Bugün Özgür Ülke’nin bombalanmasının 30. yıldönümü. O dönemin simge fotoğrafında yer alan Gülsen’le konuştuk:
O sabah da biraz geç geldim işe. Hiç kafamı kaldırıp yukarı bakmamışım. Kapıdan girmeye çalışıyorum. Kapı arıyorum ki gireyim. Hep yere bakarak gitmişim. Bakıyorum kapı yok. Bina yok. Sonra birileri yanıma geldi. Ya yukarı bak, dedi. Yukarı baktım bina yok. Simsiyah duvarlar var
Hüseyin Kalkan
Gülsen (Yüksel), elinde bombalanan Özgür Ülke’nin bir gün sonraki sayısı ile göründüğü fotoğrafını ikonik bir fotoğraf olarak niteliyor. “Bende bağımsız yol alıyor” diyor. Özgür Ülke’nin bombalanmasının üzerinden 30 yıl geçti. Gülsen’in söz konusu fotoğrafı bir simge oldu, bütün dünyayı dolaştı. Kürtlerin bulunduğu her toprak parçasında protestoların bir parçası oldu. Gülsen, şöyle anlatıyor o fotoğrafın hikayesini: “O fotoğraf bende bağımız yol alıyor. Aynı kişi değiliz gibi. Hem aynı kişiyiz hem değiliz. Ve ben sıradan bir hayat yaşıyorum ama, her yıl fotoğraf yüzünden politize oluyorum belki. Ha ben buymuşum diyorum. Kızım çok seviyor fotoğrafımı. İnsanlar ellerinde afiş olarak taşıyorlar. O fotoğraf yüzünden bana sempati duyan bir kitle var. Bu kadar sıradan yaşadığım halde, hiçbir şey yapmadığım halde. Yani fotoğrafla böyle değişik bir ilişkim var. Ama kızım bayılıyor fotoğrafıma. Ondan dolayı da beni seviyor biraz daha. Daha fazla seviyor. Tabi şimdi 60 yaşına geldim. Militan bir hayat sürmüyorum ama iyi bir ülkede yaşayalım istiyorum.”
Fotoğrafın yolculuğu
Gülsen’e fotoğrafın hikayesini soruyorum. O da anlatıyor: “Fotoğrafın çekilme öyküsünü de şöyle anlatayım. Gazete bombalandıktan sonra Wolfgang diye bir Alman fotoğrafçı gelmişti haber yapmak için. Wolfgang’ın soyadını hatırlamıyorum. Almanya’dan gelmişti. Ne biz Almanca biliyoruz ne de o Türkçe biliyor. Arada bir iki şey. Zekine’yle (Türkeri) biz genelde ekip olarak haberleri çıkardık. Wolfgang da bize takılıyordu arada. Sonra bir gün bombalanan binaya yeniden bakmak için gittik. Wolfgang, fotoğraf çekiyor. O pozu vermemi istedi. Ben de onun işi görülsün diye poz verdim. Aslında biraz sert durmuşum. Gülümseyemem yani o arkadaki bina, ölenler, yaralananlar vardı. Birkaç yıl hiç görmedim o fotoğrafı. Sonra birileri dedi ki senin bu fotoğrafın Almanya’da afiş olmuş biliyor musun? Nasıl filan dedim yani. Wolfgang’ı görmedik. Bize göstermedi. Fotoğrafı unutmuştum. Ama fotoğraf benden habersiz yol almış. Ben de aslında çok utanıyorum. Evde oturup 30 yıldır bir fotoğrafın ekmeğini yiyor gibiyim. Kötü bir hastalık geçirdim. Çok güzel tabi ki fotoğraf. Yani fotoğraf güzel ama şöyle bir şey. Hani bu fotoğraftaki kadın ne yapıyor? Sıradan bir hayat yaşamıyorum tabi ki bu ülkeyle ilgili filan. Ama böyle aktif militan bir hayatım olmadığı için ben mahçubum, utanıyorum biraz. Ama fotoğraf artık benden bağımsız yolunda gidiyor. İyi ki gidiyor tabi. İyi ki çekilmiş. İkonik bir fotoğraf oldu. Her anlamda güzel. Ne diyebilirim başka?”
