Yüz yıl önce Lozan Antlaşmasıyla Kürtler statüsüz bırakıldı. Şimdi de mevcut Türk iktidarı bunun devam etmesi için her yola başvuruyor. Kürtlerin örgütlü mücadelesinin temsilcileri vakit kaybetmeksizin ortak bir tavır geliştirmeliler
Herdem Fırat
7 Ekim 2023 itibariyle Ortadoğu’da yeni dönemin başladığı her haliyle belliydi. NATO Ortadoğu’da istediği hamleleri yapabilmek için Ukrayna’yı sahaya sürerek Rusya-Ukrayna savaşını başlattı. Rusya da buna karşı bir hamle olarak İran ve Türkiye üzerinden Hamas’ı harekete geçirdi. Ancak öyle görünüyor ki 7 Ekim saldırısı beklenenin tam tersi bir sonuç doğurmuş durumda. Bu da akıllara şunu getiriyor: 7 Ekim saldırısı Mossad için bir zaafiyet meselesi değil, önü bilinçli olarak açık bırakılan ve sonuçlarına hazırlıklı olunan bir saldırıydı. O günden sonra Ortadoğu’da durum daha da kaotik bir hal aldı.
Bir hafta önce de Suriye’de Türkiye destekli çeteler yeni bir saldırı dalgası başlatarak Halep’in kontrolünü eline aldılar. İsrail’in Hizbullah ile ateşkes antlaşması gündeme girince İsrail’in bir sonraki hedefinin Suriye olacağı belliydi. Beklenmeyen şey ise Halep’in bu kadar kısa bir sürede çetelerin kontrolüne girmesiydi. Halep’ten sonra çeteler yönünü Hama ve Humus’a çevirdiler.
Halep’e dönük saldırlar başlayınca herkesin sorduğu ortak soru ‘Kim bunları harekete geçirdi?’ sorusuydu. Sorunun cevabı çok da zor değil. Kim bundan fayda sağlıyorsa harekete geçiren de odur. Şimdi dikkat edelim; sahada AKP-MHP iktidarının yandaşı gazetecilerden geçilmiyor. Bazılarının saldırılardan kısa süre önce oraya geçtiği belli oluyor. Bu da planın Türkiye’nin koordinesinde hayata geçirildiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. İkincisi de oraya giden Türkiye destekli gazetecilerin çetelerin saldırısını güzellemeler yaparak anlatmasıdır. Her TV’ye bağlanan muhabirler, çeteleri ‘silahlı muhalif gruplar’ olarak tanıtarak bir güzel propagandalarını yapıyorlar. Propaganda yaptıktan sonra Esad’a da bir iki laf söyleyip konuyu hemen Rojava’ya getiriyorlar. Asıl dertlerinin ne olduğu ve kimin bu çeteleri harekete geçirdiği de böylece kuşkuya yer bırakmıyor.
Bahçeli iki ay önce DEM Parti’nin sıralarına giderek selam verdi. Sonrasında yeni süreç tartışmaları başladı. Daha önce ‘normalleşme’ diye tanımladıkları adımları ‘iç barışı sağlama’ söylemleriyle yeni bir sürecin başlayacağı iddiaları havada uçuştu. Bahçeli’nin grup konuşması ‘hiç beklenmeyen bir adım’ olarak değerlendirilip Kürt özgürlük hareketine ‘teslim olma karşılığında af’ çağrısına dönüştü.
DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan 43 ay sonra PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşme sağladı. Sayın Öcalan tecridin devam ettiğini ve eğer koşullar oluşursa Kürt sorununun demokratik bir zeminde çözülmesi için pratik ve teorik güce sahip olduğunu ifade etti. Kürt özgürlük hareketi ve ilgili kurumlar da sayın Öcalan’ın sorunun çözümünde muhatap olduğunu ve rolünü oynayabilmesi için tecridin tamamen kaldırılıp umut hakkının gereğinin yerine getirilmesini açıkladılar. Ancak iktidar umut hakkını da bir şantaj aracı olarak kullanarak bunu koşulsuz teslim olmaya bağladı. Böylece iktidarın niyetinin ne olduğu daha iyi anlaşıldı.
DEM Parti Eşbaşkanlarının görüşme talebi daha bir hafta önce kabul edildi diye medyaya düştü. Tam da HTŞ’nin saldırı yapacağı günde ‘eşbaşkanların talebi kabul edildi’ diye son dakika geçildi. Oysa bir hafta geçmesine rağmen adalet bakanı halen ‘değerlendiriliyor’ diye açıklama yaptı. Mesele şu ki iktidar Suriye’deki gelişmeler noktasında Kürt halkının tepkisini dindirmek için oyalama taktiği deniyor. Sanki bir süreç olacakmış havası oluşturarak Kürtleri oyalayıp kendi stratejisini hayata geçiriyor. Daha önce de ifade etmiştim, AKP-MHP iktidarı kayyum ve süreç politikasıyla Kürtleri ve demokratik çevreleri oyalıyor. Şimdi bu daha da net anlaşılıyor. Tüm gelişmeler şunu gösteriyor: Türkiye Ortadoğu’daki gelişmelerde yeniden sahnede rol almak için çete kartını devreye koyuyor. Ortadoğu’da Kürt statüsünün oluşmasının önüne geçmek için her türlü oyun ve hileye başvuruyor.
