Bunca olasılık, bu kadar ihtimal aslında birer çember ve biz bıkmadan dolanıyoruz çeperinde. Bunu da yapabilendir insan.
İnsanın başına musallat olan masallar ve efsaneler var. İnsana saldıran geçmişler var, ki geçmiş denilmesi bir rivayettir çünkü hâlâ varlığıyla bizi yok edebilendir. Saldırmak dedik, sınanmaya vardık, sarılmayı aklımızdan geçiremedik. Hep sarsıldık, hep sallandık. İnsan başkasıdır, başkasında yaşayandır.
Övündüğümüz ne varsa, epridi bir anda. Tarihten ders değil, dert çıkardık. İnsan olmanın imtiyazı ve bedeli budur. Hayret ettiğimiz ne kaldıysa, çürüdü bir anda. İnsan kalmanın mahareti budur. Provasını yaptığımız ne olduysa, bir bir yok oldu bir anda. İnsan sanmanın cezalısıdır, mahkumudur ve katilidir aynı zamanda.
Ne çok uydurulmuş gün var, bize uyan ne kadar az gün var. Her gün azalmak derdi, her gece kalabalıklaşmak kederi birbirinin yerine geçiyor. İnsan şaşırmıyor artık, karıştırıyor sadece. Karşılaşmadığına karışmak fikri, en eski alışkanlıktır herkesin inandığı ve inat ettiği. Oysa lüzumunu yitirmiş bu
Heder edilmiş vaziyetler, harap olmuş meziyetler, eşyanın tabiatına tabi olmuş acılar tek tek gösteriyor kendini bir başkasıyla ya da başkalaşarak. İşte yaşamak yaşamdan firar etti ve kimileri buna inanmıyor, kimileri de alkış tutuyor. Dünya artık bir şölen yeri, bazen de matem evi.
Haftanın kitap önerisi: Sevgi Soysal, Barış Adlı Çocuk / Bilgi Yayınevi