Biraz daha zaman olsaydı, sonlar bu kadar meraklı olmasaydı, her şey çok farklı olabilirdi. Kuşkular, kaygılar hep bir şeyleri bitirir çünkü başlangıçlar her zaman yolları değiştirir ve genişletir de; insan bir girer bin çıkar, insan bir girer bir daha çıkmaz. Dünya böyle nam salmış hayata.
Patlıyor bir yerler, insanlar ölüyor ve sınırlar çiziliyor. Barbar dünya düzeni, dehşet yamyamlık, birbiriyle yarışan vahşet, insani korkuların pornosu, her şey naklen ve süratle giderken, gelecek bekleniyor. Acemi bir günahkar değil insan, aceleci bir sıradan, sıradanlaştıran.
Değişim her şeye muktedir, herkes bunun için hep içeride ve peş peşe bir şeyleri yitirmekle meşgul. Özgürlük bir hayaldi, bir rüyaydı ve güzeldi. Öyle bir güzel ki rüzgarı bile yoldan çıkarırdı. Eşikler eşitlerdi, bir şeylerin ağırlığı kendi tarafını taşırdı, omuz omuza bir yürümek her şeye iyi gelirdi.
Gün içi ve gün dışı bir hayat var, herkes oranın içinde. Bazen kalabalıklara karışır, bir yerlere yerleşir. Öfke dağılır bir gün ve yeni şarkılar bestelenir, şiirler yazılır ve o anların resimleri çizilir. Birileri hayatı oyun sanıyor, birileri o hayatı yaşıyor. Hayat oyun sanıyor birilerini, birileri oyun gibi yaşıyor.
Sıradan sırlar ve sınırlar hayata durmadan teşebbüs ediyor, kavşaklar, yamaçlar, kıyılar ve mayınlar gösteriyor. Her an bir başka ihtimalin ve bir ihmalin yanı başında. Göstermek dünyası, görünmek mecburiyeti, görmek baskısı. Sonrası insanın ne kendini ne de başkasını görmesi.
Anlamakla yaşamak arasında uçurumlar büyüyor, köprüler yıkılıyor, nehirler kuruyor. Bir ses geliyor, bir fısıltı ve yayılıyor; umut tökezletebilir, öfke yol gösterebilir. Her an her şeye gebe kalınca, sorular sorunlarla, cevaplar tezatlarla çarpışırken, bir basamak görünür, merdiven gibi. Eski bir gerçektir; adımlar yolu başlatır.
Haber bültenlerinde ne hayatlar yaşanıyor ne hayatlar bitiyor. Felaket ve bir sürü kelime yan yana, aynı cümlede hayata karışıyor. Hayatlar hatalara, hatalar da hayata karıştığından beri, insanlar birbirine bakmaktan kendilerine bakmayı hatırlayamıyor.
Gökyüzü ve gözyaşı aynı duada ve bedduada bir pencere. Kıyamet gibi gündelik hayatlar, naklen yaşanan kıyımlar ve yıkımlar çevremizi kuşatmış. Nereye baksak enkaz, kime dönsek hasar almış çehrelerin aurası. İnsan bildiği her yerden düşermiş, insan bildiği herkesten kaçarmış. Günler böyle de devredermiş hederi ve kederi.
Sıkıntılar insanı bir başka yere ve başkasına sızdırıyor. Kendinden vazgeçen, kendini tanımayan, kendini kaybeden insanlar zinciri bir halka oluyor ve çember her gün daralıyor. Sıkışan ve sıkılan her şey kendine bir yer açar, en olmadı kendisi yer olur. Değişmek böyle de olur diyor dünya, genişlemek böyle de olur diyor sonra da. Elbette ve yine bir tekrar dönüp duruyor çeperimizde.
İhtişamlı düşüşler çağında, zaman iltimas geçiyor ve her şey biribiriyle kıyaslanıyor. Karanlıklar aydınlıkla, yaşam ölümle, dünya hayatla, aşk ayrılıkla, iyilik kötülükle. Oysa bir düello gerekiyor ve getirmek gerekiyor. Hayatlarımıza ve hayatsızlığımıza bir rest, ardından bir jest ve sonra da bir düello haktır, hakkımızdır. Dünya döndükçe, insan da öldükçe haklıdır bu hayatta ve hayat da haklıdır. Herkese düşüşler ısmarlandı ve herkes ıslandı.
Haftanın kitap önerisi: Tim Jackson, Büyüme Sonrası-Kapitalizmden Sonra Yaşam / Çeviri: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yayınları