Türk-Kürt ilişkilerinde barışçıl bir çözüm, tarihsel ortaklıkların yeniden hatırlanması ve bu temelde yeni bir diyalog sürecinin inşası ile mümkün. Günümüzde siyasi ve diplomatik adımlarla Kürtlerin barışçıl bir çözüm için sergilediği çabalar, Türkiye tarafından ne kadar karşılık bulacak göreceğiz
Fırat Can Arslan
Kürtleri bölgede kendisi için bir tehdit unsuru olarak gören Türkiye devletinin önünde iki seçenek duruyor. Ya bin yıllık tarihsel Türk-Kürt ittifakını yeniden halklar için bir umut olarak önüne koyacak ya da karanlığa teslim olacak.
Suriye’de yaşanan gelişmeler, yalnızca ülkenin iç dinamiklerini değil, bölgesel dengeleri de derinden etkiliyor. Şam’da Beşar Esad rejiminin sona ermesiyle Suriye’de iç savaş yaklaşık 13 yıl sonra kritik bir dönüm noktasına ulaştı.
Suriye’de oluşan yeni denklem, Suriye’nin politik ve sosyal dokusunda köklü değişimlere yol açacak bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Esad rejiminin düşüşüyle Suriye halkı arasında yeniden birleştirici bir politika geliştirilmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Ancak özellikle HTŞ ile Türkiye destekli ÖSO çeteleri arasındaki ideolojik ayrılıklar, bu sürecin kolay olmayacağını gösteriyor. Ayrıca, ülkeden ayrılan milyonlarca mültecinin geri dönüş süreçleri ve Esad yanlısı Suriyelilerin çekinceleri de ülkedeki sosyal çatışmaları etkileyecek önemli bir faktör olarak yansıyor.
Bölgesel hegemonik güçler
Suriye’deki yeni denklem, küresel hegemonik güçler olan ABD ve Rusya’nın yanı sıra bölgesel hegemonik güçler olan Türkiye, İran ve İsrail başta olmak üzere diğer ülkeleri de yakından ilgilendiriyor. Suriye’nin içerisindeki kaosu fırsata çevirmek isteyen Türkiye ise Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürt kazanımlarına dönük Neo-Osmanlıcı politikalarını da hızlandırma gayretinde. Bölgedeki projeleri açsından kaybettikleri stratejik avantajı telafi etmek için yeni politikalar geliştirebileceği ifade edilen İran ve Rusya ise henüz sessizliğini koruyor. Rusya güçlerinin HTŞ saldırılarının ilk gününde Suriye’den çekilmesinin arkasında her ne kadar Ukrayna ile devam eden savaş sürecinin etkili olduğu yönünde fikirler geliştirilse de bu konuda çok yönlü tartışmalar yürütülmeye devam ediyor.
Kürtler ve talepler
Suriye’deki yeni dönem, Kürtler ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi açısından büyük önem taşıyor. Rejimin çöküşü, bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirme potansiyeline ve Kürtler için daha bağımsız bir yönetim inşa etme fırsatı sunuyor. Özellikle Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) hâkim olduğu bölgelerde, daha geniş bir otonomi talebi, uluslararası alanda daha güçlü bir şekilde dile getirilebilir. Bu da Fırat’ın doğusunda inşa edilecek bir federatif bölgenin petrol kaynakları ve stratejik noktaların Kürtler tarafından yönetilmesi anlamına geliyor.
ABD ne yapacak?
Kürtler açısından en büyük risk ise Türkiye’nin geniş konseptli bir saldırı yapması olarak değerlendiriliyor. Türkiye, bölgedeki Kürt güçlerini doğrudan ulusal güvenlik tehdidi olarak görmesi dolayısıyla, bu süreçte kazanımlara dönük hem diplomatik hem de ÖSO çeteleri aracılığıyla doğrudan saldırılarını sürdürüyor. Bu yönüyle Kürtler açısından uluslararası destek kritik bir rol oynayacak. QSD’ye dönük destek beyanları devam etse de ABD’den henüz net bir hamle gelmedi. QSD Genel Komutanı Mazlum Abdi, son açıklamalarında uluslararası koalisyon güçlerinin Türkiye ile görüş alışverişinde bulunduklarını ifade ederken, “Bize düşen ne olursa yapmaya hazırız” mesajını verdi. Abdi, Türkiye ve desteklediği paramiliter güçlerin saldırdığı Minbic Kantonu’ndaki ateşkes anlaşmasına dair ise “Uluslararası güçler de içinde, Türkiye ile görüşmüşlerdi ve biz de bunu kabul ettik” sözlerini kullandı.
