İlk yalnızlığın randevusuna geç kalmakla başladı serüven. Bir başka yerin varlığı, geri kalan her yeri yok sayar. Öyle bildik, o kadar davrandık hayata. Cesaret ve inat yan yana yürüyen arkadaşlarmış. Sırları kendi aralarında ölümüne yaşarken, herkes seyirci olmaya mecbur kalandır. Hevesler, tecrübeler, kıyaslamalar berhava olmaya aday bir kararlılıkla adımlarını atar.
Bildik, gördük ve alıştık böyle şeylere. Elbette bir yerden itiraz ve isyan geleceğini bile bile, susup bekledik. Hayatın takdiri her şeye ve herkese hükmedendir, öğrenmiştik ve öğrendiklerimizle yaşamayı hayatın yanına koyduk. Dedik ki ikisi beraber yürür de bize yeni yollar bulmakta gecikmezler. Beklentiler felaketler de getirir, sonradan bunları da görüp öğrendik.
Üzüldüklerimiz, bizden geçti dediklerimiz, geç kaldık diye hayıflandığımız, hepsini tek tek sıraya aldık, bir bir yaşayacağız diye. Öyle de oldu, o kadar da döküldü, oraya kadar yetişemedi bazı kimseler. Gittik gittik, ancak gittiğimiz kadar bir yol açıp en azından elimizde bir harita var deyip salladık. Kaybolmuş olanlar, kaybolmaya tenezzül edenler, kaybolmaya namzet bekleyenler. Tekmili birden durdu ve bizimle beraber yürümeye başladı.
Her başlamak, her yeniden girişmek, yeni bir adım atmak, yeniden isimler bulmak, bunların hepsi peşimizden geliyor ve durmadan bizleri kovalıyor. Aczimiz ve kudretimiz birbirini sınarken, ayıkladığımız özne ve nesne rehber oldu bir yerde, yolsuz kaldığımız bir şehir ya da bir ülkede. Sarıldık, sandıklarımız da gerçeğimiz olabilirmiş dedik ve her yerde bunu bağıra bağıra söyledik.
Yaşamak ağrısı, ölmekten dönmeler müthiş bir dürtme erbabı. Bazı yaşanmışlıkların ve ölümlerin unutulmayan hatırası insanı sürüklediği yerde yeni bir yaşamın içine müjdeler. Hayat bir sır değil, sıradan bir şey. Bunu bile bile aynalar aradık, arsızlığı düşündük, aymazlıklara ıslık çaldık. Geldiğimiz yerleri gideceğimiz yerlere meşaledir diyerek yanımızda taşıdık. Aydınlık kör, karanlık makul diye kendini afiş etti sokak ve caddelerde. Hayat ve inat burada da yan yana yürümeye başladı.
İnceliğin zayıflık, zarafetin de ziyan sayıldığı bu dünyada saflık kapı dışarı ediliyor, hem de kaybolana kadar kovalanıyor. Ters ve yanlış başlayan dünyanın dönüşü kimseyi razı edemiyor. Engellerin kıyısında ve endişelerin cehenneminde var olma çabası, hepsi bu. Çağlar boyu hüsranlar birikti ve hüzünlü yalnızlıklar üst üste gömüldü.
İlk hata ateşi bulmak ve onunla cehennemi tasvir etmek, hayal etmek, sonra da onunla tehdit etmek. Bir de teselli niyetine cennet vaadi, sevap ve günah kapanı. İnsan bunların hengamesinde bir türlü kendisine yetişemedi. İlk tokat, ilk taş, yasaklar, ayıplar, cevaplar, sorgular geldikçe geldi ve en nihayetinde insanda yerleşik bir uzva dönüştü. Yaşamak ağrısı, ölmek arayışı hep aynı sesleniş ve serzenişle kendini duyurdu.Tarifine uymayan bir yaşam ve tavsiyeleri tasviye eden bir inatla adımlanan bu yeryüzünde insanın kaybolmaktan başka telef olacağı bir yer yok. Ezkaza, ezcümle; biz burada ne kadar ve ne yaşasak da heder olmanın çukuruna düşmekten başka çare yok. Sonrasına bağlanan umut, sonların çınlamasıdır, nostaljik bir ezgi de zannedilebilir. Çünkü biz zannettiklerimizin ezilmiş üzümünde, gitmediğimiz yerlerin masalarında içilen şarabın hüznünde gördük kendimizi. Tanıdık bu son, henüz çocukken anlatılan her masalda anılandı yani vazgeçilmez bir kehanet ve emanetti. Orada saklandık ve bunun yaşamak olduğuyla aldandık.
Haftanın kitap önerisi: Louis-Ferdinand Celine, Gecenin Sonuna Yolculuk / Çeviri: Yiğit Bener, Yapı Kredi Yayınları