Bir yıl kadar önce AKP’nin gelecek vizyonunu yansıtma iddiası taşıyan “TR2071” adlı akla ziyan bir animasyon film dolaşıma sokulmuştu. Görmediyseniz ve sabrınıza güveniyorsanız youtube’ta bulup izlemenizi tavsiye ederim; ödül olarak altındaki eğlenceli yorumları okuyabilirsiniz. Bir kullanıcının belirttiği gibi, “Aşağılık kompleksi, eziklik ve cehalet insana ne filmler çektiriyor!”
Filmin başında çizilen tabloya göre (karikatür demek daha doğru), AKP zihniyetinin 50 küsur yıl sonraki vizyonu şöyle bir şey: Türkiye, uzayda maden arayışında (astroid madenciliği çok önemli!) öncü devletler arasına girmiş, robot teknolojisinde keza über gelişme kaydetmiş. Örnek diye sunulan üç robottan birinin polis olması -şekli şemali şimdiki halinden pek farklı değil-, bu yeryüzü cennetinden memnun olmayıp sopa gücüyle zaptedilmesi icap eden çatlak seslerin hâlâ var olacağını ima ediyor olmalı.
Neyse, sonra uzay araştırma laboratuvarı gibi bir yere geçiyoruz; II. Abdülhamit, M. Kemal, Menderes, Özal gibi büyük Türk bilimcilerin ve tabi ki malum şahsın dev portreleriyle süslü bu ilim yuvasının ‘müdürü’ Furkan Bey koltuğuna kurulurken telefon çalıyor. Arayan bir adet badem bıyıklı Uzay Teknolojileri Bakanı; Mars’taki Metehan adlı üssün inşaatının yetişip yetişmeyeceğini soruyor. Namazında niyazında bir aile reisi olduğunu ileride öğreneceğimiz Furkan da, “Yetişir inşallah!” diyor. Bakan “Tarih verdik, mahcup olmayalım” diye tembihleyerek kapatıyor. Türklerin madencilik dışında Mars’a götürme hayali kurduğu diğer iki şeyin, müteahhit ve beton olduğunu öğreniyoruz böylece. Görüntüsü bir distopyayı andıran kentlerimizde toplu konut sistemi de bir nebze gelişmiş gibi; TOKİ apartmanlarını dörtgen yerine dairesel ve çok daha yüksek tasarlamayı öğrenmişler. Uzaydaki yörünge istasyonunun adının RTE olduğunu eklemeye gerek var mı?
14 dakikalık filmde daha bir dolu cevher var. Efendim, AB kendisine katılsın diye Türkiye’nin istediği bütün şartları yerine getirmiş (gülmeyin lütfen!), lakin biz naz yapıp aşık usandırmakla meşgulüz vs. Öte yandan, bu masala göre 2071’in dünyasında mesela küresel ısınma ne durumda, Türkler buna önlem babında ne tür çalışmalar yapmış ya da vatan sathında ekilecek toprak, içilecek su, deşilmedik dağ kalmış mı, o konularda hiç fikir edinemiyoruz. Veya 50 yıl sonra anadilde eğitim hakkı ne durumda, kaç yüz tane yeni cezaevi inşa edilmiş, kaç yüz bin muhalif içeride, o mevzularda da bilgi yok tabii.
İslamcısından Turancısına, memleket sağcılarının kronik marazlarından biri: Geleceğe bakarken bile geçmişin gölgesinden başka bir şey görememek. Resmi tarihin beyinlerine kazıdığı yılları sayıklayıp durmak yetmiyor, geleceği de aynı nümerik düzleştirme ile dönemselleştirmeye bayılıyorlar: 2023 (100), 2053 (600), 2071 (1000)… Bu yıllarda devrimsel bir gelişme falan olacağı beklentisinden değil, kutsal saydıkları bir vakanın yıldönümü olması zihinsel mastürbasyonlarına malzeme sunmak için yeterli.
Elbette bu retorik memleketle de sınırlı değil. Şoven milliyetçilikten nemalanan liderler kendi istikballeri için bu tür yıldönümlerine bayılır. Hatırlayalım: Miloseviç, o güne dek umursamadığı Kosova sorununu kaşımak için hangi günü seçmişti? Kendisini Sırp milliyeçiliğinin lideri kılacak ve bölgeyi kan gölüne çevirecek gelişmelerin fitilini yakan meşum konuşmayı Kosova Muharebesi’nin 600. yıldönümünde yapmamış mıydı? Yukarıdan işaret bekleyen küçük adamlara da bu söylemin kuyruğuna takılmak düşer her zaman.
Tabandan örgütlenme yetisinden yoksun oldukları için YÖK’ten (muhtemelen daha da yukarıdan) gelen emirle bir araya gelebilmiş ‘Savaş İçin Akademisyenler’ de, AYM kararına karşı bildiri imzalarken bir türlü tutturamadıkları 1071 rakamında bir hikmet görmüş olmalı. Bildirinin gerisindeki fikirsel sefaleti, kendilerinden farklı düşünen meslektaşlarının hapse tıkılmasını savunmanın utancı ve kepazeliği bir yana, sahi bu rakam takıntısı nedir? Yani daha fazla imza gelse kota doldu diye geri mi çevireceklerdi? Olaydan sonra haberdar olan reisçilerin günahı ne?
Akademi ile Malazgirt Savaşının alakasına çay demleyip sayı takıntısını geçelim, insan şunu da sormadan edemiyor: Sahi Türklerin ataları Anadolu’ya yerleşince geçmişlerini mi sıfırladı? Takvim neden orada başlıyor? Geldikleri yerde yaşamaya devam etmiş olsalardı, insanlığa bir faydaları dokunmayacak mıydı?
Siyasi ufkunu içi boş fantezilerle sınırlamış sağcı dimağları böyle sorularla yormanın alemi yok; kağıt üstünde akademisyen de olsalar, temel besinleri hamaset çünkü. Onların düdüğünün öttüğü bir ilim-irfan ortamından da ancak “TR2071” gibi köfteden bir gelecek vizyonu çıkabilir. Bunlara gülüp geçiyoruz da, asıl bu kafayı ta 500 yıl öncesinden gören Fuzûlî’nin vizyonuna hayran kalmamak elde değil. Hani “Diploma insanın cehlini alsa da..” diye başlayan o meşhur tesbitine.