Abdi’nin açıklamaları, Suriye’nin karmaşık siyasi ve askeri dinamiklerini anlama açısından önemli bir çerçeve sunarken, açıklamada üç temel başlık ön plana çıkıyor: DAİŞ’e karşı yapılan hamleler, HTŞ ile ilişkiler ve Suriye’nin geleceğine dair çözüm arayışları.
Çözüm çabaları
Abdi’nin, HTŞ’nin Halep’e yönelmeden önce QSD’ye “Hedefimiz siz değilsiniz” mesajı ilettiğini belirtmesi, Suriye’deki karmaşık ittifaklar ve ilişki ağlarını da ortaya koyuyor. HTŞ ile QSD arasında doğrudan olmasa da dolaylı bir iletişim olduğu ve sorunları çözme yönünde bazı adımlar atıldığı anlaşılıyor. Burada ilginç olan, Abdi’nin bu görüşmelerin yalnızca HTŞ ile sınırlı kalmayıp Şam yönetimi de dahil olmak üzere diğer aktörlerle genişletilmesi gerektiği yönündeki açıklaması. Zira bu açıklama; QSD’nin Suriye’nin bir parçası olarak merkezi hükümetle ilişkilerini geliştirme arayışında olduğuna işaret ediyor.
Güç dengeleri
QSD’nin Til Rifat ve Şehba’da alınamayan önlemler konusundaki eleştiriler, Abdi tarafından Türk-Rus işbirliği çerçevesinde açıklanıyor. Rusların QSD’den yardım talebine karşılık, QSD’nin kendi sorunlarına odaklandığını ve bu nedenle destek veremediğini ifade etmesi, QSD’nin kaynaklarını önceliklendirme zorunluluğunu ortaya koyuyor. Gelişmeler, Suriye’deki güç dengelerinin ne kadar hızlı değişebileceği bir kez daha gösterdi.
Siyasi dönüşümün zorlukları
Abdi’nin “Suriye’de yeni bir dönem başladı” ifadesi, geleceğe dair belirsiz ama umut dolu bir perspektif sunuyor. Esad yönetiminin şimdiye kadar siyasi çözüme yanaşmaması, ancak şu an bazı girişimlerin başladığına dair söylemleri, Suriye’de siyasi bir dönüşüm arayışının zorluklarını ortaya koyuyor. Fırat’ın doğusu ve batısı arasındaki sınırları kontrol eden gruplar arasında belirginleştiği bir süreçte, Abdi’nin her kesimin temsil edilmesi gerektiğini vurgulaması, kapsayıcı bir çözümün gerekliliğini hatırlatıyor.
Birlik vurgusu
Mazlum Abdi’nin açıklamaları, QSD’nin stratejik hedeflerini, bölgesel dinamiklerdeki rollerini ve çözüm arayışlarını anlamak için kritik bir kaynak. Ancak bu açıklamalar, aynı zamanda Suriye’deki siyasi çözüm sürecinin ne kadar karmaşık ve uzun soluklu olabileceğini de gösteriyor. Çeşitli aktörlerin birbirine olan güven eksikliği, ittifakların geçiciliği ve çıkarların sürekli değişmesi, sürecin zorluğunu artırıyor. Bu bağlamda, Abdi’nin “Birlik olma zamanı” vurgusu, sadece Kürtler için değil, tüm Suriye için önemli bir mesaj taşıyor.
Suriye’nin geleceğinde diyalog kanallarının açık tutulması ve kapsayıcı bir sürecin inşa edilmesinin gerekliliğini vurgulayan bu açıklamalar, sürecin yalnızca askeri değil, derin bir siyasi ve toplumsal dönüşümü de beraberinde getireceğine de dikkat çekiyor.
Mücadele geleneği
Her ne kadar uluslararası diplomasi kanallarının yoğunlaşacağı bir süreç ile karşı karşıya olsak da bölgedeki mevcut Kürt kazanımlarının 2014 yılında DAİŞ’e karşı geliştirilen direniş tuğlalarıyla inşa edildiğini unutmamak gerek. Aslında Kürtler tarih boyunca yaşadıkları coğrafyada sürekli olarak varlıklarını koruma, kimliklerini savunma ve haklarını elde etme mücadelesi verdi. Bu direniş kültürü, yalnızca bir coğrafi mücadeleden ibaret değil, aynı zamanda kültürel, siyasi ve toplumsal bir özgürleşme çabası olarak öne çıkıyor. Kobane’deki 2014 direnişi de Kürt halkının tarihten bugüne taşıdığı bu mücadele geleneğinin çağdaş bir örneği olarak, dünya sahnesinde dikkat çekici bir etki yarattı. DAİŞ’e karşı kazanılan zafer, Kürtlerin askeri ve siyasi anlamda bir irade koyarak uluslararası bir aktör haline gelmesini sağladı. O direniş tuğlaları, bugün Kürtlerin varlığını, benliğini sağlamlaştırıyor.
