Bilgi kirliliği ve savaş dili, barış umutlarını tehdit etmeye devam ediyor. Suriye’de yaşanan olaylarla bu kirlilik daha da ivme kazanmış durumda.
Bazıları her ne kadar barıştan ve sağduyudan bahsediyorsa da kimileri hala savaşın dilini kullanmayı sürdürüyor. Savaşseverlerin operasyonlarından, uçak seslerinden, medyadaki naralarından barışın sesi duyulmuyor. Bu lanetli zihniyetten bir türlü kurtulamıyoruz.
Özellikle sosyal medyada vatanseverlikle, savaşseverliği birbirine karıştıran savaş tacirleri ortalığı velveleye verip oluşabileek barış umutlarını köreltmeye çalışıyor.
Manipülasyona, yani insanların ‘güdülenmesi’ne ve dezenformasyona, yani insanlara bilerek çarpıtılmış, kurgulanmış bilgi iletilmesine ilişkin, dünden bugüne değişen bir şey yok.
Yalan yanlış bilgileri doğruymuş gibi yansıtarak insanları yanıltmak, propaganda ve ‘bilgi kirliliği’ moda tabiriyle ‘dezenformasyon’ bu ülkenin merkez medyasında hiç eksik olmadı. Bu yüzden insanlar empatiden, insani değerlerden yoksun ırkçı ve saldırgan bir hale dönüştüler.
***
Kasıtlı yanlış bilgilendirme, olanları abartarak aktarma, bilgi kirliliği yaratarak halkı yanlış yola kanalize etmenin adıdır dezenfermasyon. Kaynaklarda açık seçik belirtilmiştir.
Bazı gerçek bilgileri ve gözlemleri yanlış yorumlar ve yalanlarla karıştırmak veya bazı gerçek bilginin sadece bir kısmını vererek yanlış yorumlarla bilgiyi dağıtmak, yaygın dezenformasyon taktiklerinden oldu hep.
Eğer hedef kitle bu tip kontrolden etkilenebilecekse uygulanan diğer bir teknik, gerçeklerin gizlenmesi veya sansürlemedir. Eğer bilgi alma kanalları tamamen kapatılmadan bırakılabilirse, bu kısıtlı bilgilerin dezenformasyon ile doldurulabilmesi ve hasmın kolayca ispatlanamaz birçok iddialar ile birlikte kuşkulu bir halde bırakılabilmesi mümkündür.
Gerçekleri yazmaya çalışan demokrat basının bu hengame içinde sesi soluğu duyulmuyor. Türkiye’de kitle iletişim araçları yani medyanın toplumsal gerçekliği çarpıttığı artık gün gibi aşikardır. TV’nin etkilemediği alan kalmadı. Politikadan tutun da sosyal davranışlarımıza, kültürel anlayışımıza kadar her şeyimizi etkiliyor artık. Kötü huylu habis hücrelerin vücudun tüm organlarına sıçraması gibi yaşamın tüm alanlarına yayılmış durumda. Her şeyin içi boşaltılmaya, koflaştırılmaya ve magazinleştirilmeye çalışılıyor.
Okuduğumuz gazeteye, dergiye, seyrettiğimiz televizyona, dinlediğimiz radyoya, tıkladığımız internet sayfalarına eleştirel gözle bakabilmeliyiz. Eğer buralardaki bilgileri mutlak doğru kabul edersek fikir altyapımızı sağlam ve sağlıklı inşa etmemiş oluruz
***
Gerçekten barış istiyorsa medyanın bu çarpıtmaları, bu yalan-dolanları bırakması gerekiyor. Medya, çatışmaları meşrulaştıran, olağanlaştıran söylemini terk etmelidir. Barış dilini, ahlakını ve değerlerini oluşturmada sorumluluk üstlenmelidir.
Savaşın dili kolaydır, barışın dili özveri ister. Beyin ister, yürek ister, ciddiyet, birikim, kararlılık ve iyi niyet ister. Bu iyi niyeti ve kararlılığı barış isteyen herkesin ve her kesimin göstermesi gerek. Hayatın tıkandığı anlar kişilere gözüktüğü gibi toplum ve devletlere de gözükür. Devlet ve toplumların ‘hayatın durduğu anlarda’ gösterdikleri ya da gösteremedikleri tavır o devletin ya da toplumun tarih sayfasına bir daha silinmemek üzere kazınır. Kişi, toplum ve devletlerin tarihi; ‘hayatın durduğu anlarda’ atılan ya da atılmayan adımlarda saklıdır.
Hayatın tıkandığı böyle anlarda vicdan ve yürek sesine kulak kabartıp hayatı harekete geçirecek ve sürükleyecek erdemli eylem ve söylemlerimizle, var olduğumuzu, var kalacağımızı tüm benliğimizle göstermeliyiz. Geçmişin değerleri ve metotlar yetersiz kaldığında, yeni değerler yaratmak, hayatın tıkandığı noktalarda yeni yöntemler geliştirmek gerekir. Görünen o ki bugün artık hayat bizden yeni tanımlar, anlamlar, yeni roller ve hamleler bekliyor. Umudun bize dikte ettiği gibi; aslında zor değil bu dili değiştirmek, biraz dürüst olmak, biraz soğukkanlı ve biraz da anlayışlı yaklaşmak yeterli.
Savaşın değil barışın dilini konuşalım… Unutmayalım ki; ‘Güzel sözler, güzel yankılar meydana getirir.’