Ütopya kavramı, Antik Yunan’da olumsuzluk yapan “ou” ön eki ve yer anlamına gelen “topos” sözcüğünün bir araya gelmesinden türemiştir. Bu birleşimden ortaya çıkan sözcük “olmayan yer” anlamına gelmektedir. Yani ütopya var olmayan bir muhayyel bir yeryüzü parçasını, yahut bir yerleşimi ifade etmek için üretilmiş bir kavramdır. Ütopya kavramının asıl olarak bugünkü anlamını kazanmasına yol açan ise Thomas More’un 1516 yılında yazdığı “Ütopya” adlı eseridir.
Thomas More’un hayali ideal bir dünyayı ifade eden adasının adıdır “Ütopya.” Burada ideal olan sadece ada değil aynı zamanda burada kurulan toplumsal formasyon da ideal bir yaşam tasavvurudur. Kolektif ve iktidarın ve hiyerarşinin olmadığı yatay ve eşitlikçi bir yaşam formu kurulmuştur bu adada. Burada ütopya kavramına olumluluk katan asıl şey iktidarın yokluğudur. İktidarsız var olan tek bir yeryüzü parçası bulamayan More, bu iktidarsız toprak parçasını bir “yokülke”de kurar. Ütopya kavramı asıl anlamını iktidarın yokluğunda bulmaktadır böylece. Zira bütün eşitsizlikleri, savaşları, çevrenin tahribatını, savaşları üreten yani ezcümle tüm kötülüklerin anası iktidardır. Öyleyse eğer yeni bir dünya kurmak umudu taşınacaksa bu umut, mutlak suretle kendini iktidardan uzak tutmak zorundadır.
Ütopya kavramının tam karşıtı olarak üretilmiş olan distopya ise bir karşı ütopya olarak ütopyanın barındırdığı ne kadar olumlu şey varsa tam karşıtını ifade eder. Ütopya eğer olumluluk kazanırken temel olarak kendini iktidarın tamamen yokluğu üzerine kurmuşsa bir karşı ütopya olarak distopya da iktidarın en katı, en yoğun halinin varlığını ifade etmektedir. Yani toplumsal yaşamın bir iktidar tarafından yönlendirildiği, kontrol edildiği, bireyin iradesinin tamamen denetim altına alındığı sistemi ifade eder.
Ütopya kavramı da distopya kavramı da bugünden sonraki yani gelecekte kurulacak olan bir toplumsal formun tasavvuru olarak ortaya çıkmıştır. Yani henüz ne Thomas More’nin “Ütopya” adlı eserinde hayal ettiği ütopyanın ne de George Orwell’in “1984” adlı eserinde öngördüğü distopyanın hakim olduğu bir toplumsal yapı yoktur. Böyle toplumsal yapıların varlığı tahayyül edilmekte yahut öngörülmektedir.
Oysa devletli yani iktidarlı toplumsal yapının kurulduğu yaklaşık beş bin yıldan beri insanlık bir distopik toplumsal yaşam formu altında eziyet çekmektedir. Orwell’in “1984” adlı eserinde tarif ettiği iktidarın en yoğunlaşmış halinin kurulduğu distopik yapı bu eserde tarif edildiği boyutuyla henüz tam anlamıyla gerçekleşmemiş olsa bile neredeyse buna yaklaşmış bulunmaktadır. Üstelik günümüz iktidar biçimleri egemenliklerinin meşruluğunu manipülasyonlarla ürettikleri toplumsal rızadan almaktadırlar. Yani distopik toplumsal yapı öngörülen uzak ya da yakın bir tehlike değil insanlığın beş bin yıldır yaşadığı ve günümüzde en yoğun biçimiyle karşı karşıya olduğu iktidarlı devletli toplumsal yapının ta kendisidir.
İnsanlığın binlerce yıllık tarihi göz önünde bulundurulduğunda ve beş bin yılın bunun içerisinde hiç de büyük olmayan bir zaman dilimine tekabül ettiği hesaplandığında neolitik çağın başlangıcından devletli düzenin kuruluşuna kadarki dönem, Thomas More’un “Ütopya” adasındaki iktidarsız toplumsal düzenin kurulmuş olduğu görülecektir. İnsanlık, ütopyasını inşa etmiş ve çok uzun bir zaman dilimi boyunca bunu yaşatmıştır. Yeniden bu yaşamı kurmak için insanlığın elinde çok güçlü bir deneyim süreci mevcuttur. Üstelik iktidarların ütopyası olan distopyanın bütün yaşam formlarını nasıl yok ettiği bu kadar aşikar iken ütopyası olanların yapmaları gereken şey bunu güçlü bir şekilde, yılmadan ve vazgeçmeden insanlara anlatmaktır.
Kürtler, küresel emperyalist güçler ve yerel diktatörlerin yarattığı distopik Ortadoğu cehenneminden çıkış için Rojava’da bir ütopya, bir vaha yaratmışlardır. Bu vahanın korunması, savunulması bütün Ortadoğu için son derece önemlidir. Ancak bir distopya filminde tanık olabileceğimiz kafa kesen, insan yakan, akıl almaz her türlü vahşeti yaratan bir karanlık güç Ortadoğu’ya egemen kılınıyor. Bu karanlığı halihazırda yırtabilecek yegane şey, Kürtlerin ütopyasıdır.