Dünyada uluslararası adaleti sağlayan önemli mekanizmalar ve mahkemeler bulunmaktadır. BM Şartı ve Temel Belgeleri ile düzenlenen dünya barışını koruma görevi BM’ye aittir. BM dünya barışını sağlamanın yanı sıra dünyada adaleti sağlamak için öncelikle devletler arasındaki ihtilafları çözecek Uluslararası Adalet Divanı’nı kurmuş olup bu divan faaliyetlerini Lahey’de sürdürmektedir. Divanın önünde en bilinen dava Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsrail aleyhine açtığı davadır. Bu davada İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım ve insanlığa karşı suçların işlenmesini sağlayan saldırısının önlenmesi ve savaşın durdurulması konu edilmiştir. Türkiye bu davaya müdahillik başvurusunda bulunmuştur. Adalet Divanı’nda devletler yargılanmaktadır.
Dünyada uluslararası insancıl hukukun konusu olan suçları düzenlemek ve bu suçlarla ilgili daimi bir mahkeme kurarak yargılama usullerini belirlemek amacı ile 17 Temmuz 1998 yılında kabul edilen BM Roma Statüsü ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi düzenlenmiştir. UCM, 1 Temmuz 2002 tarihinde kurulmuş ve 11 Mart 2003 tarihinde çalışmaya başlamıştır. Mahkeme Lahey’de bulunmakta ve çalışmaktadır. Mahkemeye halen 124 ülke taraf olmuştur. Bu mahkeme doğrudan doğruya suçu işleyen gerçek kişileri yargılamaktadır. Mahkeme soykırım, insanlığa karşı suç, savaş suçları ve saldırı suçlarını yargılamaktadır. Mahkeme önündeki en popüler soruşturmalar Ukrayna ve Filistin soruşturmalarıdır. Ukrayna ve Filistin devletleri doğrudan doğruya kendileri başvuru yapmışlardır. Soruşturmalarda Ukrayna bakımından Rusya Devlet Başkanı Putin, Filistin bakımından İsrail Başbakanı Netanyahu hakkında tutuklama kararları çıkarılmıştır. Soruşturmalar birçok kişi bakımından devam etmektedir.
Kadına yönelik şiddetle mücadele amacıyla 6 ülke (Şili, Kosta Rika, İspanya, Fransa, Lüksemburg ve Meksika) UCM’ye başvurarak Afganistan’da kadınlara ve kız çocuklarına yönelik gerçekleştirilen insanlığa karşı suçlarla ilgili soruşturma açılmasını talep etmişlerdir. Bu başvurunun insanlık adına oldukça önemli olduğunu da belirtmek isterim.
Dünyada çeşitli çatışma bölgeleri ile ilgili olarak kurulmuş özel ceza mahkemeleri olduğunu da hatırlatmak gerekir. Nasıl ki 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ekim 1945’te, Almanya için Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi, 3 Mayıs 1946’da Japonya için Uzak Doğu Uluslararası Askerî Mahkemesi veya Tokyo Savaş Suçları Mahkemesi kurulduysa, Yugoslavya iç savaşından sonra da 2001 yılında Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi kurulmuştur. Bu mahkemede Türkiye’den de yargıçlar olduğunu belirtmek isterim. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi özellikle ülke içi silahlı çatışmalarla ilgili çok önemli içtihat niteliğinde kararlar üretmiştir. Bu kararlardan bir tanesi de Tadic kararıdır. Türkiyeli hukukçuların bu kararları incelemesinde fayda olduğunu belirtmek isterim.*
Gerek BM sistemi gerekse de kıtaların kendi insan hakları sistemleri dünyada gerçekleşen ağır suçların işlenmesini önleyememişlerdir. Bunun sebebi insan haklarının araçsallaştırılmasıdır. Kapitalist modernitenin her şeyi araçsallaştırdığı gibi insan hakları ve demokrasiyi de araçsallaştırması karşı karşıya kaldığımız en önemli sorunlardan bir tanesidir. Bu sorunu aşmak için dünya insan hakları hareketi içinde ciddi bir kapitalist modernite eleştirisi yapılmakta ve uluslararası adaleti sağlayan mahkemelerin yetkilerinin ülkelerin onayına bırakılmadan kendiliğinden yürürlükte olması savunulmaktadır.
