Kendini anlamak istemeyen ve dönüşmemekten ısrar eden her insan başta verili olmak erkek mutlak ve mutlak devletin yani Uygarlığın bir uzuvu niteliğindedir. Bu yüzden anlamak özgürlüğün olmazsa olmazıdır
Zınar Piro
İlk insandan günümüz insanına kadar insan esas olarak anlam peşinde koşan bir varlık olarak bilinir. Çünkü kendini bilmek, başkalarını bilmenin önkoşuludur. Hatta doğayı, evreni bilmek dahi kendini bilmekten geçer. Demek ki insanın ilk günden bugüne kadar temel kaygısı anlamdır. Ancak anlamak için zihinsel dünyamızı kavram kargaşasından kurtarmamız gerek. Yani burada her hangi bir kavramın doğru olup olmadığından ziyade, o kavramın yaşamı anlamamıza yardımcı olup olmadığını bilmek anlamak için yeterlidir.
Diğer önemli husus ise; Öz farkındalık ve anlam bilinci eleştirel düşünmenin olmazsa olmazıdır. Dönüşmeyen ve en başta verili erkek olmak üzere her insan mutlak anlam yitimi içinde olduğu kadar zihinsel dünyalarında anlamı muğlaklaştıran mutlak bir devlet bakış açısı vardır. Çünkü İnsanlık tarihinde ilk trajik ve çok yönlü anlam yitimi kesinlikle ve kesinlikle kadını anlamsızlaştıran devlet denilen bu erkeksi örgütsel aygıtla başlamıştır. Dolayısıyla başta verili erkek olmak üzere zihinsel çarpıklık yaşayan her insanın bakış açısından mutlaka bir erkeksi devlet bakış açısı vardır. Bir başka değişle; neredeyse doğuştan itibaren egosu şişirilmiş erkeğin ve isteyerek ve bilerek anlam yitimine uğratılmış bu kimliğin yarattığı beklentiler pratik hayatta oluşturduğu güç günümüzde de hala anlam yitim politikasını üretip durmaktadır. Dolayısıyla kendini anlamak istemeyen ve dönüşmemekten ısrar eden her insan başta verili olmak erkek mutlak ve mutlak devletin yani Uygarlığın bir uzuvu niteliğindedir. Bu yüzden anlamak özgürlüğün olmazsa olmazıdır. Anlamak erdeme doğru yol almaktır. İnsanın yeni bir şeyler başlatabilmesi ve iyisiyle kötüsüyle kendi değerini anlayabilmesi için sindirilmiş ve silikleştirilip anlamsızlaştırılmış kendi anlam dünyasını çözüp aydınlatmasıyla mümkün olur. Bir ötekinin belirlediği sınırlar dahilinde herhangi bir insanın özgürlüğe doğru kök salıp iyi ve güzel olana doğru koşup büyümesi hakikat doğasına aykırıdır.
Eğer kişi yaşamak zorunda olduğunun bilincinde ve özellikle kendisiyle yaşamak zorundaysa kendi kendini anlamanın çoklu bakış acısını bulmak ve kendini anlamlandırmak zorundadır. Aksi takdirde Sokrates’in deyimiyle keşfettiğini zannettiği kendisiyle ilişki kurması olası bile değildir. Çünkü ruh, duygu ve zihin dünyasın da taşıdığı yığınca anlamsız kişi ve kişiliklerle, ve yine zihin dünyasını bulanıklaştıran yığınca yanlış kavram ve kuramlarla kendini bulup özgürlüğe ulaşması romantik bir hayalden başka bir şey değildir. Hakikatten uzak bu hayallerle değil özgürlüğü bulması, özgürlüğe dokunması dahi mümkün değildir. Dahası insan ruh ve duygu dünyasının anlamsızlığı onlarca, yüzlerce zihinsel kara delik anlamına gelir. Bu zihinsel kara deliklerin bizdeki dışavurumu kültürel kimliksizlik kadar, bir ötekinin yüzlerce katı ve anlamsız aklının psikolojik kara deliklerinin etkisi alanına girip, o akıl ve akılların anlamsız çöplüğünde çürüyüp yok olma demektir.
İşte insanı anlamsızlandıran bu çöplük ve hiçlik anaforu her bir insanı yapay ve sahte bir nesneye dönüştürüp tek tipleştiriyor ve ne yazık ki; trajik olsa da kendi dışımızda herkese dönüştüğümüzden olmalı ki öz farkındalığımız bu yüzden yok oluyor. Sonuç olarak bir gün bu kara deliklerin anaforuna kendini kaptırmış kişiliğimiz tartışmalı bir varlık yokluk meselesi gibi gelip bizi buluyor. Bu yüzden; kendini anlamak ve anlam bulmak kişinin tarihi kadar kimliğidir, geçmişi kadar anıdır ve dün kadar bu günüdür. Daha yalın bir ifadeyle söylersek; anlam her bir insanın Rönesansası kadar özgürlüğe varabilmesinin tek ve biricik hakikat yoludur. Erdem güvendir, güven özgürlüğün özsavunmasıdır, öz savunma vicdan ve ahlakın teminatıdır. Anlamın ana yurdu ise kadının vicdanıdır.
Kısacası kadındaki anlam gücü tarihin ilk özgürlük Sofrasıdır.
Dolayısıyla kendimizi ve kadını anlamaktır özgürlüktür.