Patronsuz bir gazete
Gülsen Yüksel, fotoğrafı ile yaşadığı bu ilginç ilişkiyi anlattıktan sonra, o güne dönüyor. Özgür Ülke’nin bombalandığı güne. O naif ve kırılgan hali ile şunları söylüyor: “O dönem gazetecilik yaptığımız için bize kahraman gibi bakan bir genç kuşak gazeteciler olduğunu fark ettim. Aslında hiç de kahraman falan değildik. Gülerek eğlenerek işimizi yapıyorduk. Hatta ara ara yöneticilerle ücretimizi de tartışıyorduk. Zam istiyorduk. Zülküf (Kışanak) vardı. Maaşlar gecikince ‘Neden gecikti bu maaşlar’ dediğimiz de oluyordu. Gönüllü sürdürüyorduk gazeteciliği. Gündem’e nasıl başladığımı anlatayım istersen. Üç yıl bir araştırma şirketinde çalışmıştım. Oradan ayrıldıktan sonra bir süre evde oturdum. Çalışmıyordum. Aksaray’da oturuyordum annemlerle. Gündem bize yakındı. Kadırga’daydı yeri. Evden çıkmak her zaman insanın kaderini değiştirebilir. Buna da inanıyorum. Gençlere de bunu söylüyorum. Çık yeter ki dışarı çık. Çıktığım her an kaderim değişmiştir. Çıktım ve dayanışma için Gündem’e gittim. O dönem herkes gözaltına alınmıştı. Ben gittiğimde bazı arkadaşları serbest bırakmışlardı. Aralarında Gültan Kışanak da vardı. Gültan Kışanak’ı orda tanıdım. Yorgun ama mutlulardı. Orda gönüllü olarak çalışmaya başladım. Evde oturacağıma destek olmak için başladım. Sonra hiç konuşmadan oranın elemanı oldum. Orda çalışmaya başladım. Kimse karışmazdı ne yazıp çizdiğimize. Daha çok arka sayfada yazıyordum. Toplum-Yaşam haberleri yapıyordum. Soft haberler. Ama yine de yargılandım. Bir Kürt yemeğini, Babuko’yu (Zerget) anlattığım bir haberden dolayı yargılandım. Yemek. Yemek işte. Kürt yemeği. Ama herhalde gerillanın yemeği mi? Hala o yazıyı saklarım. Ne demişim ki? Yemeklerini mi yazmışım? Bir Kürt yemeği.”
Kayıp kapı
Gülsen gazetenin kapısından girmek için adımını atar ama kapı yoktur. Kafasını kaldırdığında gazete binasının yerinde olmadığını görür. Şöyle anlatıyor o günü Gülsen: “Arkadaşımda kalıyordum. Bakırköy’deydi evi. Orada kalıyordum. O sabah da biraz geç geldim işe. Gazeteye bitişik bir büfe vardı. Oradan çayın yanına tost aldım. Sonra hiç kafamı kaldırıp yukarı bakmamışım. Kapıdan girmeye çalışıyorum. Kapı arıyorum ki gireyim. Böyle hep yere bakarak gitmişim. Bakıyorum kapı yok. Bina yok. Nereye gireceğim? Binayı bulamadım. Sonra birileri yanıma geldi. Ya dedi yukarı bak dedi. Yukarı baktım bina yok. Ne hissettiğimi hatırlamıyorum. Bina yok. Simsiyah duvarlar var. Sonra ‘Herkes yukarıda Atılım bürosunda’ dediler. Ben de oraya gittim. Orda çalışmaya başladık. Babam herhalde duymuş televizyondan. Beni aramaya çıkmış”
Zümrüd-ü Anka gibi…
