Baştan sona ’emir komuta’ zincirinde gerçekleşti her şey. Spartakist ayaklanma bastırılmalıydı ve bunun yolu da Rosa ve Karl’ın katledilmesinden geçiyordu. ‘Şerefli askerler’ lazımdı bu işe; bulundu
Arif Mostarlı
Bir kadın öldürüldü o gün. Rosa Luxemburg. Önce dipçiklendi ama ölmedi. Sonra kurşunlandı. Ve nihayet, cansız gövdesi bir su kanalına atıldı. Omuz omuza yürüdüğü erkek yoldaşı, Karl Liebknecht ise, doğrudan kurşuna dizildi ve gövdesi yol kenarına bırakıldı.
Yüce Alman devleti, böylece büyük bir tehlikeden kurtarılmıştı ve tabii ki bu son derece ‘şerefli’ işi de birilerinin yapması gerekiyordu. “Sonuçta biri kan kokusu alan köpek olmak zorundaydı” diyecekti sonradan ‘sosyal demokrat’ Savunma Bakanı Noske; onlar bulundu işte, kan kokusu alanlar.
Beş kişi… Arkada Alman militarizminin kanlı mekanizması vardı elbette ama görev onlarındı.
Bir nevi Ağar
Yüzbaşı Valdemar Pabst doğuştan askerdi. Asıl yıldızının parladığı zaman ise, Mart 1918’de anti-komünist paramiliter örgüt Freikorps grubunun başına getirilmesiyle başladı.15 Ocak 1919 akşamı, Berlin’deki Hotel Eden’da konuşlanmış Freikorps karargâhındaydı. Saat 8.45’te Rosa Luxemburg’u taşıyan bir araç, önünde durdu. Rosa, araçtan çıkarılıp otelin kapısından içeri sokuldu. Saat 20.55’te, bir araç daha giriş kapısının önüne geldi ve kelepçeli halde araçtan indirilen Karl Liebknecht aynı kapıdan otelin içerisine alındı. Karar verilmişti. Er Otto Runge’a çıkışta Rosa’yı dipçikle öldürmesini emretti. Ama olmadı. Runge vurdu vurmasına ama Rosa ölmedi. Sürükleyerek arabaya götürdüler. En son duyulan, arabanın içinden gelen silah sesleriydi.
Çok sonraları, açıkça itiraf etti Pabst: “Onları öldürmeye karar verdim… 1919’da Almanya’da komünizmin zaferi, tüm Hıristiyan Batı’ya bir darbe olurdu.” Tabii ki hiç yargılanmadı. Daha sonraki hayatı, darbeler ve silah ticaretiyle geçti; tabii ki Hitler’in hizmetine girdi. 1960’larda da Neo-Nazi gruplarında aktif olarak yer aldı.
Nihayet 1970 yılında, 89 yaşında, yatağında öldü.
Tetiği çeken adam
15 Ocak 1919 gecesi, saat 22.30 sularında, genç bir teğmen, Kurt Vogel, Yüzbaşı Pabst’a tekmil veriyordu: “Rosa Luxemburg isimli kişinin cesedini, Landswehr Kanalı’na attık efendim!”
Kurt Vogel, Birinci Dünya Savaşı’nda pilottu. Savaştan sonra da azılı bir anti-komünist olarak işsiz kalmadı elbette. Freikorps’ta her türlü serseri ve caniye yer vardı! O gece, Runge işi bitiremeyince, arabada yarı baygın Rosa’nın kafasına ateş etmek ona kaldı.
KPD’nin kopardığı büyük gürültü sonrasında Mayıs 1919’da, yargılandığında cinayetten değil, yalan beyan gibi suçlardan dolayı iki yıl ceza aldı ama Pabst, onun hapisten çıkarıp ordu kimliğiyle Hollanda’ya postaladı. Sonrasını Hitler halletti! 1934’te, Luxemburg ve Liebknecht’in cellatlarına af çıkardı.
1967’ye kadar yaşadı Vogel. Yatağında öldü.
Temiz aile çocuğu
Rosa’nın kafasına ateş etmenin ‘şerefini’ paylaşamayanlardan Hermann Wilhelm Souchon soylu bir aileden geliyor. Amiral Wilhelm Souchon’un yeğeni olan Souchon’un savaş sonrasındaki yuvası ise Freikorps’tu. 15 Ocak’ta o da oradaydı ve yere yığılan Rosa’yı arabaya doğru sürükleyenler arasındaydı. Arabada silah kullanıp kullanmadığı ise hâlâ tartışmalı. Ailesi ve ordudaki dostları 1920’de onu Finlandiya’ya uçurdular. Orada da faşist Lapua hareketinin militanlarından oldu. Hitler’in affından sonra ise albaylığa yükseldi.
1982’ye kadar şatosunda refah içinde yaşadı. Yatağında öldü.
Faşist her zaman faşisttir
Gustav Friedrich von Pflugk-Harttung tarihçi Julius von Pflugk-Harttung’un en büyük oğluydu. O ve kardeşi Heinz, I. Dünya Savaşı’nda küçük roller aldılar. 1918 Spartakist devriminin ilk günlerinde Horst, Kiel’deydi ve sonradan Freikorps’a katılan kendi çetesini kurmuştu bile.
15 Ocak 1919 gecesinde o da Eden Hotel’deydi ve Karl Liebknecht’i hayvanat bahçesine götürüp kurşuna dizen de oydu. Tabii ki o da askeri mahkemenin şefkatinden yararlandı. Önce kısacık bir tutuklandı, sonra İsveç’in yolunu tuttu ve burada Alman gizli servisine çalıştı. Sonunda casusluktan sınır dışı edilince Almanya’ya geri döndü ve Hitler’e katıldı. 1945’ten de paçayı kurtardı ve 1967’ye kadar, Hamburg’da bir tüccar olarak yaşadı.
Ve evet, yatağında öldü.
Aptal piyade
Aralarında en ‘emir kulu’ olanı oydu. 15 Ocak günü Pabst, otelin kapısına dikti onu. Aldığı emir, çıkışta Rosa ve Karl’ı öldürmekti. Dipçik işi sonradan çıktı. Elinden geleni yaptı Runge. Geri kalanını diğerleri halletti.
Ertesi gün Pabst, onu ortadan kaybetti ama yine de tutuklandı. “Duruşmadan önce, avukat Grinsbach ve yargıç Hentz hücreme geldi ve tüm suçu üzerime almamı ve hiçbir subayı dahil etmememi söylediler.” Yük, Runge’ın üzerinde kalmıştı yani. Yine de 31 Ocak 1920’de dışarıdaydı ve Hitler ordusuna dahil oldu.
Ama o kadar alt tabakadan ve o kadar salaktı ki, 1945’te Kızılorduya yakalanmayı becerdi! Sorgusunda, cinayetin ayrıntılarını anlattı. Ancak artık 70 yaşındaydı ve tifüs yüzünden 1 Eylül 1945’te cezaevinde yaşamını yitirdi.
Yatağında öldü. Ranzaya da yatak denilebilirse eğer…
*
Ve gecenin yıldızı… Ölüm emrini veren kişi: Gustav Noske. Onun hesabı buraya sığmaz şimdi ama söyleyelim: O da yatağında öldü.
Rosa yaşıyor… Karl da öyle…