Fikret Başkaya
“Ol mahiler ki derya içredirler deryayı bilmezler.”
Hayalî (1)
Balıkların denizde yaşayıp da denizi bilmedikleri gibi, insanlar da kapitalist toplumda yaşıyorlar da kapitalizmi bilmiyorlar… Fakat bilmeyen sadece sıradan insanlar değildir, eğitimli taife de kapitalizmi bilmez, merak da etmez. Kapitalizmi insanlığın normal hali sayar… Dahası, burnundan kıl aldırmayan akademik iktisatçı, iktisat profesörü de bilmez. Onlar piyasa ekonomisiyle ilgilidirler. Balıklar denizde yaşadıklarını bilselerdi, şeylerin seyri değişir miydi? Bu tartışmalı bir soru ama insanların kapitalizmi bilmemelerinin vahim sonuçları var…
Kapitalizm; insanları mülksüzleştirerek, onları üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum edip, proleterleştirerek kâr etmek, sermaye biriktirmektir… Her ileri aşamada, daha çok insan üretim ve yaşam araçlarına yabancılaşır. İnsan, yaşayabilmek, varlığını sürdürebilmek için sahip olduğu yegâne şeyi, yani işgücünü, çalışma kapasitesini satmak zorundadır – ki o da garantili değildir; her an işsiz kalabilir, gelirinden mahrum olabilir… Fakat hepsi bu kadar değil. Kapitalistler sadece insanları emeklerini satmak zorunda bırakmıyorlar; müşterekler dediğimiz, ortak yaşam alanlarını ve kaynaklarını da gasp ediyorlar, şimdilerde revaçta olan bir kavramı kullanmak gerekirse, özelleştiriyorlar…
Aslında burjuva toplumunda işçi (proleter) ücretli köledir… Klasik köleden farklı olarak, tek bir efendiye tabi değildir; tüm kapitalistlerin ortak kölesidir… Ücretli kölenin klasik köleden bir farkı daha vardır: Kapitalist, işçinin akıbetiyle ilgili değildir; ihtiyacı olduğunda iş verir, ihtiyacı kalmadığında kovar. Oysa klasik dönemin köle sahibi efendisi, köleye kötü davransa da aç kalmasına, açlıktan ölmesine izin vermez. Aksi halde para verip yenisini satın almak zorundadır… Kapitalist için öyle bir zorunluluk yoktur… Kapitalist, işçiyi insandan saymadığı gibi, insanca muamele de etmez… Onun için işçi, üretim sürecindeki hammaddeler, ara-malları, enerji vb. gibi bir girdi, bir maliyet unsurudur sadece… Aksi halde Soma’da 301 işçi ölmezdi ve iş cinayetlerinde can veren binlerce işçi bugün yaşıyor olurdu… Bir şey daha var; kapitaliste patron denmiyor, işveren deniyor… Yani kapitalist lütfedip iş vermiş oluyor… Birine bir şey veren alacaklı hale gelir… Böylece işe kapitalistin moral üstünlüğüyle başlanıyor…
Kendini önceleyen üretim tarzlarından, sosyal formasyonlardan farklı olarak, kapitalizmde sömürü gizlenmiş durumdadır. Günde on saat çalışan bir işçi, işgününün bir kısmında, mesela ilk beş saatte aldığı ücrete eşit değer üretiyorsa, geri kalan beş saatte de kapitalist için artı değer üretiyordur… Kapitalistin kârı işçinin fazla çalışmasının karşılığıdır… Buna karşılık, işçi aldığı ücretin on saatlik emeğinin karşılığı olduğu izlenimine sahiptir. Aslında bir şeyleri sezer ama sömürünün gerçek mahiyeti hakkında kafası karışıktır… Feodalizmde serf, haftanın üç gününde feodal bey hesabına, üç gün de efendinin ona tahsis ettiği toprakta kendisi için çalışır-üretir… Oysa, işçi sabahtan akşama kadar aynı işyerinde, aynı makine ve aletlerle çalışır…
Kapitalistin yegâne amacı kâr etmek ve kârını olabildiğince büyütmektir… Bunun için çalışma süresini ve yoğunluğunu (hızını) artırmaya çalışır… İşçi sınıfının örgütlülük durumu, bilinç düzeyi ve mücadele yeteneği, sömürü oranları üzerinde etkili olur… Geride bıraktığımız yaklaşık kırk yılda, güç dengesi kesin olarak sermaye lehine bozulmuş durumda… İnsanların sembolik ücretlerle çalışmaya zorlanmasının nedeni bu…
