Sadece asgari ücretin değil MESS’in metal sektöründeki tutumundan da anlaşıldığı gibi, aslında tüm ücretlerin “hedeflenen enflasyon” oranında sabitlenmeye çalışıldığı günlerden geçiyoruz. Meclis’te hummalı bütçe görüşmeleri sürüyor. Patronların, silahlanmanın, Diyanet’in ve tabii ki cihatçı paramiliter güçlerin ihyasının, yani savaşın sürekliliğinin esas alınmasına uygun şekilde tasarlanmış bir bütçeyle karşı karşıyayız. Elbette vergilerin yani gelirin de esas olarak halkın sırtına yüklenmesi felsefesinin alenen ilan edildiği bir bütçe bu da.
Esad rejiminin anlamlı bir direnişle karşılaşmaksızın devrilmesi bu tartışmalar sürerken gerçekleşti. Mevcut iktidar blokunun yaşadığı ekonomik-siyasi-toplumsal kriz ayyuka çıkmışken bu gelişme onlar için adeta hayat öpücüğü oldu. On binlercesi halktan kesilen vergilerle beslenen cihatçı- çapulcu sürüsü Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) ve el altından yardım edilen HTŞ’yi yıllardır bu hayal için besliyorlardı. Fidan’ın da belirttiği gibi “stratejik sabırla” anın gelmesini beklemişlerdi. O anı da İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım, Lübnan Hizbullah’ına yönelik saldırıları ve İran’a indirdiği darbeler hazırladı. Dahası HTŞ sadece kendilerinin değil ABD, İngiltere ve İsrail’in de “gizli” olurunu almış bir güçtü. İsrail’in kıyımla gerçekleştirdiği -deyim yerindeyse- “mıntıka temizliği” 14 yıllık “stratejik sabır” için günün geldiği anlamına geliyordu. Yansıyan bilgilere göre, düğmeye ne zaman basılacağını da o üst akıl belirlemişti.
Halep’in de Hama, Humus ve Şam’ın da Türkiye toprağı olduğunu zikreden devletliler hızla kazanılan “zaferin” üzerinden içerde de yeni bir hegemonya inşasına giriştiler. Temel söylemleri “biraz dişimizi sıkarsak sonrası cennet” şeklinde özetlenebilir. Meali, “Şimdilik açlığa rıza gösterin, ama fethettiğimiz Suriye pastasından aşıracağımız gelirle size de kırıntılar dağıtacak noktaya geleceğiz. Ama şimdi sabır” demek.
Tarihsel-toplumsal gericilik birikimini yayılmacı hayaller ve Kürt düşmanlığına dayalı propagandalarıyla coşturarak sabır katsayısına tavan yaptırabilecekleri bilgisi-deneyimiyle planlanmış gibi her şey. “Suriye’nin fatihi” ilan edilen Erdoğan’ın ne kadar usta bir komutan olduğunu, “stratejik sabır” olarak tariflenen uzak görüşlülüğünün ne kadar derin olduğunu anlatıp duruyor havuz medya kalemşörleri.
Bunlar olurken “biraz sabır” çağrısına kulak asmayan metal işçilerinin grevi MESS patronlarının “direktifiyle” uydurulan “milli güvenliği bozucu” gerekçesiyle yasaklandı. Birçok işyerinde işçiler “sabrı” toplu sözleşme masasında dayatılan sefaleti reddettikleri için uzadıkça uzayan grevlerle gösteriyor. Egemenlerin istediği “sabır” bu değil, o nedenle de uzadıkça uzuyor.
