Şam düştü. Bütün gözlemciler şaşkın. Seküler/cumhuriyetçi çevreler için son Baas rejiminin de tarihe karışıyor olması büyük sorun olabilir. Başka yorumcular, İsrail, Türkiye ve Rusya ortak yapımı bir film olarak algılıyorlar. Daha büyük tarihsel ve jeopolitik sonuçları vurgulayanlar da var elbette. Bunların hepsi muhtemelen kısmen de olsa doğrudur. Tartışılmaz gerçeklik o ki Suriye 54 yıldır Esad ailesi tarafından yönetilmekteydi. Sonu gelmiş olan bir şey varsa eğer bu hanedanın sonudur. 2000 yılında baba Hafız Esad ölünce, Beşar Esad’ın başkan olabilmesi için anayasa değişikliği yapılmıştı. Genç yaşta başkan oldu. Birkaç demokratikleşme makyajı yaptı ama siyasi muhalefeti bastırma konusunda babasından hiç geri kalmadı. Eli onun kadar kanlı. Suriye, çok partili, periyodik seçimler yapılan bir demokrasi. Ama bu, kozmetik olarak vitrinde böyle. Gerçekte ne Baas’tan başka parti var ne de seçim. Tam bir aile hanedanı. Muhtemelen Tayyip Erdoğan’ın hayallerini süsleyen bir sistem. Şimdi o hayalini düşürerek kendine kötülük mü yaptı, orası düşünülür çünkü gelen (Golani ve HTŞ) Erdoğan’ın ideolojik konumuyla daha çok örtüşüyor.
54 yıllık bir diktatörlüğün nasıl olup da birkaç gün içinde devrilebildiği büyük bir soru işareti. Bir faktör olarak Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesi genellikle denkleme katılıyor. Trump, 20 Ocak 2025’te resmen başkan olacak ama şimdiden gölgesiyle belli etkiler yaratabildiği anlaşılıyor. Örneğin Rusların ihtilale fazla müdahil olmayıp kenarda durmalarında, Ukrayna çerçevesinde müstakbel Trump yönetimiyle yapılmış bir pazarlık olduğu iddiası oldukça inandırıcı. Böyle net uzlaşmalar olmasa da her siyasi aktörün “Büyük Birader değişti; benden ne istiyor?” sorusu çerçevesinde kendi kendine ayar ve çeki düzen verdiği bir durum olduğu da söylenebilir. Örneğin Devlet Bahçeli’nin ansızın depreşen İmralı sevdası, böyle bir siyasi duygu değişiminin sonucu olarak okunabilir. Trump daha Beyaz Saray’daki koltuğuna oturmadan onun gölgesi tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu sahasında da etki yaratmaya başladı. Belki de seçimi Kamala Harris kazanmış olsa Şam düşmezdi.
Rusların sessizliğinin, Ukrayna üzerine bir pazarlık karşılığı olduğu fikri alıcı buluyor. Rus savaş gemileri Tartus üssünden açığa çıktı; muhtemelen o gemiler, Suriye’de görev yapan Rus askeri personeliyle yüklü. Hava gücü olarak uçakların çoğu Ukrayna cephesine çekilmiş. Hatta İdlib’den Halep’e doğru operasyonun MİT tarafından HTŞ’ye bu çekilme bilgisinin verilmesiyle başladığı söyleniyor. Ruslar uçakları ve gemileriyle sahadan uzak durma kararı almışken, İran güçlerinin ve Irak’tan Haşdi Şabi birliklerinin güneyden Şam’a ulaşmalarının da ABD bombardımanıyla engellendiği söyleniyor. Belli ki önceden kotarılmış bir operasyon planı söz konusu.
Şam’ın düşmesiyle HTŞ’nin Suriye’ye hakim oluşu, bir mezhep savaşı tehlikesini de beraberinde getiriyor. Suriye, yarım asırdır bir Alevi aile tarafından yönetiliyor. Alevi/Nusayriler, ülke nüfusu içinde azınlığı oluşturuyorlar. Çoğunluk Sünni Müslüman. HTŞ ve ona bağlı İslamcı gruplar, meseleyi yalnızca baskıcı rejime karşı bir demokrasi mücadelesi olarak okumuyorlar. Sevmedikleri bir inanca, dinsizlere, üzerlerine çökmüş bir azınlığa karşı bir din savaşı, cihat olarak görüyorlar. HTŞ’nin şimdiye kadar yaptığı ılımlı İslamcı açıklamalar, ne yazık ki yakın zamanda bir mezhep katliamının olmayacağı anlamına gelmiyor.
