İki battaniye, bir mendil, belki o kadar önemli gibi görünmüyor tarihe bakınca. Ama asıl sorun sömürgeciliğin asla vazgeçmediği ‘kökünü kazıma’ zihniyetinin trajik sonuçları. Trajik, çünkü ‘çok çocuk yapan’ yerliler bu yolla da yok edilemiyor
Arif Mostarlı
İngiliz ordusundan Albay Henry Bouquet, 29 Haziran 1763 tarihli mektubunda, amiri olan Lord Jeffery Amherst’e “Her ağaç bir Kızılderiliye dönüşebiliyor” diye yazıyordu. Böylece ifade ettiği şey, büyük Pontiac ayaklanması sırasında askerler ve işgalci beyazların hissettiği dehşet duygusuydu. Ormanlardan gelen ve yine ormanların derinliklerinde kaybolan Kızılderili savaşçıların yürüttüğü gerilla tarzı savaş, sömürgecilerde büyük bir moral kırılması yaratıyordu.
Bouquet ile ‘patronu’ Amherst’i kafa kafaya verip ürettikleri ‘kökünü kazıma’ stratejileri de işte o zamanlara denk düşmüştü. Ve tam da şimdi, kimyasal silah kullanımı ve savaş suçlarının yeniden konuşulduğu günlerde belki de Amherst’in “Bu çiçek hastalığını isyancı Kızılderili kabilelerinin arasına göndermek mümkün değil mi?” sorusunu ve sonuçlarını yeniden hatırlamak gerekiyor.
İsyan ve büyük kuşatma
1763 baharı, Ohio ve Büyük Göller Bölgesi’nde patlayan en büyük ve nispeten başarılı bir isyana tanıklık ediyordu. Uzun süredir kendi aralarında savaşan İngilizler ve Fransızlar bir barış anlaşması imzaladığında, altı büyük Kızılderili kabilesi, hem Fransızların hem de İngilizlerin Apalache Dağları’nın doğusunda kalması gerektiğini söylediler. İngilizlerin Ohio ve Apalache vadilerinden çekilme sözünü tutmamaları üzerinde son derece yetenekli bir şef olan Pontiac, Delawareler, Hurronlar, Illinoiler, Kickopoolar, Miamiler, Potawatomiler, Senecalar, Shawneeler, Mohicanlar, Ottawalar ve Chippewalar gibi birçok kabileyi bir araya getirdiği büyük bir konfederasyon kurarak ayaklanmayı başlatmıştı.
10 Mayıs 1763’teki Fort Detroit kuşatmasından başlayarak Pontiac, kısa sürede Fort Sandusky, Fort Presque Isleve ve daha birçok sınır karakolunu hızla ele geçirmiş, nihayet 1763 yazında içinde tüccarların ve sivillerin de yaşadığı büyük Pitt kalesi’ni (bugünkü Pittsburg) kuşatmıştı. Bu sömürgeciler açısından kritik bir durumdu ve bin 500 kişilik toplama bir güçle Pitt Kalesi’ne gelerek komutayı devralan Albay Henry Bouquet, zor durumdaydı. Amiri olan Amherst ile Kızılderililere olan büyük nefreti konusunda tam olarak benzeşen Bouquet, kesinlikle tümünün katledilmesi gerektiğini düşünüyor ve bunun için işbirlikçi ‘korucu’ Kızılderililerden oluşan bir gücü de elinin altında tutuyordu.
‘Bu aşağılık ırk…’
‘Biyolojik saldırı’ fikri, ilk kez Amherst’ten çıktı ve ikilinin bugün hâlâ el yazmaları saklanan yazışmalarının konusuydu. O günlerde kalenin içinde zaten çiçek hastalığı yaygındı ve Bouquet, hastalık hakkındaki haberleri 23 Haziran tarihli bir mektupla Amherst’e bildirdiğinde, Amherst, 7 Temmuz’da, “Hastalığı Kızılderililerin bu isyancı kabileleri arasına göndermek mümkün değil mi? Onları azaltmak için elimizden gelen her stratejiyi uygulamalıyız” diye yanıt veriyordu. Bouquet dünden hazırdı zaten! 13 Temmuz 1763 tarihli mektubunun sonunda şöyle diyordu: “Kızılderilileri, onları hasta edebilecek battaniyelerle yok etmeyi deneyeceğim… Keşke İspanyolların metodlarını kullanabilsek ve onları İngiliz usulü, köpeklerle ve atlılarla avlayabilsek.”
Amherst bu öneriye 16 Temmuz 1763’de heyecan içinde cevap veriyor: “Bu aşağılık ırkı topyekûn imha etmeye yarayan bütün diğer metodlar kadar iyi olan battaniye ile mikrop bulaştırmayı denemekle çok iyi yaparsınız.” Sürek avı için ise “iyi olurdu ama elimizde o kadar köpek yok” gibi bir şeyler söylüyor.
Alçaklığın kayıt defteri
İşin ilginç yanı, bu yazışmalar yapılırken, bir tüccar ve milis komutanı olan William Trent, uygulamaya geçiyor zaten. Trent, 24 Mayıs 1763 tarihli günlüğüne, “Kızılderililere Çiçek Hastalığı Hastanesi’nden iki battaniye ve bir mendil verdik. Umarım istenen etkiye sahip olur” kaydını düşüyor. Askeri hastane kayıtları da, iki battaniye ve mendilin “Hastanedeki insanlardan çiçek hastalığını Kızılderililere bulaştırmak için alındığını” doğruluyor. Kale komutanı da bunun için resmi olarak ödeme yapıp altını imzalıyor.
Daha sonrası epey tartışmalı. O süreç boyunca on binlerce Kızılderilinin çiçek hastalığından öldüğü biliniyor, ancak bunların doğrudan battaniye olayı ile ilgili olup olmadığı kesin olarak belirlenebilmiş değil; çünkü zaten beyaz adamın yerlilerin yaşamına getirdiği yeni hastalıkların faturası o battaniyeler olmasa da çok ağır; hatta öyle ki, bu fatura savaşların getirdiği kayıplardan da ağır. Amherst’in heyecanla sarıldığı ‘Biyolojik Savaş’, sonraki süreçteki Amerikan tarihinin her zaman en önemli parçası oldu.
Yine de bu, battaniye olayının ve ondan daha önemli olarak bu konuda yapılan soğukkanlı yazışmaların dehşetini hafifletmiyor. Çünkü tarih, başka biçimlerde tekerrür ediyor ve her zaman yerli halkların ‘çok çocuk yaptığından’ şikâyet eden sömürgeciler, “Onları azaltmak için” kimyasal, biyolojik, her türlü yolu deniyorlar.