Geçtiğimiz haftalardan beri Türkiye’de ve dünyanın başka bölgelerinden göçmenlere yönelik yükselen ırkçı saldırı haberlerini alıyorken geçen yılın aralık ayında vizyona giren dünyaca ünlü sosyalist sinemacı Ken Loach’ın sinemaya “muhtemelen” veda filmi olan ‘Umudunu Kaybetme’sini düşünüyorum.
Gücünü sırtını yasladığı “toplumsal-gerçekçilikten” alan, işçi sınıfının sorunlarını minimalist bir anlatım ve estetikle “insani” bir yerden ele alan Loach filmleri, son dönem sinemasının didaktik olmasıyla, konvansiyonel anlatının bütün elementlerini içinde barındırmasıyla sıkça eleştirildi. Loach’ın son dönem filmleri, ne halihazırdaki sorunları yeni bir perspektifle ele almaması ne de biçimsel olarak farklı bir şey denememesiyle pek çok eleştirmen ve film severde hayal kırıklığı yaratmış olsa da bu filmlerin yine de hizmet ettiği bir şey var.
Loach’ın son dönem filmlerine dair yapılan eleştiri ve serzenişlere büyük oranda katıldığımı belirterek bu yazıda bunu konuşmayı planlamadığımı da ifade edeyim. Bu yazıda bu filmin ve muadillerinin açtığı tartışma alanları üzerinden filmi konuşacağız. Yani filmin kendisini konuşmakla beraber, filmin ne yaptığını daha çok tartışacağız. Konjonktürel olarak isabetli bir film olan Umudunu Kaybetme, bugünün İngiltere’sindeki bir sorundan değil, bütün dünyada cereyan eden bir sorundan bahsediyor: Faşist hareketlerin yükselişi ve ırkçılığın palazlanması.
Yerinden edilmelerin ve zorunlu göçün gitgide arttığı, daha iyi bir dünyanın tahayyüllünün gittikçe zorlaştığı bir dünyada, umuttan bahsetmenin olanaklarını zorlamayı da ihmal etmiyor Loach.
Dostluk ve yoldaşlık
Bir grup Suriyeli mültecinin İngiltere’nin kuzeyindeki küçük bir kasabaya gelmesiyle açılan film daha sonra film boyunca hikayesini takip edeceğimiz Suriyeli mülteci Yara ve TJ Ballantyne’le tanıştırıyor bizi.
Filmin açılış sekansında, görüntü bandında sabit fotoğraf kareleri akarken, ses bandında ise sosyal hizmet çalışanı Laura ve kasabaya girişlerinde kendilerini bekleyen bir grup ırkçının sözlü atışması akmaktadır. Kısa bir süre sonra görüntü bandında gördüğümüz karelerin Yara tarafından çekilen fotoğraflar olduğunu anlarız. Yara’nın objektifinden takip ettiğimiz mahalle sakinlerinin sözlü saldırısı kısa bir süre sonra kendilerinin fotoğraflarla kayda alındığını fark etmeleriyle fiziksel bir saldırı girişimine evrilir. Filmin görüntü bandında akan Yara’nın kareleri kesintiye uğrar ve hemen ardından Yara’nın kamerasının bu saldırı girişimi esnasında kırıldığına tanık oluruz. Büyük bir çoğunluk göçmenleri burada istemediklerini söylese de birkaçı onları savunur. “Eski bir devrimci” olan TJ Ballantyne bu birkaç kişiden biridir. TJ Ballantyne ve Yara arasında başlayacak olan dostluğun ve yoldaşlığın ilk anı olan bu sahne, İngiltere’de yaygın olan göçmen nefreti ve ırkçılığın da altını çarpıcı bir şekilde çizer.
Filmin ilerleyen sahnelerinde TJ Ballantyne’nın Yara’nın kamerasını tamir edebileceğini söylemesiyle ikili arasında filizlenen dostluk derinleşir. Filmin bel kemiğini oluşturan, filme can veren bu dostluk aynı zamanda film boyunca Ken Loach’ın altını sıklıkla çizdiği bir ifadedir. Yara, kamerasını tamir edip kendisine veren TJ’ye ona olan minnetini belirttikten sonra kameranın hayatını kurtardığını söyler.