HTŞ, İhvancı tabana sahiptir. Felsefe olarak Selefidir. Selefiliğin ‘aşırı’ ucu IŞİD ‘ılımlı’ ucuysa İhvan’dır. Ama son tahlilde aynı felsefedir. Ilımlıdan aşırıya geçişler oldukça kolay olabilir. Başlangıç olarak bir Şeriat rejimi ilanını bekleyebiliriz. Tayyip Erdoğan’ın da mensubu olduğu İhvan, 2012’de Mısır’da iktidara gelmiş ama kısa süre sonra bir askeri darbeyle devrilmişti. Suriye’deki Arap Baharı ayaklanmasının da omurgasını İhvan oluşturuyordu. İhvancı “ihtilal” on yıl önce yenilgiye uğradı; şimdi geri dönüyor. Erdoğan’a pek çok yararı olacaktır; en azından bir dahaki seçimleri CHP’nin kazanma ihtimalini zayıflatmaktadır.
HTŞ ihtilalinin bir başka boyutu, ülkenin yeni rejimiyle Kürtler arasındaki ilişkilerin seyri olacaktır. Erdoğan rejiminin her fırsatta tekrarladığı 30 kilometrelik tampon bölge, Kürt nüfusun yoğun yaşadığı ve Batı Kürdistan ya da Rojava adını verdiği coğrafyadır. Şimdi bir güç boşluğu fırsatından istifade, Türkiye’nin işgal girişiminde bulunması kimseyi şaşırtmayacaktır. Daha olası durumsa, Türkiye emrindeki vekalet çetesi olan Suriye Milli Ordusu tarafından böyle bir işgal girişiminde bulunulmasıdır. Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’den beri yapmaya çalıştığı “açılım” da iç mesele olmaktan çok Kuzey Suriye’yle ilgili bir açılım girişimi olsa gerekir.
HTŞ ihtilalinin zamanlamasına bakıldığında, 27 Kasım’dan üç gün önce NATO Genel Sekreteri’nin Ankara’yı ziyaret etmiş olduğunu kayda geçmek gerekiyor. Orada, Erdoğan’la, Hakan Fidan’la ve Savunma Bakanı’yla temaslarda bulundu. Birkaç gün sonra İdlib’den Halep’e büyük sefer başladı. Aynı esnada, Katar Emiri Şeyh Tamim Londra’da Kral Charles tarafından “selamünaleyküm” sözüyle karşılanmaktaydı. Katar, Hamas ve benzeri İhvancı militanların bir numaralı hamisi olarak biliniyor. İki numara ise Türkiye. HTŞ’nin sahadaki başarısı, İhvan ideolojisinin NATO ve İngiltere başta olmak üzere küresel güçler tarafından kabul görmesi sonucunda gerçekleşmiş bulunuyor. Ya da vice versa yani onlar sahada başarılı olunca ideolojileri de dünya kamuoyu nezdinde meşrulaşıyor. Zaten Ortadoğu siyasetine vakıf yorumcular (örneğin Fehim Taştekin), HTŞ’nin hamisi olarak İngiltere’nin adını sıklıkla anıyorlar.
Bu tablodan ne gibi sonuçlar çıkarılabilir? Öncelikle, İsrail’in Hamas ve Hizbullah’ı bitirmekte olduğunu hatırlamak gerekir. Şam’ın düşmesi, Hizbullah’ın düşüşünün doğrudan sonucudur. Lübnan’da ateşkes yapıldığı günün ertesinde HTŞ operasyonu başlamıştır. İsrail’in önünü açtığı bir operasyon olduğu tartışılmaz. İsrail HTŞ bazında yalnızca ABD ve İngiltere’yle uyum içinde olmuyor; aynı zamanda Rusya ve Türkiye’yle de anlaşmış olması gerekiyor. Konuyla ilgili bütün bölgesel ve küresel güçler bir uzlaşma içinde görünüyor.
Sonuçta, Erdoğan’ın prestijinde artış görülecektir. CHP seçim kazanamayacak hatta Ahmet Davutoğlu da partisini feshederek AKP’ye dönüş başvurusunda bulunabilir. Ama daha önemlisi, Türk siyasi kültürü içindeki neo-Osmanlıcı damar tetiklenmiş bulunuyor ve bundan ilk zarar gören kesim Suriye’nin Kürt halkı olabilir.
Rojava devrim güçlerinin en uyanık olmaları gereken günleri ve saatleri yaşıyoruz.