Her şeyin silah ve şiddetin gölgesinde, yoğun gerilim ve çelişkiler eşliğinde, ikilimler üzerinden yürütülmeye çalıştığı bir yerde, demokratik bir tutum, çözüm ve siyaset önerisine karşı gelmek Türkiye’ye bir şey kazandırmaz. Sadece anı kurtarma üzerinden bakılırsa orta ve uzun vadedeki kaybedişler görülmez. Tarihin gerçekleri varken, Kürtlerin de gerçekleri vardır
Tayip Temel
Demokrasi, üzerine birçok tartışma yapılan bir kavramdır. Ancak onun bir “zihniyet meselesi” olduğu gerçeği pek sorgulanmaz. Demokrasiye bir zihniyet olarak bakıldığında, başta Rojava olmak üzere, Kürtlerin bu kavrama nasıl bir anlam yüklediği de daha iyi anlaşılabilir.
Günümüz siyasetinde, demokrasinin giderek bir araç haline getirildiği açıktır. Özellikle artan popülist yönetimlerde, demokrasi bazen faşizme geçiş için bir ön basamak olarak kullanılmaktadır. Kimi aktörler kendi askeri düzenlerini dayatırken, kimileri ise baskıcı modellerini güçlendirmek için demokrasiyi alternatif bir maske olarak sunmaktadır. Bu durum, demokrasinin araçsallaştırıldığını ve her kesimin onu kendi çıkarları doğrultusunda yorumladığını gösteriyor. Burada ortak olan aldatmaca ise “Toplumun faydası için yapıyoruz” söylemidir. Oysa bu süreçler, toplum yararına değil; tam tersine, toplum karşıtı bir anlayış temelinde yürütülmektedir.
2025 yılına günler kala, dünya genelinde demokrasinin ciddi bir erozyona uğradığı görülüyor. Çok kutuplu dünya düzeninde demokrasi, bir değerler sistemi olmaktan ziyade bir güç mücadelesinin yüzü haline gelmiştir. Avrupa’nın övündüğü ‘demokrasi’ algısı son Ukrayna, Filistin ve mülteciler üzerinden tuzla buz oldu.
Ortadoğu penceresinden demokrasiye bakıldığında, bu kavram daha da netleşir. Burada sözler değil, yapılanlar önemlidir; tüm kavramlar, eylemlerle çıplak hale gelir. Genel kanı, Ortadoğu’daki yapısal nedenlerden ötürü demokrasinin kök salmadığı yönündedir. Ancak bu doğru değildir. Tam aksine, Ortadoğu, demokrasinin derin köklere sahip olduğu bir coğrafyadır. Bugünkü sorunlar bu gerçeği değiştirmez. Ortadoğu’da ulus-devletlerin kuruluşuyla birlikte demokrasinin unutulması arasında bir bağ vardır. Bu bağ, kutuplaşma, teklik, hak ihlalleri, inkâr, şiddet ve eko-kırım gibi olumsuz yansımalar yaratmıştır.
Biz de bu kabul üzerinden yaklaşacağız meseleye.
En başta ifade etmek gerekir ki; Kürtler açısından demokrasi, yalnızca bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bir “varoluş mücadelesi” anlamına gelir. Ezilen bir halkın gerçeği olarak demokrasi, Kürtler için sahici bir yaşamsal talep, barış ve özgürlüğün anahtarıdır. Demokrasi bizler için bir kavramdan ziyade, içselleştirilmiş bir yaşam biçimidir. Bu bağlamda Rojava, sadece Kürtler için değil, insanlığın kolektif mirasına eklenmiş benzersiz bir demokrasi deneyimi sunmaktadır.
Kısaca bu vurgular Şam’ın düşüşü ve 61 yıllık Baas rejiminin çöküşü ile doğrudan ilgilidir. Ortadoğu’da her yıkılış ve çözülüşün Kürtlerle ve Kürt meselesi ile yakından ilgisi vardır. Sayın Abdullah Öcalan bu hakikat üzerinden durumu analiz ederek, “Gerek uygulamada sıkça kullanımı gerekse özüne ters biçimde yorumlanması, demokrasi kavramının doğru tanımını önemli kılmaktadır” diyerek demokrasilerin de yozlaşabileceği uyarısını yaptı. Ayrıca toplumsal demokrasinin neden bir çıkış olacağını ifade etti.
Özetle merkezileşmiş devlet yapılarının yerine halk meclisleri ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kadınların özgürleşmesi, ekolojik bir toplum vasfı demokrasinin ana sütunlarını oluşturmaktadır. Rojava’yı bu akstan okumak gerekir.