Polonez’de 90’ı kadın 149 işçi bizzat Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin tespitiyle sendikalaştıkları için işten atıldılar. O bakanlık patrona para cezası bile kesti. Ama sonra hiçbir adım atılmadı. İşçiler, 150 gündür çalmadıkları kapı, yaşamadıkları zulüm kalmayınca bu tespitleri yapıp patrona ceza kesen bakanlığa mekanında hesap sormak üzere Ankara’ya yürümek istediler. Karşılarına polis barikatları, ölçüsüz şiddet, gözaltılar, ters kelepçeler çıkarıldı. “Tek bir lokma yemiyoruz, konuşmuyoruz” dediler, bir haftadan fazladır açlar ve beton zeminde yatıp kalkıyorlar; ama muhataplarının umurunda değil bu. Çünkü devir açlığa sabır gösterilmesinin istendiği bir devir. Direnişte gösterilen sabır anında “ihanet” olarak kodlanıyor. Çünkü emekçiler o direnişlerle kazanırlarsa örnek olacaklar, diğer işçi ve emekçilerin cesaret kazanmasına neden olacaklar.
Liste uzayıp gider bu cephede. En son insanca yaşam, güvenceli iş talebiyle Meclis’e Hakkımı Ver kampanyası yürüten emekçilerin final yürüyüşüne yönelik saldırganlık bile başlı başına çok şey anlatıyor.
Bunlar yaşanırken Suriye’de çatısı altında 11 cihatçı örgüt barındırıp İdlip’te IŞİD’in hayali olan İslami bir “emirlik” kuran HTŞ, nam-ı diğer El Kaide ya da El Nusra ile MİT Başkanı Kalın aynı kareye girerek fotoğraflandılar. Daha düne kadar “terörist” dedikleri ama el altından ihya edip akıl hocalığı yaptıkları HTŞ’yi ve sayısız cihatçı çeteden oluşan paralı SMO’yu bağırlarına basanlar yatıp kalkıp “sınırlarımızın dibinde terör örgütü istemiyoruz” diyerek Rojava’yı hedef göstermeye devam ediyorlar. Sınırlarının dibi müstakbel bir cihadistan olmuşken, bu cihadistanın özneleri daha düne kadar “terörist” olarak tanımlanmışken, onlar değil Rojava tehlike olarak kodlanıp tarihsel Kürt düşmanlığının köpürtülmesi için yapılmayan kalmıyor.
Oysa Suriye’deki “zaferleri” ile tüm bölgeyi bir cihadistan haline dönüştürme özgüveni kazanan, bölge gericilikleri ve emperyalist güçlere “sizin çıkarlarınız bizim çıkarlarımızdır” garantisi vererek kapıları sonuna kadar açtırmaya çalışan bu güçler artık sınırların dibinde değil bizzat içinde. Yarın neler olabileceğini anlamak için Pakistan’a bakmak yeterli.
Bu kara tablo içinde Rojava bambaşka değerleri temsil ediyor. Tam da bu nedenle çevrelenmiş durumda. Türk tekelci burjuvazisinin siyasi temsilcisi olan iktidar bloku saldırmaya hazır şekilde bekliyor. Mesele hem Suriye’nin yüzde 40’ı anlamına gelen ve tarımdan enerjiye belli başlı kaynaklara sahip olan bu bölgeyi kendisi için sömürü ve yağma alanı haline getirmek ama hem de Kürt halkının bütününün özgüvenini, moral değerlerini çökertmek.
Bu karanlık içinde bambaşka değerleri temsil etmekle ayakta duran Rojava, bölgenin bir cihadistana dönüşmemesinin en büyük garantisidir. Onun garantisi de dünyanın ilerici-demokrat insanlığı olmalı. Kadınlar başta olmak üzere Rojava’da simgeleşen değerleri korumak tarihsel bir sorumluluktur. Tarihin bu kritik anında bunun önemsenmeyip ihmal edilmesi affedilmez bir hata olacaktır.
Asgari ücrete üç kuruşluk artışı bile çok gören, sendikal örgütlenme hakkına ceberutça saldırılmasına, işçilerin canına sudan ucuz muamele yapılmasına seyirci kalan ama fetihçi hayallere oluk oluk para akıtan bu iktidara da Suriye pastasından pay kapmak için sıraya girmiş patronlar sınıfına da verilecek en iyi yanıt tepe tepe kullanılan şovenizmi sınıf mücadelesinin ateşinde yakıp yok etmektir.