Ya ittifak ya karanlık
Mazlum Abdi’nin açıklamaları da o direniş kültürünün devamlılığını yansıtırken, Kürtlerin mücadelelerini diplomasi ve siyasetin de direniş ile eş güdümlü ilerletilmesi gerektiği yönünde. Bugün QSD’nin bölgedeki rolü, geçmişte Kürtlerin kendi kaderini tayin etme mücadelesinin hakim bir uzantısı. Fırat’ın doğusundan batısına, DAİŞ’le mücadeleden HTŞ gibi diğer aktörlerle kurulan ilişkilere kadar her hamle, Kürtlerin hak arayışının yeni bir sahnesini oluşturuyor. Bu yönüyle; Kürtleri diplomasi ve bombalar kıskacına sıkıştırma seçenekleri gerçekçi görünmediği gibi sahada da karşılığı görünmüyor. Sadece bir halk olarak değil, bölgedeki farklı etnik ve dini gruplarla birlikte ortak yaşamı savunan bir duruş sergilemeye devam ediyor. Bu da onları yalnızca askeri mücadeleyle değil, toplumsal projeleriyle de önemli kılıyor. Abdi’nin Şam’la çözüm arayışı ve tüm taraflarla görüşme vurgusu da bu geniş perspektifin bir göstergesi.
Bu yönüyle Kürtleri bölgede kendisi için bir tehdit unsuru olarak gören Türkiye devletinin önünde iki seçenek duruyor: Ya Kürtlerle ittifak ya da karanlık bir gelecek.
Türk-Kürt ilişkileri ve Öcalan’ın perspektifi
“Devlet aklıyla” yok edilmek istenen iki halkın ilişkilerine çözümlemelerinde sık sık yer veren PKK Lideri Abdullah Öcalan, Türk ve Kürt halklarının geçmişte ortak bir medeniyet inşa ettiğini, ancak modern ulus-devlet süreçlerinin bu ilişkiyi parçaladığını vurguluyor. Öcalan’ın perspektifine göre Kürt halkının özgürleşmesi, aynı zamanda Türkiye toplumunun özgürleşmesini de sağlayacak bir dinamik yaratabilir. Öcalan’ın şu sözü bu bağlamda dikkat çekici: “Kürt sorununun çözümü, demokratik bir Türkiye’nin inşası ile mümkündür. Kürtler ve Türkler, birlikte barışçıl ve özgür bir yaşamı yeniden inşa edebilir.” Bu anlayış, sadece Kürt halkının haklarını savunmakla sınırlı kalmaz; aynı zamanda çatışmalarla dolu bir tarihten öğrenilen derslerin günümüzde bir çözüm modeline dönüşebileceğini gösteriyor.
Öcalan: Her savaşın bri başırı vardır
Nitekim, Mazlum Abdi’nin açıklamaları, Kürtlerin direniş kültürünün bugünkü siyasi mücadeleyle nasıl birleştiğini ortaya koyarken, Abdullah Öcalan’ın belirlemeleri de mücadeleyi daha geniş bir tarihsel bağlama oturtuyor. Kürt halkının hak mücadelesi, bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasında temel bir rol oynuyor. 2014 yılındaki Kobanê zaferinden bugüne kadar gelen süreç, Kürtlerin yalnızca bir direniş halkı değil, aynı zamanda bir çözüm gücü olduğunu gösteriyor. Türk-Kürt ilişkilerinde barışçıl bir çözüm, tarihsel ortaklıkların yeniden hatırlanması ve bu temelde yeni bir diyalog sürecinin inşası ile mümkün. Günümüzde siyasi ve diplomatik adımlarla Kürtlerin barışçıl bir çözüm için sergilediği çabalar, Türkiye tarafından ne kadar karşılık bulacak göreceğiz. Öcalan’ın, “Her savaşın barışı vardır. Barışı bilmeyenler savaşı yüzüne gözüne bulaştırır. En güzel barış savaştan daha zordur” sözleri ise dipnot niteliğinde.