Çünkü Rojava’da demokrasi, temsili değil, katılımcı ve doğrudan bir sistem olarak ele alınmıştır. Etnik ve dini çoğulculuk, eşbaşkanlık ve yerel demokrasinin temel ilkeler olarak benimsendiği bu model; ulus-devlet eleştirisine, kadın özgürlüğüne ve ekolojik paradigmaya dayanır. Bu model, barış ve toplumsal uzlaşıyı esas alarak halkların ve hakların güvencesi olmuştur. Esad rejiminin on yıllardır şiddetle reddettiği bu sistem, Rojava’da bir çözüm modeli olarak somutlaşmıştır.
Ortadoğu’da şu an hiçbir yapı, iktidar veya toplumsal tabaka, halklar için sürdürülebilir bir çözüm önerisi sunamamaktadır. Ancak Suriye’de Kürtler, demokratik konfederalizm modeliyle bu boşluğu doldurmuş ve çağı aşan bir toplumsal sözleşme önerisiyle yanıt vermiştir. Bu gerçeklik, Rojava’yı hedef haline getirmiştir. Rojava’nın ortaya koyduğu değerler, saldırıların ve işgal girişimlerinin arkasındaki asıl nedendir.
8 Aralık’ta Şam’ın düşmesi hem Ortadoğu hem Suriye sahası ve buradaki aktörler açısından yeni bir tarihtir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Dikkat edilirse HTŞ son derece ılımlı görüntü çizerek bu geçiş sürecini atlatmak isterken “demokrasi” demeden tek adam eleştirisi yapıyor, halkların ve inançların özgürce yaşamasından bahsediyor. Halkların iradesini eline alması ve Suriye’nin Suriyelilerce yönetilmesi gerektiği belirtiliyor.
Son günlerde ise şeriat kurallarına dayalı bir yönetim uygulayacaklarını ifade ettiler.
Başta Avrupa olmak üzere açıklama yapan ülkeler (Türkiye dahil) Suriye için demokratik bir düzenden bahsediyor. Hatta bu istem, HTŞ övgüsü ile yapılıyor. Suriye sahasında yaşanan gelişmeler, Kürtlerin demokratik temelde kabulü ya da reddi üzerinden şekillenecektir.
Tam bu noktada Rojava’nın baştan beri siyasal çözümü eksen alan tavrı önemlidir. Çözüm isteyen veya istemeyen herkesi netleştirmiş oluyor. Mazlum Kobanî’nin “Rusya bizden HTŞ’ye karşı savaşmamızı istedi” açıklaması bu bağlamda sahadaki bazı dengeler ve güçlerin neye yoğunlaştığını göstermesi açısından not edilebilir.
Halkların birlikte yaşaması, haklarının anayasal güvenceye alınması, ancak bu temel adımlarla mümkün olacaktır. Bugün etnik, dini ve mezhepsel farklılıklara rağmen, demokratik konfederal bir sistemin yaşama geçirilmesi, özellikle Şam için hayati bir ihtiyaçtır. Süryaniler, Araplar, Ermeniler, Türkmenler ile ittifak halinde olan Kürtlerin esas motivasyonu, demokrasiyle hemhal olmuş ve böylece varlığını sürdürmede garanti olmuş bir yönetimdir.
Her şeyin silah ve şiddetin gölgesinde, yoğun gerilim ve çelişkiler eşliğinde, ikilimler üzerinden yürütülmeye çalıştığı bir yerde, demokratik bir tutum, çözüm ve siyaset önerisine karşı gelmek Türkiye’ye bir şey kazandırmaz. Sadece anı kurtarma üzerinden bakılırsa orta ve uzun vadedeki kaybedişler görülmez. Tarihin gerçekleri varken, Kürtlerin de gerçekleri vardır. “Kürtleri izole, Türkiye’yi izale” formülü doğru değildir. Kürt meselesi ile demokrasi meselesi arasındaki bağı doğru görmeyen her süreç yanlıştır. Bu bakımdan DEM Parti ‘Rojava geleceğin de test alanıdır’ derken bir hakikati vurguluyor. Devlet aklı bunu artık görmelidir.
Rojava, demokratik yönetim için gerekli tüm unsurları barındıran bir çözüm modelidir.
Bunu görmezden gelen, reddeden herkes büyük yanılır ve büyük kaybeder. Halkların talebi göz ardı edilemez. Çünkü tüm farklılıkları ile Rojava, yaşamı lanet ve nimet ikileminden çıkararak, üçüncü bir yol sunmaktadır. Bu model, yalnızca Ortadoğu için değil, tüm insanlık için ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.