O kadar gün geçti, Golani hala yeni durumuna tam uyum sağlayamamış gibi, şaşkınlığını tam saklayamasa da intibak sürecini soğuk bir duruş ve az konuşarak örtmeye çalışıyor!
Kim bilir belki de çapı bu kadar!
Cihatçı grupların neredeyse bütün liderlerinin ABD ya da Rusya tarafından öldürülmesine rağmen hala yaşıyor olması şüphe çekiyordu; öyle ya belki de El Kaide-Nusra-HTŞ serüvenine ilk baştan “görevli” bir “eleman” olarak atanmıştı! Bazı durumlar hep karanlık kalır, hiçbir zaman gerçeği bilemeyebiliriz, ama bu şüphe hep aklımızda kalsın.
Bahçeli biliyor muydu?
Elbette biliyordu! Ayrıntıları Bahçeli dahil kimse önceden net olarak bilemez, ama genel gidişi görmek için zaten devletin merkezinde olmak da gerekmiyordu ki!
İsrail’in Filistin soykırımı ve Nasrallah suikastiyle Hizbullah’a ve dolayısıyla Lübnan’a ve İran’a vurduğu darbenin yarattığı güç ve moral alanını arkasına alarak bölgeye yöneleceği, esas hedefin de İran olduğu açıktı. Orta Doğu’daki statüko çözülüyordu. İsrail vurucu güç olarak yol açıyor, ABD-İngiltere ekseni askeri ve siyasi destekle onunla ortaklaşıyordu. Süreç, suikast ve sonrasındaki gelişmelerle aniden Orta Doğu’ya yeni bir düzen kurma zeminine yerleşivermişti.
Türkiye’nin en azından Misak-ı Milli hedefiyle sürece ortak olması için hem kendisi hem de bölgedeki dönüşümde ek güce ihtiyacı olan ABD-İngiltere-İsrail ekseni açısından koşullar oluşmuştu. Zaten “gizli” olarak işleyen bölgeyi yeniden düzenleme sürecinde öne çıkma sırası Türkiye’ye gelmişti.
HTŞ’nin İdlib’de yıllardır konumlanması ve silahlanıp eğitilmesi için gereken koşulların ABD-İngiltere ekseninin ağırlığıyla sağlandığı, yereldeki uygulamanın da Türkiye üzerinden yapıldığı biliniyor. Hulusi Akar’ın da yıllarca görev yaptığı Napoli’deki NATO karargahı tam da böyle “gizli” faaliyetlerin örgütlenip koordine edilmesi için kurulmuştur.
Dolayısıyla, Bahçeli şimdi yaşanan sürecin hem genelinde hem de İdlib-Halep-Şam eksenindeki somut gelişmesinin her aşamasında vardır. Günün sonundaki biçimlenişinin ayrıntıları hatta gerçekleşip gerçekleşemeyeceği önceden bilinemez, ama genel yönelim bilinebilir. Uygun zamanla önemlidir ve öyle görülüyor ki Nasrallah suikasti ve sonrasındaki İsrail-Hizbullah ateşkesiyle oluşan güncel koşullar böyle bir fırsat vermiştir.
HTŞ hiçbir ciddi çatışma olmadan ilerlediğine göre, en azından ABD ve Rusya arasında ön görüşmelerinin yapıldığını tahmin edebiliriz.
Bölgenin yeniden yapılanmasının hatta sadece Rusya’nın Suriye’den çekilişinin bile Rojova alanında yaratacağı fırsatlar ve riskler, sadece TC değil, gelişmeleri izleyen siyasi yorumcular için bile ön görülebilecek durumlardır. Hele ki olası İran sürecinin yaratabileceği Rojhilat fırsatı!
Öcalan’la muhtemelen önceden yapılan görüşmeler ve bunun hiç de rastlantı olmadan başkası değil de Bahçeli tarafından doğrudan Meclis’de açığa çıkarılması söz konusudur. Bu yöndeki gelişmelerin esas olarak bölgedeki gelişmelerin sonucu olduğunu henüz HTŞ İdlib’den çıkışı gerçekleşmeden yazmıştık.
Bahçeli, gelişmelerin yarattığı riskler ve fırsatların bilincinde olarak Meclis konuşmalarını yaptı. Çünkü sürecin Türkiye’nin istediği yönde akmasının önündeki engel olan Kürt düğümünün çözülmesi gerekiyordu. Çözüm yolu olarak Kürt egemenlerinin Türk egemenlik sistemine içerilmesi göze alınmıştı, mümkünse bu da “en az taviz verilerek” yapılacaktı. Öcalan ev hapsine nakledilecek, PKK/Kandil feshedilecek, Kürt halkının en temel haklarından en azı kabul edilecekti. Hedef, Halep-Musul-Kerkük hattıydı; nitekim Halep’e (üstelik beklenmedik bir sürprizle Suriye’nin Rojava hariç bütününü kapsayarak) ulaşılmıştır. Ya da, en azından o yönde büyük bir adım atılmıştır. Ama, hiç unutulmasın, orası Orta Doğu ve sahne henüz yeni açıldı!