Uluslararası adalet karşısında Türkiye’nin tutumu ise oldukça ilginçtir. BM Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı açılan davaya müdahil olmakta, Filistin soruşturmasını desteklemekte ancak Ukrayna soruşturmasına pek karışmamaktadır. Suriye ile ilgili olarak da kendi hakimiyet alanları söz konusu olduğundan bu konunun konuşulmasını dahi istememektedir. Netenyahu hakkındaki tutuklama kararını desteklediğini belirtirken, Putin hakkındaki tutuklama kararından hiç bahsetmemektedir. Hatta ve hatta hakkında tutuklama kararı çıkarılan Sudan’ın eski devlet başkanı Ömer El Beşir’i Türkiye’de ağırlanmıştır. Yani Türkiye de mahkemenin kararlarına araçsal yaklaşmaktadır.
Türkiye, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan silahlı çatışma halinin devam etmesi, Suriye ve Irak’ta kontrolü altında tuttuğu topraklarda meydana gelen suçlar ve Kıbrıs’taki pozisyonu gibi durumlar nedeni ile uluslararası adaleti tesis edecek sözleşme ve protokollerden uzak durmaktadır. Türkiye tarafı olduğu Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri’ne uymadığı gibi bu sözleşmelere ekli 2 adet protokole de taraf değildir. Türkiye BM’nin Kayıplar Sözleşmesi’ne taraf değildir, Türkiye UCM’nin yargı yetkisini tanımaktan kaçınmakta ve Roma Statüsü’nden uzak durmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin uluslararası alanda adaletin yerine getirilmesinde ciddi bir katkısı yoktur diyebiliriz.
Türkiye’nin yeni Ceza Kanunu’nda 13. maddede soykırım ve insanlığa karşı suçlarda uluslararası yargılama yetkisi bulunmaktadır. Bu yetki özellikle Mavi Marmara saldırısı diye bilinen olayda çok konuşulmuştur. İsrail’in Gazze ablukasını kaldırmak ve insani yardım götürmek amacı ile Türkiye’den İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve Özgür Gazze Hareketi’nin organizasyonunda 6 gemi Türkiye limanlarından hareket etmiş, İsrail açıklarına vardığında, 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail askerlerinin saldırısına uğramış, 9’u Türkiye vatandaşı 10 kişi yaşamını yitirmiştir. Yaşamını yitirenlerin aileleri TCK 13. maddeyi işletip dönemin Adalet Bakanı’nın iznini alarak Mavi Marmara saldırısını gerçekleştiren İsrail ordu yetkilileri hakkında Türkiye’de kamu davası açtırmayı başarmışlardır. Ancak bu dava Türkiye ile İsrail devlet arasında tazminata ilişkin usul anlaşmasının 9 Eylül 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi ile mahkeme tarafından düşürülmüştür. Böylece Türkiye İsrail ile adeta bir ikili dokunulmazlık anlaşması imzalamıştır. Tıpkı ABD’nin, UCM’ye taraf olan devletlerle imzaladığı ikili dokunulmazlık anlaşmaları gibi.
Ayrıca Türkiye’de 2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti ile ilgili açılan davanın uluslararası adli işbirliği kanunu uyarınca kovuşturmanın Suudi Arabistan’a devredilmesi kararı da unutulmamalıdır. Neyse ki Suudi Arabistan kendi ülkesinde bir dava açmış ve kimi yetkilileri cezalandırmıştır. Ancak oradaki cezasızlığın mutlak olduğunu da unutmamak gerekir.
Bu yazımda uluslararası alandaki adaleti sağlayacak mahkemeleri ve Türkiye’nin durumunu anlatmaya çalıştım.
Suriye ile ilgili olarak BM Suriye Arap Cumhuriyeti Bağımsız Uluslararası Araştırma Komisyonu çalışmalarını sürdürmekte ve BM İnsan Hakları Konseyi’ne ve Komitelerine düzenli raporlar sunmaktadır. Suriye’de etkili olan ülkeler ABD, Rusya, İsrail, İran, Türkiye UCM’ye taraf değildir. Suriye’nin kendisi UCM’den soruşturma açılmasını istemez ise BM Güvenlik Konseyi kararı ile UCM’de soruşturma açılması istenebilir. Barış anlaşması olur ise Özel Ceza Mahkemesi de kurulabilir. Ancak belirtmek isterim ki Suriye ile ilgili iç savaş sona erdiğinde ve iç barış sağlandığında mutlaka ama mutlaka 2011’den bu tarafa devam eden iç savaşta işlenen insancıl hukuk ihlalleri hakkında soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine başvurulacaktır. Dolayısıyla başta Türkiye olmak üzere herkesin bu gerçeği bilmesi ve bir an önce Suriye’de iç barışı sağlayacak politikaları desteklemesi gerektiğini belirtmek isterim.