“Bir daha bu gazete asla çıkmaz” diye düşünmüş Gülsen. Ama Zümrüd-ü Anka misali küllerinden doğmuş, Özgür Ülke. Şöyle anlatıyor o zamanki duygularını: “Binanın o halini görünce bu gazete bir daha asla çıkmaz diye düşündüm. Çıkacağına inanmadım. Ama ertesi gün çıkması beni hayrete düşüren ikinci şey oldu. Bombaya çok şaşırdım tabii ki. İnanamadım. İkinci daha da şaştığım şey gazetenin ertesi gün çıkmış olmasıydı. Hani buna nasıl karar verildi? Nasıl çıktı? Ve beni de orada çok fazla seslendirilmeden yazı kurumuna almışlardı. Ben de oturup gazetenin bombalanmasında kullanılan C4 patlayıcılarla ilgili haber yazdım. Ki ben arka sayfada arada böyle naif, aşk meşk yazıyorum yani. Bombalamadan sonra C4 patlayıcıları yazmaya kalkıyorum. C4’ü yazıyorum. Kontr-gerilla diyorum. Derin devlet diyorum. Böyle bir 5-6 paragraf. Daha sonra Nokta Dergisi’nde çalıştım. Hatta ilerleyen yıllarda bir diyet dergisi çıkardım. Hayatımda önüme ne iş gelirse yaptım. Onlardan da zevk aldım. Nokta’da böyle kitap söyleşileri yapıyordum. Ama Gündem’de gazetecilikten öte bir şeydi. Yani orada hem gazeteciliği öğrendim ve çok iyi öğrenmişiz aslında. Yani birinci sayfayı da yapabilecek yetenekteyiz hepimiz. Hem fotoğraf çekiyorduk hem editörlüğü yapıyorduk. Yani çok da kimse sana şu haberi yap demiyordu. Gazetecilik yaparken hayatımda aldığım en büyük zevki orda aldım. Hem adrenalini yüksekti, hem dostlukları ve dayanışma yüksekti.”
‘Yolumuzu JİTEM kesti’
O dönemde baskıları göğüslemek için çeşitli yöntemlere başvuruyordu, Gündemciler. Nöbet de bunlardan biriydi. Dayanışma için İstanbul’da bazı muhabirler Diyarbakır büroya gidiyordu. Bunlardan biri de Gülsen Yüksel’di. Gülsen, Diyarbakır’daki izlenimleri şöyle anlatıyor: “İşte destek için Diyarbakır’a gittik. İstanbul’dan Diyarbakır’a. Şimdi Diyarbakır’da çalışanlara göre biz İstanbul’da lüks içinde çalışan insanlardık. Konforlu çalışan insanlardık. Çünkü asıl bedeli ödeyenler onlar oldu. İki ay kaldım. Ama JİTEM önümüzü kesti, ben döndükten sonra ev basıldı. Bize gelen mektuplar açık, çamurlu oluyordu. Diyarbakır’da gerçekten çok tedirgin çalıştığımı hatırlıyorum. Tedirgindim yani. Ama gittik, gitmek gerekiyordu. Evlenmek üzereyken gittim. Aile çevrem dediler ki nereye gidiyorsun evleneceksin. Yok dedim. Bizim önümüzü kesenlere dedim ki, konuştum yani. Dedim ki bakın ne yazdığımıza bakın. Diyarbakır’ın sokaklarını yazdım, taş evlerini yazdım. Hevsel Bahçeleri’ni yazdım. Gerçekte de tek sert haberim Diyarbakır’da öldürülen imamlar vardı. ‘Katil de maktul de namazını kılmıştı’ diye başlık atmıştım. Onu biliyorum. Ama o bizim önümüzü kesenler şehirden gitmemizi istediler. Oradaki arkadaşlara destek olmak için gitmiştik. Dayanışma çok güzeldi. Diyarbakır çok güzeldi. Gazete bombalandıktan sonra dayanışmayı çok yaşadık. Evet. Yani o inanılır gibi değildi. Gazeteci çalışırken şöyle olurdu. Yaşar Kemal senin haber yazarken arkandan geçerdi. Böyle o da çok güzeldi. Yani gazetecilik böyle bir şansı veriyor. Hiç ulaşamayacağın insanlarla eşitleniyorsun yani. Hani Yaşar Kemal geçerken sen bakmıyorsun. Önüne bakıp haberini yazıyorsun. Zaten o da Yaşar Kemal gibi geçmiyor. O da bir insan gibi geçiyor orada. O sadece kendince bir Yaşar olarak geçiyordu yani. Hani kimseyi rahatsız etmez.”