Yara, Suriye’den İngiltere’ye geldikleri ana kadar görmek ve tanıklık etmek istemeyeceği şeylere tanık olmuştur. Bu kamerayla ise istediği şeyleri, onu mutlu eden ve umut veren şeyleri kayda aldığını belirtir. Yara, bir anlamda kendi kayda almayı tercih ettiği şeylerle başka bir hafıza inşa etmeye çalışır. Film daha bu ilk sahnelerden itibaren, izleyiciye aşırı derecede bilgi veren, onu karakterle özdeşleştirmek için fazlasıyla çaba sarf eden metnine rağmen ihtiyacını hayati düzeyde duyduğumuz dostluğa yaptığı vurgudan azımsanmayacak büyüklükte bir güç alıyor.
Umudunu Kaybetme oldukça geleneksel bir anlatı yolunu takip ediyorsa da ve anlatmak istediğini seyirciye kendisinin yorumlayacağı ve hayal kuracağı bir alan açmadan anlatıyor olsa da iyi bir film olmaktan fazla bir şey kaybetmiyor. Loach yeni bir hikayeye, farklı bir estetikle ve söylenmemiş bir biçimde yaklaşma derdinde değil. Belki de aksine, tahmin etmesi güç olmayan dramatik yapısını geri plana atarak artık gelip içinde yaşadığımız toplumları kuşatmak zorunda olan dostluğa ve yoldaşlığa bir çağrı yapıyor. Filmin vaat ettiği şeyin bu olduğunu düşünürsek, bunu verebilmeyi başardığını söylemek mümkün.
Yıllar sonra aynı mekanda
Barın uzun süredir kapalı olan derme çatma arka odasının duvarlarında, TJ Ballantyne için kendi mücadele dolu geçmişi için bir hatırlatma, Yara için ise ilham verici bir direniş tarihi olan, yoksulların birbirlerini kolladığı 1984 madenciler grevinin fotoğraflarından oluşan izleri bulunmaktadır. Bu odayı sosyal hizmet görevlisi ve Ballantyne’nın arkadaşı olan Laura ve Yara kasaba halkını ve göçmenleri bir araya getirmek için kullanmak ister. En baştan bu fikre sıcak bakmayan TJ Ballantyne, filmin ikinci yarısında bu salonu yeniden ve böyle bir vesileyle açmaya ikna olur. Böylece hayatta kalmaya çalışan ve mücadele eden iki dünya buluşabilir: hem mültecileri hem de yoksun bir kasabanın izole gençliğini hem gerçek anlamda hem de spiritüel anlamda beslemek için ortak akşam yemekleri. Kısa süre sonra ikili, barın harap arka odasını, Suriyeli ve İngiliz ailelerin ortaklaşa hazırladıkları haftalık ücretsiz yemeklere ev sahipliği yapacak bir yer olarak yeniler. Birlikte yemek, onları birbirlerine yakınlaştıracaktır. Barın bu kapalı, işlevsiz odası daha evvel benzer bir dayanışma örneğine de ev sahipliği yapmıştır. Bu oda aynı zamanda, filmin geçtiği zaman olan 2016’dan otuz yıl kadar evvel, 1984’te madencilerin grevi sırasında ailelerin bir araya gelerek grevci işçilere yemek desteği verdiği bir dönemin kalıntısıdır.
“İki yabancının” birbiriyle hemhal olup dayanışma içerisinde mekanı temizleyip yeniledikleri sahnede üst seste TJ Ballantyne’ın inançlı sesi hepimize bir şey söylüyor. “Savaş bölgesinden ayrılıp topluluğumuza katılan yeni arkadaşlarımızı karşılamak istiyorum. Burada yapmak istediğim şey, bu alanı kullanmak. Bir araya gelip birlikte oturup yemek yemek istiyorum. Bu dayanışmadır, hayır işi değil. Bu, birlikte bir şeyler yapmakla ilgili. Sadece bir kerelik olarak masaya biraz yemek koymakla ilgili değil. Bunun sürekli olmasını istiyorum.”