Bir oyun kurgulanmış gidiyor. Yarını meçhullerle dolu. Tek tek bireyler de değil, halkların, toplulukların, kültürlerin, cinslerin yaşam ve özgürlük hakları ölüm kılıçları altında inim inim inletiliyor. Suriye’nin hali ortada. Beyni ve yürekleri ölüm ve talandan başka bir şey bilmez kılıklılar iktidar hevesiyle yaşamı doğruyor. Rojava, bir halkın, halkların, kültürel tarihlerinin kavşağında yenilemek ve kalıcılaştırmak istedikleri özgürlük ve demokrasi umudu ve deneyimi yeniden toprağa gömülmek isteniyor. Oğul ve kızları direniyor. Oğul ve kızlarının cansız bedenleri toprağa düşüyor. Kadın ve çocukları kaçırılıyor, ölümlerden ölüm dayatılıyor. Yaşam kaynağı Fırat, siyasi emeller uğruna ölüm sınırına çevrilmek isteniyor. Tam da böylesi bir dönemde kulakları ve gözleri buraya kilitlenmesi gerekenler, aynı halkın farklı coğrafyalarında, mesela Amed’de bulunan bireyleri ne yapıyor? İnsanın bin defa söylemeye cüret edemeyeceği şeyi yapıyor, bazıları Amedlileri Amedspor maçını izlemeye çağırıyor.
Halkın bin bir emekle yönetimlerini yeniden kazandıkları belediyelere kayyumlarla el konulduğunda da aynı şeyler yaşanıyordu. Amedspor maçı kayyumu protesto etmekten daha önemli görülüyordu. Dahası tribünlerde toplanarak bağırmak “kayyuma tepki” olarak görülüyordu. Hemen her gün yanı başlarında bir kadın dövülürken, kaçırılırken, öldürülürken ya da eziyet görürken, çöplüklerden beslenirken tribünlerde “Jin Jiyan Azadî” diye pankart açılıyordu, ama ne yazık ki siyasal bir değeri pek fazla olmuyordu. Hemen söylemek gerekir, bir halkın özgürlük ve demokrasi davası tribünlere sığamayacak kadar büyük, amansız ve yaşamsaldır. Ama ne oluyorsa, hangi akıl nasıl bir oyunu kurgulayıp pratikleştiriyorsa belli ki bunu temelsiz yapmıyordu. Zayıflığı ve yapılamayanları bilerek bunu yapıyordu. Siyaset şu veya bu halkın bir spora duyduğu ilginin sorumluluğunu asla bilmez, duygularının zerresini bile önemsemez. Ondan nasıl yararlanacağına bakar veya içini boşaltarak ona yön vermeye çalışır. Olan ne yazık ki biraz böyle.
Eğer bir halk kalıcılaşmış, işlevselleşmiş siyasal, kültürel, sosyal vd. kurumlarından yoksunsa, yoksun bırakılmışsa, örgütlenmesi dumura uğramış ya da zayıflatılmışsa bir spor etkinliğini, bir kültür veya sanat faaliyetini de doğru yapamaz, yapsa da anlamından uzak kalır, halkın özgürlük ve demokrasisine katkı sunmaz. Siyasal geleceği tehlikede olan, bırakalım siyasal geleceğini, varolma hakkı bile tanınmayan bir halkın kendini ifade etme araçlarına ve yöntemlerine ne kadar dikkat edilse, üzerinde ne kadar titizlikle durulsa yeridir. Şimdi ve yeniden şunu sorabiliriz: Rojava’da tarihin en yakıcı dönemlerinde biri yaşanırken Amedliler “Haydi Amedspor maçını izlemeye gidelim” diyebilir mi?
Şu rahatlıkla belirtilebilir, Amedspor ne Barcelona’dır, ne Atletico Bilbao. Veya ne de dünyadaki herhangi sıradan bir futbol takımı. Sanki özgürlük ve demokrasisi tanınmış, kimliği kabul edilmiş bir halk var da normal koşullarda spor karşılaşmaları yapabilirmiş gibi yaklaşım gösteriliyor. Oysa özgürlük ve demokrasi hakkı tanınmayan bir halkın takımını da kimse tanımaz. Tanısa bile bir fiskeyle dağıtabilir ya da yerine kimsenin çok farkında olmadığı yeni bir takım inşası yapar. Amedliler nerdeyse iki yıldır Amedspor’u ve yönetimlerini tartışıyor. Hem de kendisinin içinde olmadığı, belirleyemediği bir takım ve yönetimi. İspanya ve dünya ne Katalanları ne de Basklıları inkâr ediyor oysa. Her iki ulus da milli kimliklerinin bağımsız kimlikler olarak tanınmasını istiyor yalnızca. Kürtler için durum böyle midir? Olmadığı ortada. O zaman Amedspor’un tek başına varolması, hatta Süper Lig’de oynayacak olması mevcut durumu ortadan kaldırır mı? Kesinlikle kaldırmaz. Şu haliyle bile hayli olumsuz rol yüklenerek halkın özgürlük ve demokratik kimliğini saptırma, içini boşaltma gibi bir role de büründürülebilir. Ve ne yazık ki olan biraz da budur.
