“İç cepheyi güçlendirmek”, “vakit tamamdır, söz konusu vatandır” ya da “İç değil, dış Kürt sorunu var” gibi söylemlerinin vardığı yer Suriye’deki son gelişmeler oldu. Türkiye’ye bağlı Suriye Milli Ordusu ile “terör örgütü” olarak görüldüğü halde Türkiye’nin açık-kapalı desteğiyle İdlip’teki varlığını sürdüren hatta diğer cihatçı gruplarla da yer yer çatışan ve burada IŞİD’in hayal ettiği halifeliğin küçük bir prototipini oluşturan HTŞ’nin (yani El Nusra’nın) aylardır hazırlık yaptığı bilinen Halep saldırısı başladı. Ağır silahlar hatta SİHA’lar, termal sistemlerle tepeden tırnağa donatılmış olarak sahneye fırlayan bu gruplar kısa sürede Halep’in büyük kısmını ele geçirdi. Türkiye’ye bağlı gruplar “Özgürlük Şafağı Operasyonu” adıyla Kürt bölgelerine yönlerini döndü bile. Hedefleri Rojava’yı tümden abluka altına almak, sıkıştırmak, olabiliyorsa (yani emperyalistler yol verirse) orada kazanılmış fiili statüyü tamamen ortadan kaldırmak. Elbette bu onların hayali…
Halep’e giren cihatçılar ve Türkiye’ye bağlı paralı askerlere ilişkin görüntülerden birinde kullanılan aracın arka camına yapıştırılan afişte kurt fotoğrafı ve hemen yanına yazılmış “vakit tamam” yazısı vardı. “Ne tesadüf” denilip geçilecek bir şey değil bu. Sembolik olarak bile çok şey ifade ediyor. Başta da o çetelerin Türkiye devletinin MİT’i, ordusu tarafından öncesinden en azından kafaca hazırlandıklarını… Olup bitenler, Kürt halkıyla “barışıyor” gibi davranırken arka planda da onu en zayıf halde teslim almak için hazırlık yapıldığını ortaya koyuyor. Kürt halkının Rojava’daki kazanımlarının dağıtılmasını yani zayıf ve güçsüz halde Türkiye’nin dayatmalarına rıza göstermesini sağlamayı… Keza oradaki kazanımlar onlarca yıllık mücadelenin en somut sonuçlarını ifade ediyor ve tüm Kürtlere moral verip yön çiziyor.
Saldırının zamanlaması da birçok şeyi anlatıyor. Suriye Ordusu’nun birçok noktaya dağılmış ve oldukça yıpranmış bir ordu olması, daha önce destek aldığı Hizbullah’ın son İsrail saldırılarıyla güç kaybetmesi, İran’ın her açıdan yaşadığı istikrarsızlıklar, Rusya’nın Ukrayna bataklığıyla uğraşması… gibi faktörlerin hepsi dikkate alınacak olursa avını en zayıf anlarından birinde yakalama fırsatını ıskalamama hassasiyetine sahip sırtlanlara benziyorlar.
Türkiye’nin ABD ve İngiltere gibi emperyalistlerle yaptığı pazarlıklarda kazandığı konum başını döndürmüş gibi. Elinden gelse tüm Suriye’yi yutmaya girişecek. Ama perde arkasında ipleri elinde tutan asıl aktörlerin “diplomasi” masalarındaki pazarlıkları, açacakları kartlar, karşı taraftaki güçlerin duruşları belirleyecek her şeyi. Fakat tüm Suriye’yi olamasa bile Rojava’yı, orada yaratılmaya çalışılan anlam ve değerleri ortadan kaldırmak konusunda son derece kararlı olacakları açık. O olmuyorsa dar bir alana sıkışmış, çevrelenmiş, kontrolü kolay bir Rojava yaratmak için her şeyi yapacaklar.