O arada sözümona “Ankara’da ev hapsine alınacağı” hatta “serbest bırakılacağı” söylenen Öcalan hala tecrit altında, “görüş yasağı” gibi sefillikler halen sürüyor. Evet, onca gürültüden sonra somut bir ilerleme yok; daha doğrusu Suriye hamlesinde HTŞ ile birlikte sahnenin önüne itilen Türkiye, ABD ve AB’nin Erdoğan’a yaptığı iltifatlar, Suriye’nin ABD-İngiltere ve İsrail tarafından uygun görülerek “atanmış lideri” Golani ve onunla birlikte Emevi Camisi’nde namaz kılan İbrahim Kalın var!
Haklı olarak “Osmanlı’da oyun çoktur” söylemi her an mesela bu gece Kobane’ye saldırabilecek çetelerle birlikte değerlendirilince “acaba Kürtlerin gözüne bu tür söylemlerle perde mi çekiliyor” şüphesi güç kazanıyor. Ya da, olayların baş döndürücü akışında kazanıverdikleri güçlü inisiyatif acaba Türkiye egemenlerine “böyle de oluyor, boş ver, otursun hücresinde” mi dedirtti, bilemiyoruz.
Orta Doğu’nun Tini: Kürt halkı!
Tarih, 13 Ekim 1806, Napolyon Prusya’yı yendiği Jena savaşından bir gün önce atının üstünde savaş alanına doğru ilerlerken o dönem Jena’da yaşayan Hegel tarafından görülür. Filozofun “Tinin Fenomenolojisi” eseri bir yıl sonra basılacaktır ve muhtemelen çoktan yazılmış olmalıdır.
Geleceği temsil eden Fransız devriminin ideallerini geçmişin içinde sıkışıp kalmış Avrupa’ya yaymak tarihsel misyonuyla yüklü olan Napolyon’u atının üstünde gören Hegel, bir arkadaşına yazdığı mektupta not düşer: “Bugün öğleden sonra ata binmiş dünya tinini gördüm!”
Hegel’in bilinci Fransız devriminin etkisi altındadır, dönemin yeni filizlenen burjuva demokratik evrensel değerleriyle doludur ve baktığını öylesi bir derinlikten görmektedir.
Hegel, kendi bilinci muhtemelen askerlere özgü “fetih” arzusuyla dolu olan Napolyon’un, aslında mutlak ya da monarşik imparatorluklarla dolu Avrupa’nın burjuva demokratik cumhuriyetlere doğru tarihsel dönüşümünün taşıyıcısı bir tarihsel kişilik olduğunu vurgulamaktadır.
İşte, sinsi İngiliz devletinin şeytanca hesaplarla 4 yerel devlete dağıttığı Kürt halkı da, her tarafından kendisini baskılayıp köleleştirmeye çalışan Orta Doğu’nun güncel kaosu içinde ayakta kalıp yaşamını sürdürme savaşı verirken; aslında aynı zamanda, kaosu dayatarak bölgeyi cehenneme çeviren küresel ve yerel güçlerin tam zıddı yönde hareket ediyor, bölge halklarının özgür ve demokratik var oluş sürecinin önünü açıyor.
Bir halkın 4 devlete bölünmesi o halkın varlığını tehlikeye sokan zorlamalarla yüklüdür.
Nitekim, tarih boyunca her devlet kendi çıkarları gereği diğer devletlerdeki Kürtlerin özgürlük arayışlarını desteklemiş, kendi ülkesindekileri ezip asimile etmeye çalışmıştır. Öte yandan emperyalist metropoller ise, Kürt halkı ile yerel devletler arasında yaşanan gerginlikleri kendi ihtiyaçlarına uygun hamlelerle yönetip, hem yerel devletleri hem de Kürt halkını kendisine “bağımlı” bir statüye hapsetmiştir.
Emperyalist güçler ve yerel devletlerin özellikle önem verdikleri başka bir durum ise, 4 devlete parçalanmış Kürt halkının ortak bir iradeye kavuşamaması, parçalı ve mümkünse birbiriyle didişen zayıf bir durumda çırpınıp durarak var olmasıdır. Her parçadaki Kürtlerin egemenleri de çoğunlukla bu oyun alanının içinde boğulmuş, Kürt halkının özgürlük arayışına kalıcı ve sonuç alan cevap üretememiş, kendi “küçük” egemenliklerinin sürmesini esas almışlardır.
Kapitalizmin en çok geliştiği Türkiye’deki Kürt Halk Hareketi (KHH), yoksul bir köylü ailesinin içinden gelen Öcalan’ın şahsında simgeleşen bir duruşla; ilkin, Kürt egemenlerinin varlıklarını “egemen bir zümre” olarak sürdürme bağımlılığından özgürdür; ikincisi, özgürlük arayışını “kaybedecek bir şeyleri olmayanların” yoğunlaşmış iradesiyle yürütüp, “halkını değil kendisini düşünen ve kaybedecek çok şeyleri olan egemenlere özgü uzlaşmacılıktan” kopuşmuş, her türden zorlanmalara rağmen “özgürlük” hedefine doğru yürüyüşünü sürdürebilmiştir.