Erdoğan, “sınırlarımızın güvenliği için gerekli adımlar atılacak” derken aslında amacının Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim’e saldırı planını devreye koymak olduğu belli oluyor. Zaten HTŞ çeteleri Halep’e ilerleyince ÖSO çeteleri de hemen yönünü Şehba ve Tıl Rıfat’a verdi. ‘Özgürlük Şafağı’ adıyla buralara saldırı başlattı. Efrin’den göç edenler bir kez daha yollara düştü. Zor koşullar altında Özerk Yönetim buraları tahliye etmeye devam ediyor.
Saldırıyı başlatanların kim olduğu belli, amaçları belli, nasıl ilerleyecekleri az çok belli… Her şey çoktan planlanmış. Tabii planlar yapılmış derken her şey bu plana göre gelişecek demek değildir. Daha önce de DAİŞ ve Türkiye’nin ortak planları vardı. Ancak öyle planladıkları gibi gitmedi. Şimdi de planladıkları gibi gitmeyeceği ortada.
Erdoğan ve Bahçeli birinci dünya savaşında Kürtlere uygulanan planı modern biçimiyle hayata geçirmeye çalışıyorlar. ‘İç barış’ söylemiyle Kuzey Kürtlerini oyalama planı yapıyorlar. Mustafa Kemal de o dönemde Kürtlere ‘işgalcilere karşı birlikte savaşalım, sonra sorunu kendi aramızda çözeriz’ diyordu. Cumhuriyet ilan edilince de Kürtlere topyekün inkar ve imha savaşı açıldı. Şimdi de benzer bir biçimde kendi sorunumuzu kendi aramızda çözelim deniliyor ancak daha kapsamlı inkar ve imha planları devreye konuluyor. Bahçeli’nin ‘üç parçada Kürdistan kuruluyor, burda da mı kurulmasını istiyorsun?’ diye CHP liderini azarlamasının anlamı daha net ortaya çıkıyor. Yine MİT müsteşarının CHP’ye brifing vermesi sonrası CHP’nin iktidara dönük eleştirişlerinin bir anda kesilmesi de nasıl bir oyunun devrede olduğunu gösteriyor.
Şimdi tüm bu gelişmelere karşı Kürt halkının örgütlü mücadelesinin nasıl bir tepkiyle karşılık vereceği önem kazanıyor. Yüz yıl önce Lozan Antlaşmasıyla Kürtler statüsüz bırakıldı. Şimdi de mevcut Türk iktidarı bunun devam etmesi için her yola başvuruyor. Kürtlerin örgütlü mücadelesinin temsilcileri vakit kaybetmeksizin ortak bir tavır geliştirmeliler. Yıllardır Kürt Ulusal Birliği’ni sağlayacak kongre toparlanamıyor. Neden toparlanmadığını ve kimlerin engellediği de belli. Dolayısıyla kongrenin toplanması taraftarı olanlar acil bir şekilde geçici bir heyet oluşturup uluslararası alanda muhattaplık geliştirebilirler.
Bugün Kürtler arasında en örgütlü ve düşünceleri en çok benimsenen kişi PKK Lideri Abdullah Öcalan’dır. Bu konuda daha önce düşünceleri ve önerileri duruyor. Bunu yeniden güncelleyip hayata geçirmek bu oyunları boşa çıkarmanın en etkili yöntemidir. Kürt ulusunun kaderi yeniden çiziliyor. Kürtsüz çözüm planları devreye konulmak isteniyor. Elbette Kürtler 1920’lerin Kürtleri değil. Hem pratik-politik olarak hem de toplumsal-paradigmasal olarak büyük bir tecrübe ve birikimleri var. Bunun boşa gitmesini önlemek için her zamankinden daha hızlı hareket etmek gerekiyor. Artık kimin kiminle görüşmesinin pek bir anlamı yok. Beklemenin de anlamı yok. Eğer gerçekten Türk devleti ve mevcut iktidar sorunu kalıcı olarak çözmek ve Kürtlerle barışmak istiyorsa ne yapacağını herkesten daha iyi biliyor. Eğer samimi ise zaten gereklerini yerine getirir. Bunun ötesindeki her şey oyalamadır.
DEM Parti ve Kürtlerin örgütlü kurumlarının Kürt halkının statüsünü gündeme getirmesi her zamankinden elzemdir. Kürt halkının temsilcilerinin Kürt halkının statüsünü garanti altına almak için ulusal ve uluslararası tüm kurumlarla istişare etme hakkı vardır. Kürtler birilerine bağlı yaşamaya mecbur değiller. Eğer birileri kendi geleceklerini Kürtlerin üzerinden inşa etmek istiyorsa, onlara karşı durmak Kürt halkının en temel görev ve sorumluluğudur. Türk iktidarı Kürt karşıtlığı üzerinden kendi varlığını devam ettirmek istiyor ve bunu hayata geçiriyor. Bunu çok iyi görüp tutumu da buna göre almak önemlidir.