Kapitalizmin küresel hegemonya krizi Kiev/Ukrayna – Basra/Irak ekseni etrafındaki coğrafyada doğrudan savaş biçine sıçrayarak kendi merkezi yoğunlaşma alanını oluşturdu.
Savaş coğrafyası elbette yeryüzünün farklı coğrafyalarına da sıçrayabilir veya yoğunlaşıp merkezileştiği coğrafya da değişebilir; ama hegemonya krizi günümüzde belirttiğimiz savaş ekseninin etrafındaki coğrafyada öyle yoğunlaştı ki, sanki görülmeyen bir “kara delik”den gelen güçlü bir vakumla bütün ülkeler savaşın içine çekiliyor.
Son bir haftada olanlara bakacak olursak; ABD’nin atom bombası atma kapasitesi de olan B52 ağır bombardıman uçakları Rusya sınırına yakın Finlandiya’daki bir hava üssüne yerleşti. Önceki hafta da Ukrayna’ya verdikleri yıkım gücü yüksek uzun menzilli füzeleri Rusya coğrafyasına atma izni vermişler ve Ukrayna da hemen füzeleri kullanmıştı. Bu hafta o füzelerin Moskova’ya da ulaşabilecek menzile sahip olanların Ukrayna’ya gönderileceği açıklandı.
Rusya, kullanımları karmaşık prosedürlere bağlı olan bu füzelerin Ukrayna tarafından kullanılamayacağını, Ukrayna toprakları kullanılarak doğrudan NATO tarafından ateşlendiğini açıkladı. Ve, önceki hafta değiştirdiği nükleer silah kullanma prosedürünün yeni koşullarına dayanarak cevap verebileceğini vurguladı.
Nitekim Rusya Oreşnik isimli (içindeki bomba parçaları fındığa benzediği için Rus dilinde “fındık ağacı” anlamına gelen) yeni füzesini Ukrayna’ya fırlattı. Sonradan öğrendik ki, nükleer başlık kapasitesi de olan bu orta menzilli hipersonik balistik füzenin o kullanımında nükleer başlık taşımadığı yarım saat önce ABD’ye bildirilmiş.
Açık ki, bildirim olası bir yanlış anlamanın otomatik harekete geçireceği ABD’nin karşı saldırısını engellemek amacıyla yapılmıştır. Savaşın seyri içinde tarafların (NATO ve Rusya) nükleer silah kullanmanın eşiğinde olduğunu anlamış olduk. Taraflar birbirlerine yıkım gücü yüksek füzelerle “mesaj” verip, kararlılık ve cüret gösterisinde bulunuyor.
Gürcistan’da ise seçim sonuçlarını kabul etmeyen Batı yanlısı muhalefet, seçimleri kazanan Rusya yanlısı iktidarı meşru görmediğini açıklayıp her gün Meclis’i işgal etmeyi hedefleyen gösteriler düzenlemeye başladı. Muhalefetin başını çeken Cumhurbaşkanı, Gürcü asıllı olmakla birlikte Fransız vatandaşı ve geçmişte Fransız devletinde üst düzey görevlerde bulunmuş ve belli ki şimdi de kendisine verilen “Gürcistan’ı Ukraynalaştırma” görevini yerine getirmeye çalışıyor. Batı, Ukrayna’da da seçilen başkana karşı yapılan gösterilerle darbe yaparak iktidara el koyma provokasyonunu örgütlemiş, şimdi yaşanan savaşın ilk adımı o darbeyle atılmıştı.
Zaten Ukrayna ile savaş içinde olan Rusya’nın kuzey-batısından B52’lerle güneyinden Gürcistan’daki darbe girişimiyle kuşatılmaya çalışıldığı açık değil mi?