Bir; Kürt kimliği bütün dayatmalara, katliamlara, soykırımlara rağmen yaşayan ve yaşatılan bir kimlik durumundadır. Kendine Kürt demekten utanan bir halk ve bireyden şimdi her yerde ve her koşulda gururla seslendirilen ve sahiplenilen bir kimliğe dönüştürüldü. Yani Kürt’ün kendini inkâr etmesi de bitirilmiştir. Diğer bir ifadeyle Kürt olarak varlığını kalıcılaştırmıştır. Hain ve işbirlikçilerin dışında halkın ezici çoğunluğunda bu var edilmiştir. Düşmanları henüz bunu tanımamış, kabul etmemişse de bu artık bir gerçekliktir. Soykırımın ısrarla sürdürülmesi de bu nedenledir.
İki; Dahası Kürtlerin kendini özgürlük ve demokrasisi temelinde inşa mücadelesi düşmanları için asla kabul edilmez olarak görünmektedir. Bu durumda Kürtlerin yaptığı nedir? Kendini bütün boyutlarda örgütleyerek kalıcı kılma mücadelesidir. Bu da özgür ve demokratik kurumlarını oluşturma ve yaşatmayla ilgilidir. Peki bir kültürel-sportif faaliyet olarak özelde Amedspor’un durumu böyle midir? Kesinlikle değildir. Amedliler, Kürtler takımı sahiplenirken başkalarının ceplerini nasıl doldurduğunu sanırım pek bilmez. Amed’in yeni Arena’sı ve gladyatörlerinin sahne almasına da fazla zaman kalmadı sanki. Rojava’da ne mi olmuş, Zap’ta, Van’da… neler mi olmuş; gerçeklikten kopmak herhalde böyle olmalı!..
Futbol stadyumları artık birer arenadır. Zaten çoğunun adının başında veya sonunda “Arena” vardır. Açık alanda kılıçlar, bıçaklar ya da zincirlerle birbiriyle ölesiye dövüşen gladyatörler yok, ama sayıca onlardan daha fazla futbolcu var sahada. Hemen herkes neredeyse kendinden geçmiş bir şekilde çağın bu gladyatörlerini izliyor. Gladyatörlerin bu kadar fanatikçe takip edilenlerinin olduğunu sanmıyorum. Bir sektör olarak birikim oluşturması bile aslında çok sınırlıydı. Ama sadece bir futbolcu milyon dolarlar karşılığında futbol oynuyor. Etrafına dönen kumarı da dahil edilirse nasıl bir endüstri haline geldiği belki biraz anlaşılabilir. O günün gladyatörü bir karşılaşmanın ölümle sonuçlanacağını biliyordu. Şimdiki ise gol attığında ya da takımı kazandığında etrafına ne kadar paranın döndüğünü hesaplıyor. Şu futbolcuların yüzlerine bakın, nerdeyse hepsi çok ciddi. Yüzlerinin güldüğünü bile göremezsiniz. Ölüm kalımın ciddiyetinden paranın yüzsüz hale getirdiği yüzlere bakın. Yaşamın doğal halini spor etkinlikleriyle de anlamlandırmış insanlık “profesyonel” haliyle nasıl da doğallık karşıtı duruyor değil mi?
Şimdi Amedlilere ve Kürtlere dayatılan da bu. Sanki çağdaş olmanın ölçütü buymuş gibi. Oysa Siyasal özgürlük yoksa sporun kıymeti yalnızca kültürel yabancılaşmaya hizmet eder. Kaldı ki hiçbir spor faaliyeti özgür koşullarda ve doğal haliyle yapılandan daha değerli, daha anlamlı ve zevk verici olamaz. O halde öncelikle yapılması gereken bir spor takımını öne alarak değil, tam da bu zamanda ulusal sorumluluklarını, yapılması gerekenleri yapmaktır. Yaman günler ancak böyle aşılabilir. Siyasal özgürlük yoksa sporun kıymeti yalnızca kültürel yabancılaşmaya hizmet eder.