Sevgiye doydum
Cemal Süreya’nın ‘Fırat suyu bütün bir bölgeyi / Takma adlarla dolanmak /Zorundadır’ diye dizeleri vardır. Gündem de öyle. Gülsen’in çalıştığı zaman gazetenin adı Özgür Ülke idi. Sonra Haftalık olmuş ismi, Yeni Yaşam Dergisi olmuş, ama ‘Gündem’ diye konuşuyor ve Gündem’deki çalışma ortamını şöyle anlatıyor: “Ben bebek bekliyordum. Ama dokuzuncu aya kadar da çalıştım. Öyle ayrıldım. Bebek olunca ayrıldım yani. Çok da zevk aldım. Sonra başka yerlerde de çalıştım ama Gündem başkaydı. Ve iyi ki orada çalıştım. O insanlar kadar bana şefkat gösteren olmadı. Hala onlar tarafından sevindiğime inanıyorum. Bana o kadar güzel bir duygu veriyor ki görüşmesem de etmesem de ondan sonra seni kimse sevmese de orada sevgiye doymuşum, yeter bana sonuna kadar. Yani ben orada sevgiye doymuşum. Ben de sevmişim. Yani karşılıklı.”
Bir gazete bir ülke
Tam 30 yıl önce 3 Aralık 1994’te Özgür Ülke gazetesinin İstanbul Kadırga’daki teknik binası, Cağaloğlu’ndaki merkez bürosu ve Ankara bürosu bombalı saldırıya uğradı. Kadırga bürosunda Ersin Yıldız yaşamını yitirdi, 23 gazeteci yaralandı. Buna rağmen Özgür Ülke, ertesi gün ‘Bu ateş sizi de yakar’ manşeti ile çıktı. Gazete bir süre, Özgür Ülke çalışanlarına bürolarını açan sosyalist dergilerin bürolarından çıktı. Birçok gazeteci dayanışma için gazetede çalıştı. Özgür Ülke gazetesine yapılan bombalı saldırının ardından gazeteye destek yağdı. Kimi aydınlar saldırıya yönelik tepkilerini Özgür Ülke’nin köşelerine yazdıkları yazılarla gösterirken, aralarında yazar Orhan Pamuk, Ahmet Altan, Latife Tekin, Murathan Mungan ve Lale Mansur’un da yer aldığı bir grup aydın, sokağa çıkarak gazetenin “Ülke’ne Sahip Çık” manşetli sayısını dağıttı.
Bombalanmanın üzerinden 15 gün geçmeden Özgür Ülke gazetesi, dönemin Başbakanı Tansu Çiller imzalı “gizli” ibareli bir belge yayınlandı. Belgede doğrudan Özgür Ülke’nin ismi verilerek şu ifadeler yer alıyordu: “Bölücü ve yıkıcı faaliyetlere destek verecek şekilde yayın yapan basın organlarının faaliyetleri son günlerde devletin bekası ve manevi değerlerine açıkça saldırı şeklini almıştır. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne yönelik bu önemli tehdidin bertaraf edilmesi maksadıyla önlemlerin alınmasına…”
Bu açık bir suçtu. Daha sonra Çiller başbakanlıktan düştü ama hiçbir savcı ve yargıç Çiller hakkında harekete geçmedi. Bu belge için ifadesi bile alınmadı. Rejim onu korudu. Buna rağmen siyasi bir mefta haline geldi. Ama Özgür Ülke, başka adlarla da olsa yoluna devam ediyor. Şimdi Kürtlerin birçok gazetesi, televizyon kanalı, haber ajansı var.