Her halükarda Ortadoğu artık hegemonya savaşı yürüten emperyalist güçler ve bağlaşıklarının sürekli benzin taşıdıkları fiili bir savaş alanıdır. Siyonist İsrail’in deyimiyle Ortadoğu’da “yeni bir sistem” kurmaya yani hegemonik gücün kim olacağını belirlemeye, enerji nakil hatları ve tedarik yollarının güvenceye alınmasına odaklanan bu kapışmanın her an daha da yayılmış bir bölge savaşını tetiklemesiyse uzak bir ihtimal değil. Nitekim kapışmanın bir kez daha bölge dengeleri içinde özgün bir yeri olan Suriye’ye kaymış olması bu ihtimali yakınlaştıracak bir etmendir.
Çoklu aktörlerin her birinin birbiriyle yer yer çatışan, sürtünme nedeni olan farklı muratları var. ABD-İsrail dolayısıyla NATO asıl hedefleri olan İran’ın çevrelenmesinde bir adım daha atıyorken Nusra’nın ya da Türkiye’nin hesaplarını pek de umursamıyorlar, dahası bu güçlerin kendi hedeflerini kolaylaştıracak her adımını destekliyorlar. Rusya desen asıl olarak Akdeniz’e açılması açısından kritik bir anlam taşıyan üslendiği bölgeleri umursuyor ancak gizli-açık hamilik rolünün sarsılmasına ne kadar göz yumar belli değil. İçerde halka kan kusturan İran molla rejimi “direniş ekseni” olarak adlandırılan Şii ağırlıklı güçler üzerindeki ağırlığını kaybetme tehlikesine rağmen sayısız istikrarsızlık ve kaygıyla olup bitenleri şimdilik seyrediyor. Irak’taki Şii yönetimi müdahale edeceğini açıklasa da henüz somut bir girişimi yok.
Bu tablo içinde içerde ciddi bir ekonomik-toplumsal kriz yaşayan Türkiye Misak-ı Milli hayalleri satarak hem boş mideleri yatıştırabileceği sanısı hem de bu konjonktürde nereye kadar gidersem oraya kadar gitmeliyim kararlılığıyla en saldırgan gücü oluşturuyor.
Havuz medyasında günlerdir Halep-Musul-Kerkük’ün Misak-ı Milli içinde olduğunu, o bölgelerin ancak Türkiye’ye yeniden bağlanmasıyla istikrara kavuşabileceklerini propaganda eden uzman kişilerden geçilmiyor.
Bu Misak-ı Milli hayalleri emekçilere de böyle böyle taşınıyor. Asgari ücrete birkaç kuruşluk zammın tartışıldığı, memur ve emekli maaşlarına birkaç bin liralık artışın masada olduğu ama Türk-İş verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 20 bin 5062 TL’ye, yoksulluk sınırının ise 66 bin 976 TL’ye dayandığı bu koşullarda hayali kurulan işgal ve işgal getirisi mideleri yatıştırmaya yetecek mi göreceğiz.
Emperyalist hırlaşmaları, gerici kapışmaları ifade eden tüm savaşlar emekçi yığınlara çeşitli vaatlerle kışkırtılan hayaller üzerinden pazarlanıyor. Suriye’de yıllardır maaşa bağlanmış on binlerce cihatçı çetenin ağır silahlar, enva-i çeşit teçhizatla donatılmasının maliyetinin ne olduğunu kimse sormuyor böylece
ABD ve Batılı emperyalistlerin dünyayı yeniden paylaşma, hegemon gücün kim olacağının altını çizme saldırganlığında vites büyütecekleri bir konjonktürdeyiz. Ortadoğu’da ipleri ellerine aldıktan sonra sıranın Asya’ya gelmesini hesap ediyorlar. Gazze, Lübnan şimdi Suriye… Arkasından muhtemelen Irak’taki Haşdi Şabi ve İran yanlısı grupları da hırpaladıktan sonra sıra İran’a geldiğinde işleri kolaylaşmış olacak.
Hesapları bu… Tutar mı? Bunu dünya halklarının alacağı tutum belirleyecektir. Nitekim “Kobanê düştü, düşecek” denildiğini de 2012’de söylenen “Emevi Camii’nde namaz kılacağız” sözleri ve sonrasında olanları da biliyoruz. O zaman da hesaplar böyleydi…