Bir şey daha var; kapitalistler yaratılan değere sadece üretim aşamasında el koymazlar, emekçilerin verdikleri vergilerin bir bölümüne de el koyarlar. Şimdilerde vergiler tam bir yağmaya dönüşmüş durumda, öyle ki sadece nefesten vergi alınmıyor… Herhalde ona da bir çözüm düşünülüyordur… Son dönemde, Türkiye’de, bütçenin ve hazinenin kapitalistler tarafından nasıl yağmalandığı, talan edildiği ilgili herkesin malûmu… Bütçenin ve hazinenin yağmalanması kamu hizmetlerinin budanması demektir… Sağlığın, eğitimin vb. yerlerde sürünüyor olması, emekçi halktan toplanan vergilerin iş bitirici kapitalistlere peşkeş çekilmesinin sonucudur…
Bu arada vergi konusundaki bir yanlış anlamayı da düzeltelim: Kapitalist patronlar gerçekte vergi vermezler… Tam tersine toplanan vergileri kullanırlar… Vergi, tüketimi kısmaktır. Vergi veren, ödediği vergi kadar tüketimini kısar, kısmak zorundadır… Siz hiç tüketimini kısan bir kapitalist, bir büyük burjuva gördünüz mü? Öyle bir şey mümkün müdür? Aslında kapitalist patronlar işçiden çalınanın bir kısmını vergi olarak verir ama orada söz konusu olan aslında bir muhasebe operasyonudur… Zaten onun da çoğunu “teşvik” adı altında geri alırlar… Kaldı ki vergi vermekten kaçmak için sayısız imkâna da sahiptirler… Mesela, halktan çaldıklarını vergi cennetlerinde güvence altına almak gibi… Siz, bakmayın, beş yıldızlı lüks otellerde, en çok vergi veren iş adamlarına, devletin bakanları tarafından ödül verildiğine.…
İşçi sınıfı başta olmak üzere, ezilen ve sömürülen sınıflar için, kapitalizm dahilinde asla bir çözüm, bir gelecek olmadığının bilinmesi gerekiyor… Zira, kapitalist sistemde kalıcı kazanımlar elde etmek mümkün değildir. Geride kalan yaklaşık kırk yılda yaşananlar bunun mümkün olmadığını göstermiş olmalı… Kapitalistler sadece insanı sömürmekle, toplum çoğunluğuna açlığı, işsizliği, yoksulluğu, sefaleti dayatmakla kalmıyor; doğayı da yağmalıyor- talan ediyor, canlı olan her şeyi ölü metalara-nesnelere dönüştürüyorlar… Bu niteliğinden ötürü, kapitalizme kadavra medeniyeti diyorum…
Kapitalizm, kendi yapısının, işleyişinin, mantığının, temel eğilimlerinin ve dinamiklerinin bir sonucu olarak, sınırsız büyümek zorunda olan bir sistemdir. Lakin bu dünyanın kaynakları sonlu-sınırlı… Ve bir zaman geliyor, sınırsız büyüme-genişleme dinamiği doğal kaynakların sınırına dayanıyor, şimdilerde olduğu gibi… Artık kapitalizm hem iç sınırına hem de neden olduğu ekolojik yıkımdan ötürü, dış sınırına dayanmış bulunuyor… Velhasıl, Büyük İnsanlığa teklif edeceği bir şey yok… Bu niteliğinden ötürü de artık gönüllü kabullenme, gönüllük kulluk üretme yeteneği aşınmış bulunuyor… Başka türlü söylersek, ideolojik hegemonya üstünlüğünü kaybetmiş durumda… Zira her seferinde çözdüğünden daha çok sorun yaratıyor… O halde biri iyi, biri de kötü iki haber var demektir: Büyük İnsanlığın ezeli ve ebedi düşmanı olan kapitalizm yolun sonuna geldi; bu iyi haber… Fakat dünyanın ezilen-sömürülen sınıfları, süreci lehlerine çevirecek bilince, örgütlülüğe, kararlılığa henüz sahip değil; bu da kötü haber… Aynı şeyi başka türlü söylersek; top yeryüzünün egemenlerinin, küresel oligarşinin ayağında değil, ezilen-sömürülen sınıfların ayağında, ama onlar da topu nereye atacaklarını henüz bilmiyorlar… İşte bütün mesele bu durumu aşmakla ilgili…
Bu vesileyle bir yanlış anlamaya da yer olmamalıdır… Kapitalizm yolun sonuna dayandı, potansiyelini tüketti demek; bir mum gibi sönecek, kendiliğinden sahneyi terk edecek demek değil… Zira bir sosyal sistemin, bir uygarlığın çöküşü; bir canlının, bir insanın, bir kuşun… ölümü gibi anlık bir şey değildir… Zamana yayılmış bir süreç, bir eğilim olarak tezahür eder… Asla siz buradan buyurun demezler, demeyeceklerdir… Her türlü devlet terörünü, çatışmayı, manipülasyonu, savaşı, vahşeti dayatmaktan geri durmazlar… Ya sen onu öldürürsün ya o seni… Onun için, ne ile cebelleştiğini bilmek önemlidir… Velhasıl, asgari ücret ‘tartışmalarının’ ötesinde de bir şeyler yapma zamanı artık gelmiş olmalıdır…
(1) XVI’ıncı yüzyılın ilk yarısında yaşamış Divan şairi… Doğum tarihi bilinmiyor…