O arada Romanya’da 2.7 milyar dolarlık dev bir bütçeyle Avrupa’daki en büyük NATO üssünün kurulacağı açıklandı. Yeni üs 10 bin NATO askeri ve ailelerini barındıracak çapta olacakmış! Yunanistan sınırları içindeki Dedeağaç’da yeni kurulan ABD askeri üssünü de eklersek, ortada net bir kuşatma olduğu ve zaten Ukrayna ile savaş halinde olan Rusya’nın sıkıştırıldığı belli değil mi? Sadece “sıkıştırıp bunaltma” değil, açıkça saldırı hazırlığı yapılıyor. Zaten bu derinlikte bir “hazırlık” da bir çeşit saldırı sayılmaz mı?
Nasrallah’ın öldürülmesi
Eksenin kuzey ucundan diğer yoğunlaşma noktası olan güney ucuna inerken, Türkiye ve İran’ı şimdilik görmezden gelirsek, Ermenistan güçsüzlüğü ve açmazlarıyla, Azerbaycan ise hukuksuz hatta mafiöz “Tek Adam” despotizmiyle aslında her an savaş coğrafyasına eklenebilecek “zayıf devletler” ama henüz sahte bir sessizlik içindeler, ateşin üstlerine sıçraması için sıralarını bekliyorlar.
Güneye indiğimizde, İsrail’in açıkça soykırım düzeyinde vahşet uygulayıp üstelik suçunu açıkça sergilediği Gazze saldırısı bölgede zaten sürekli ve yoğun hareket halindeki birçok kriz noktasını daha yüksek bir gerginlikle yükledi. Lübnan’a saldırı ise, bölgede yaşanan kaosa rağmen bir biçimde hala ayakta kalabilen hassas dengeleri bozdu. Bölge hızla bölgesel bir savaşa doğru sürüklendiği özel bir dönemin içine girdi.
Öncesindeki cep telefonu ve trafo patlamalarıyla Hizbullah’ın yüzlerce militanına ağır hasar veren saldırısının istihbarat ve teknik gücüyle şok yaratan İsrail, önder kadrolara suikastler düzenleyerek şoku süreklileştirdi ve sonunda içinde olduğunu saptadığı binayı yok ederek Nasrallah’ı da öldürdü.
Nasrallah’ın öldürülmesi, üstelik bunu olağanüstü koruma önlemleriyle inşa edilmiş zeminin kat kat altındaki bir odada komuta merkeziyle toplantı halindeyken yapılması (ki yer ve zaman istihbaratı ve sığınak delici bombanın temininde ABD’nin doğrudan rolü olduğu açıklandı) ABD-İsrail ittifakına moral ve pratik üstünlük sağladı. 27 Eylül’de yapılan suikast ABD-İsrail’in sonraki hamlelerinin önünü açtı.
Savaş, artık öncesindeki Gazze ve Lübnan hedefinden kopuşup, o hedefin ele geçirildiği saptaması üzerinden, bölgede ABD-İsrail’in çıkarlarını esas alan bir düzen kurmak ve bu hedefe ulaşabilmek için İran’ın çözülmesi ve yeni düzene içerilmesinin hedef olduğu bir üst düzeye yerleşti. Şimdi Suriye’de yaşananlar İran hedefli yönelimin ara basamağı olarak görülebilir.
Evet, Gazze’de direniş sürüyor ama artık hemen sonuç alacak bir kapasite taşımıyor, sonra ne olacaksa sonra değerlendirilecektir. Emperyalizmin Filistin sorununu çözmek gibi bir hedefi yok, sürdürülebilir bir gerginlik düzeyinde tutup, o arada İsrail’in gücünü arttırmak hedefleniyor.
Hizbullah ise, İsrail’in istihbarat çalışmasını görüp engelleyememe zaafı yüzünden oldukça ağır darbeler almasına rağmen, İsrail’in Lübnan’ın bir bölgesini işgal etme hatta mümkünse Beyrut’da İsrail yanlısı bir iktidar oluşturma hedefini savaşarak engelleyebildi. Ateşkesin kalıcı olması imkansız. Ateşkes sürecini Hizbullah aldığı darbeleri onarıp yeniden organize olma fırsatı olarak görecek; İsrail ise, lehine oluşan havaya sırtını dayayarak bir an önce İran’a yüklenme fırsatı olarak değerlendirecektir.
