Sanat eserlerinin hakikat içerikleri, politikanın, ekonomiyle gerçek bir karşılaşmanın en içteki dokuya kadar sıkı sıkıya dondurulduğu anın anlatımıdırlar
Muaz Doğan
Seksen sonrası politika teorisinin, aktüel siyaset biliminin ana tartışma konularından biri de sınıf-kimlik gerginliğinin yadsınması, olumsuzlanması, ölçülmesi ya da kışkırtılması olmuştur. Bu tartışma ya da referans sistemlerinin dünya tarihsel sahnede, kapitalist modernite yaşamında çok fazla dolayımı vardır. Yaşananların anlaşılması için başvurulan referans sistemleri bu kavramların gövdelerinde taşıdığı politik tutumların da etki alanına girer. Buna göre kimliğin referans sistemine yapılan başvuru liberal bir tutumun alametidir, sınıf ise malum.
Aidiyetin ya da kimliğin ezilen uluslar için, bu tartışmadan uzakta durarak aslında bu referans sistemlerinin birbirlerini zaten dolayımladıklarını gösterebilmesinin bir yönü de estetikle ilişkilidir. Malum olduğu üzere Marksist analizde bu dolayımın birçok modeli bulunmaktadır. Bu modellerden -özellikle estetik modeller- kimileri (daha çağdaş örneklerde) gerçekten de ezilenin yanında, özgürlüğün hizmetindedir. Çağdaş Marksist estetisyenleri de bir hayli uğraştırmış bu konu tahakkümün analizine yöneldiği oranda sınıf ve kimliğin dolayımlı ilişkisinin bilgisine sahip olmuş ve bunu böylece sunmuştur.
Sanat eserlerinin hakikat içerikleri, politikanın, ekonomiyle gerçek bir karşılaşmanın en içteki dokuya kadar sıkı sıkıya dondurulduğu anın anlatımıdırlar. Başka bir anlatımla, kimlik ve sınıfın dolayımlı ilişkisinin tahakküm analizinde ortaya çıkan dokusu sanat eserinin hakikat içeriğidir; çoğu zaman donmuş, taşlaşmış ya da kaskatı kesilmiş imgelerle çalışır. Adorno’nun ifade ettiği üzere, mahlukatın ölümle pençeleşmesinde, yani özgürlükten en uzak olduğu noktada özgürlüğün kendisi karşı konulmaz bir biçimde, maddenin bozulmuş yazgısı olarak parlar. Donmuş, taşlaşmış, kaskatı kesilmiş yıkımdan doğayı ve insanı kurtaracak olan kültürün kökensel iddiası ve maddenin bozulmuş yazgısıdır. Şimdi, aidiyet ve kültürün kökensel iddiası arasında da bir yakınlık vardır.
Ezilen ulusun (Kürdistan’da) kültür-sanat ilgisi doğa ve tarihin bin yılları aşan zorunsuz karşıtlığının tam karşı cephesinde yer alır. Alıntının işaret ettiği üzere bu ölümle, soykırımlarla karşı karşıya kalan mahlukatın, kültürün kendi kökensel iddiasına sadık kalma çağrısı, beklentisidir. Bu iddia yalansız ve korkusuz bir dünya imgesi olarak, doğa ve tarihin birlikte egemenliği olarak tahakkümün ortadan kaldırılmasını talep eder. Sömürülen, kırımlardan geçirilen toplumların sanat ürünleri tam da bu iddiaya yönelir ve böylece iflah olmaz, mitik bir şiddetin gazabı kültürü kendi kökensel iddiası karşısında sanık sandalyesine oturtur. Bu açıdan aidiyet olarak kültür-sanat kimliğe değil bu kökensel iddiaya aidiyet olarak kavranmalıdır. Ezilen ulusun aidiyeti böylece estetik ve politika olarak başka bir formülasyonla şiirle siyaset arasındaki uçurumu azalttıkça özgürlüğe yaklaşır. Kültürel-estetik matriks içindeki bu hareket kolonyalist uzamda politik varlığa ulaşma gayesindedir. Böylece aidiyet, tahakküm ve sınıfı dolayımlayarak yerel bir nitelik edinir ve kimlik olarak görünür olur. Yerelin, kısmiliğin ya da parçanın çığlığında tekmil dünya dile gelir, evrensel olan bağrında taşıdığı bu çığlığın hesabını vermeye çağrılır.
Bu açıdan Kürdistan’da ve dünyanın birçok bölgesinde kendi kültürel ve politik varoluşlarına buldukları her imkanla sarılan ve özgürlük talep eden hareketlerin kimlik ilgisi kısmilik, yerellik ilgisi değil bilakis tahakküm analizindeki sınıf ve sermaye dolayımıyla evrensel olanın çekim alanındadır. Emperyalizmin doymak bilmez hareketi yeryüzünü kuvvet alanları içindeki güç ilişkileri olarak ürettikçe kimlikçilik, yerellik veya kısmilik olarak duyulan çoğu ses evrensel işkencenin ve zulmün yankısı olarak kavranmalıdır. Sanat eserleri tam da bunu kayıt altına alan ve kültüre kendi kökensel iddiasını hatırlatan ürünler olarak ezilenin yanında, özgürlüğün hizmetindedirler. Sonuç olarak, sanat eserinin tahakküm analiziyle buluşan hakikat içeriği, kimlik ve sınıfın birbirini dolayımlayarak oluşturdukları dokunun yüzeyidirler.