KHH, ucuz uzlaşmalarla çözülüp teslim olmayan uzun soluklu bir mücadele göze alınarak ve öylesi bir mücadele süreci içinde belirlenerek yapılanmıştır.
KHH aynı zamanda mücadeleyi kendi “parçasıyla” sınırlamadan 4 parçaya yayılmış bütün Kürtlerin ihtiyaçlarını gözeten bir kapsayıcı perspektifle yürütmüştür.
Bu tutum, KHH’ni hem emperyalist güçler hem de yerel devletlerin politikalarına “alet” olmaktan korumuş, egemenlerin didişmelerinden stratejik bir kopuş içinde konumlanmasının önünü açmıştır. Kendi gücünü esas alan bağımsız bir stratejik konumlanmaya yerleşip toplumsallaştıkça güven kazanan KHH, tersi uçtaki “ültimatomcu”, “manifestocu” ya da “protestocu” tutumlardan da uzak durarak, mücadelenin gereksindiği esneklik ve kurnazlıkla davranıp çok farklı taktik tutumlar ya da ittifaklar kurarak kendini sürdürüp bölge çapında meşru bir askeri-politik toplumsal güç alanı yaratabilmiştir.
Evet, Kürdistan’ın bütününe yayılıp Kürt halkının bütününe hitap etme, sadece ileride gerçekleşecek siyasal bir hedef olarak kalmamış, 4 parçada birden konumlanmanın inşasıyla siyasal ve toplumsal bir gerçeklik olmuştur.
Bu gerçeklik üzerinden, ilkin kaynak noktası olan Türkiye’deki halkçı-devrimci-demokratik güçler olmak üzere, sonrasında da bölgedeki başta Arap ve Fars halkı olmak üzere bütün halklar ve inançlarla bir biçimde ilişkilenilmiş, egemenlere karşı ortak mücadele yürütülmüş, karşılıklı siyasal ve toplumsal alış verişler yapılarak emperyalizme ve bölgedeki ortakları yerel egemenlere karşı ortak bir tutum geliştirmenin zemini yaratılmıştır.
KHH, sadece Kürt halkının özgürlüğüne odaklanmamış, zaten öyle bir hedefe ulaşabilmenin zorunlu bir gereksinimi olan kadın özgürleşmesini kendi yapısının temeline yerleştirmiştir. Kadın özgürlüğü hareketi, erkek egemenliğinin terör düzeyine sıçramış en ağır biçimlerine karşı bölgedeki farklı halklardan ve inançlardan bütün kadınların moral kaynağıdır. “Jin, Jiyan, Azadî!” bölgenin bütünündeki kadınların ortak sloganıdır.
Zaten kökeni marksist olan ama şimdi “radikal demokrat” olduğunu açıklayan KHH özgürlükçü, demokrat ve eşitlikçi bir politik duruşa sahiptir. Hemen belirtelim ki, her tarafından olağanüstü baskılanan KHH’nin bölgenin özgün koşullarında “radikal demokrat” olma özgürlüğü yoktur; yapısını koruyarak ayakta kalabilmek için bile asgaride “devrimci demokrat” olmaya ama en iyi haliyle marksist kökenine geri dönmeye yazgılıdır.
Peki, şöyle bir bölgeye bakalım, KHH’den başka bölgeye tümüyle yayılmış, farklı halkların mücadele gelenekleriyle kaynaşıp içererek kendisini sürekli yenileyip zenginleştirmiş başka bir hareket var mıdır?
KHH, bölgedeki devletlere muhalif halkçı güçleri tanımakta ve onlar tarafından tanınmakta, karşılıklı ilişkiler her düzeyde kurulmaktadır.
KHH, etrafındaki olağanüstü baskıya ancak bulunduğu her ülkedeki halkçı demokrat güçlerle ittifaklar yapıp direnerek özgürlüğe doğru yürüyebilir; bölgedeki halkçı demokrat güçler de KHH ile ittifaklar yapabildikleri oranda kendi özgün hedeflerine doğru hamle yapabilirler.
Orta Doğu cehenneminden özgürlükçü çıkışın güncel öncü gücü Kürt halkıdır.
Emperyalist güçlerin bilinçlice parlatıp dayattığı Golani türünden çete mensubu ajan kişilikler bölgeye dayatılan cehennemin ateşini daha da harlayacaktır.
Özgür, laik, demokratik ve cumhuriyetçi seçenek KHH ve bölgenin halkçı-demokratik güçleriyle ittifaklarının içinden çıkıp gelecektir.
Stratejik netlik (özgücüne dayanan KHH ve bölgede kurulan halkçı demokratik ittifaklar) bir kez yapılandırılınca, binbir taktik esneklikle kendisini binbir biçime sokarak yol alınacaktır. Ve, bölgede var olan kaosun içinde yol alabilmek için başka bir yol da yoktur.
KHH zaten kendisini var ettiği kaosun içine daha da derinlemesine girmeye, onun ateşi ve uçurumlarının içinde ayakta kalıp yol almaya, kaostan çıkışın yollarını kaosun içinde savaşarak bulmaya yazgılıdır.