Hicri İzgören
Hayat dediğimiz koca bir kara kutudur. Tüm hikayelerimiz orda saklıdır. Birey ya da toplum açısından fark etmez. Bazen tersten eser rüzgar. İzlediğimiz her görüntü, dinlediğimiz ya da dillendirdiğimiz her söz anlamını yitirmiş gibi olur. Şarkımızı, şiirimizi, sevdamızı unutmuş gibi oluruz. Ancak en zor durumda bile bizi yalnız bırakmayan bir umut vardır. Tıpkı meseldeki gibi:
(Dört mum yavaşça yanıyordu. Ortam çok yumuşaktı ve konuştukları duyuluyordu. İlki söyledi: ”Ben barışım!” Artık kimse benim yanık kalmamı sağlamıyor, sanıyorum söneceğim.” Alevi hızla azaldı ve bütünüyle söndü. İkincisi söyledi: ”Ben inancım!” Neredeyse herkes benim artık gerekli olmadığımı düşünüyor, o nedenle daha fazla yanık kalmama hiç gerek yok.” Konuşmayı bitirdiği zaman, bir rüzgar hafifçe esti ve onu söndürdü. Üzgünce üçüncü mum sırası gelince konuştu: “Ben sevgiyim!” Yanık kalmak için artık gücüm kalmadı. İnsanlar beni kenara bıraktı ve önemimi anlamadı, kendilerine en yakın olanları bile sevmeyi unuttular. “Ve hiç zaman yitirmeden söndü. Ansızın… Bir çocuk odaya girer ve üç mumun yanmadığını görür. “Neden yanmıyorsunuz, sizin sonuna kadar yanmanız gerekir.” Bunu söyleyerek, çocuk ağlamaya başlar. Ardından dördüncü mum söyler: “Korkma ben hâlâ yanıkken diğer mumları yeniden yakabiliriz. Çünkü ben umudum!”)
****
İnsan umutsuz edemez, günlerin getirdiği acı ve hüzün de olsa, yanı başımızda umut duyumsatıyorsa kendini, sorun da zorluk da bu hayata vız gelir.
İnsanoğlunun en çok ihtiyaç duyduğu zamanda uzanmış bir yardım eli gibidir ama bu el dışarıdan değil, kendi içimizden uzanan duygu yüklü bir eldir. İnsana dair duyuş ve düşünce biçimlerinin en güçlüsü, en görkemlisidir. Adı umuttur. Onun üzerine nice kitaplar yazılmış, şarkılar bestelenmiş, şiirler söylenmiştir.
Bazen masamızın üstü gibi zihnimizin darmadağınık olduğu bir zamanda, aralık kalmış bir kapıdan sızan serin bir rüzgar gibi gelir… Adı umuttur. Hoş gelmiştir. Bize düşen onu en güzel şekilde ağırlamak, konuk etmektir. Bize düşen artık onun adına uygun sevda ile bir şiir mırıldanmaktır A. Arif gibi:
“Öyle yıkma kendini, / Öyle mahzun, öyle garip / Nerede olursan ol / İçerde, dışarda, derste, sırada / Yürü üstüne – üstüne / Tükür yüzüne celladın / Fırsatçının, fesatçının, hayının / Dayan kitap ile / Dayan iş ile / Tırnak ile, diş ile / Umut ile, sevda ile, düş ile / Dayan rüsva etme beni. / Gör, nasıl yeniden yaratılırım / Namuslu, genç ellerinle / Kızlarım / Oğullarım var gelecekte / Her biri vazgeçilmez cihan parçası / Kaç bin yıllık hasretimin koncası / Gözlerinden / Gözlerinden öperim / Bir umudum sende / Anlıyor musun?”
Adı umuttur. Tarifi zordur ve hep en zor zamanda gelmeye meyillidir. Tüm yolların kesildiği anlarda, yöntemlerin çuvalladığı zamanlarda gelir. Ne duygularımızın ufuk çizgisi ne de aklımızın kısır döngüsü engelleyemez onu. Gelir tıklatır kalbimizin kapısını. Adı umuttur. Gelir şairin dediği gibi bir karanfil tutuşturur elimize: “Sen o karanfile eğilimlisin / Alıp sana veriyorum işte / Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel. / O başkası yok mu bir yanındakine veriyor / Derken karanfil elden ele.”
***
İnsan özü gereği yaşamı ve yaşatmayı savunur. Barış içinde bir arada yaşama düşü tarih boyunca insanlığın dağarcığından hiç düşmemiştir. Yanı başında hep umut vardır. Karda boranda bile bahar düşlemiştir hep. Baharın da gelmemek gibi bir huyu yoktur. İşte bir Newroz da geldi geçti, halaylarla selamladı hayatı. Bir serenat niyetine bu yazıyı yazdırdı. Okurken sizin de ısınsın yüreğiniz istedi.