Halep baskını
Suriye’deki ani Halep baskınının arkasında ABD-İsrail ve Türkiye’nin olduğu görülüyor.
Saldırıyı yürüten güçler, düşman gördükleri Esad rejiminin koruyucusu Nasrallah’ın öldürülmesini şenlik yaparak karşılayan HTŞ ve SMO’dur.
Türkiye ile de ilişkili ama kısmi özerkliğe sahip olan HTŞ saldırının öncülüğünü yapıyor. Ukrayna istihbaratının eğitim verip ve silah sağladığı açıklansa da arkadaki ana gücün ABD ve İngiltere olduğu çok açık. Devlet olmayı hedefleyen bir tutum geliştiren HTŞ’nin ABD ve İngiltere ile yakınlaştığı oranda “terör örgütleri listesi”nden çıkarılma olasılığı vardır.
Doğrudan Türkiye’nin kontrolünde olan SMO yeterli bütünlüğe sahip olmayan ganimet peşindeki çete gruplarından oluşuyor. Doğu’daki Kürt güçlerinin Halep ve Tel Rıfat’a yardıma gitmelerini engelleyebildiler, şimdi de Menbiç’e saldırmaya başladılar. Türkiye tarafından (şayet bir anlaşma sağlanmazsa) Kürtlere karşı kullanılacakları anlaşılıyor.
Nasrallah’ın öldürülmesiyle açılan yeni dönemde böyle bir saldırının maddi zemini oluşmasına ve son 1-2 haftada açıkça hazırlıklar yapılıyor olmasına rağmen Suriye devletinin ordusunu savaşa hazırlamadığı ya da hazırlayamadığı görüldü. Ordunun toplarını, helikopterlerini hatta uçaklarını düşmanına bırakarak geri çekilmesi panik durumu yaşandığını gösteriyor.
Hizbullah’ın güçlerini Lübnan’a çekmesi, Rusya’nın Ukrayna savaşına yoğunlaşması ve İran’ın yaşadığı toplumsal istikrarsızlık koşullarında İsrail’le doğrudan savaş olasılığıyla zorlanması sonucunda Suriye devletinin alıştığı desteklerden mahrum kaldığı ve tek başına kalınca da ABD-İngiltere-Türkiye destekli güçlere karşı çıkamadığı anlaşılıyor.
Suriye’nin daha önce olduğu gibi yeniden eski duruma dönmesi zayıf bir olasılık. Önümüzdeki süreç yüksek olasılıkla şimdi fiilen oluşan 3 bölgenin varlığı ve yeni güç dengelerinin dayattığı kalıcı çatışma süreci olarak yaşanacaktır.
ABD-İngiltere-İsrail ittifakı sürekli hamle yaparak bölgede yeni bir düzen kurmaya çalışıyor. İki yeni durum yaratarak hedeflerine hızla ulaşmayı hedefliyorlar. İlkin, yerel Müslüman güç ihtiyacını Türkiye ile karşılamak ve Türkiye’yi bölgedeki yeni düzenin garantörlerinden birisi yapmaktır. Bu ise, Kürtlerle anlaşarak olabilir.
İkincisi, İran devletinin tıpkı Suriye devleti gibi çözülmesidir. Kürt bölgeleri Kürtler tarafından, Azeri bölgeleri Türkiye ve Azerbaycan tarafından, merkezi irade ise İsrail’in bombalarıyla zorlanacak, zaten var olan toplumsal istikrarsızlık kışkırtılarak “kontrollü ayaklanmaya” yönlendirilecektir.
Kaosun sürekliliği
Öncesi şimdilik karanlık bırakılsa da Bahçeli’nin farklı hamleleriyle kamuoyuna açılan devletin yeni açılımının küresel zemininin ana eksenleri:
1- Küresel hegemonya krizinin merkezi haline gelen Ukrayna-Irak ekseni ve etrafındaki coğrafya;
2- Hegemonyasını kaybetme sürecinde olan ABD’nin başta İngiltere olmak üzere diğer Batılı güçleri de yörüngesine alarak Rusya’yı Ukrayna, Suriye ve İran üzerinden kuşatıp zorlayarak zayıflatması;
3- ABD’nin İngiltere ve İsrail’le birlikte Türkiye’yi de ittifakın içine alarak Orta Doğu’da kendisiyle uyumlu bir düzen kurması!
Türkiye egemenleri böylesi bir küresel ortam içinde hamle yapıyor; nerede durduklarını, hangi güçlerle hangi güçlere karşı tutum geliştirdiklerini görmemeleri imkansız, her adım bilinçlice atılıyor. ABD-İngiltere’nin yedeğine girerken, TC de kendi durduğu yerden Misak-ı Milli’ye ulaşmayı ve kendisinin en az taviz vereceği bir zeminde Kürt egemenlerini kendi egemenlik sistemine içererek bölgedeki Kürt halkını kapsamayı hedefliyor. Bu, aynı zamanda, mevcut egemenlik sisteminin bölgesel hegemon güç olarak sürmesi anlamına geliyor.
Yazının önceki yayınlanan ilk bölümünde “el sıkmayla” başlayan yeni sürecin Türk devleti açısından ne anlama geldiğini anlamaya çalışmıştım, bu bölümde ise sürecin küresel zeminini anlamaya çalıştım. Önceki yazıda da belirtmiştim, burada daha güçlü vurguyla belirteyim; bu hedeflerin varlığı ve arkasındaki güçlerin herkesçe bilinen olağanüstü güçleri istediklerini yapabilecekleri anlamına gelmez. O hedeflere ulaşabilmeleri sadece bir olasılıktır.
ABD odaklı bir küresel güç alanının yedeğine Türkiye’yi de alarak İsrail’in saldırısıyla ortaya çıkan yeni durumu değerlendirip Orta Doğu’da kendisiyle uyumlu bir düzen kurmayı hedeflemesi tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi Orta Doğu’da da birçok güçlü dirençle karşılaşacak, sürecin nasıl akacağı içinde savaşlar ve toplumsal hareketlerin yaşanacağı olağanüstü bir tarihsel sürecin içinde belirlenecektir.
Türkiye “gizli” olarak içinde olduğu Halep baskınıyla kaos içinde çırpınan Orta Doğu’ya önceki yoklamalarından farklı derinlikte ve yüksek ihtimalle kalıcı olacağı bir giriş yaptı. Kaosa girip istediğini alıp çıkmak zordur ve üstelik sadece TC değil, ABD ve yörüngesindeki güçler açısından da aynı durum geçerlidir.
Bölgedeki kaos içinde yaşayan halklar derin acılar ama aynı zamanda güçlü özgürleşme hamleleri yaşayacağı bir kaderle yüklüdür. Mevcut küresel ve yerel egemen güçler kaosu kendileriyle uyumlu bir düzene sokmak istiyor olsalar da, yakın gelecekte kaosun yükselip alçalan dalgalar halinde sürmesi kaçınılmaz görünüyor.
Bölgede kapitalizmin en güçlü olduğu ülke olan Türkiye işçi sınıfı ile bölge halkları arasında en örgütlü ve özneleşmiş halk olan Kürt halkının ittifakı, bölgedeki farklı etnisite ve inançların özgürlük arayışlarıyla, kadınların erkek egemenliğine karşı yürüttüğü mücadelelerle, sermayenin doğayı yıkımına karşı verilen mücadelelerle, yoksulların öfkesiyle uygun ortaklaşmalar kurarak bölgesel bir halkçı-demokratik seçeneği yaratabilir, yaşanan kahredici acıların ve büyük öfkenin kendisini ifade edeceği bir halkçı-demokratik seçenek!