Erdoğan’ın iniş çıkışları, kişisel bir tutarsızlık ve acemilik gibi görünse de, bütün bu U dönüşlerinin altında her zaman birbirine sıkı sıkıya bağlı iki sebep yatıyor: İktidarda kalmak ve Kürtleri statüsüz bırakmak
M. Ender Öndeş
22 yıldır seçim hilelerinden baskı ve yıldırma yöntemlerine kadar her yolu kullanarak iktidarda kalabilen AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ekibi ile ilgili gelecekte tarihçiler bir çalışma yapsa en çarpıcı bulacakları şey, Erdoğan’ın hızlı ‘U dönüşleri’ ve birbiriyle çelişen sözleri, davranışları olacaktır. Ancak her şey, kişisel bir tutarsızlıktan ibaret değil. Düzen muhalefetinin sözcüleri, bu hızlı dönüşleri, siyaset acemiliği ve bir tür meczupluk gibi değerlendirse de, bu çok tartışmalı. Erdoğan’ın siyasi hayatında bocalama durumları sıkça olsa da, işin başından beri aslında iki temel ilkeden hiç sapmadı: İktidarda kalmak ve Kürt sorunu başta olmak üzere bütün toplumsal sorunlarda baskı siyaseti izleyerek bir tür korku toplumu yaratmak. Esasında bu ikisi tek bir konu başlığıdır. Erdoğan, Kürtlerin herhangi bir biçimde, herhangi bir coğrafyada sınırlı bile olsa statü kazanmasının önüne geçmek isterken, örgütsüzleştirilerek sürü haline getirilmiş Kürt toplumunun kendisi tarafından yönetilmesini amaçlamakta ve Kürdü kullaştırma ile iktidarda kalma hedefi iç içe geçmektedir. Dolayısıyla, süreç boyunca dıştan bakılınca acemi siyasetçinin gelgitleri gibi görünen geri dönüşleri, vb. aslında her durumda Kürt sorunu ile bağlantılı olarak okunabilir.
Özellikle dış politikadaki en kritik hamlelerin ve ‘U dönüşleri’nin arka planında her zaman Kuzey ve Doğu Suriye ile Federe Kurdistan bölgesindeki fetihçi emellerinin önünü açmak vardır.
‘Katil Esed’den ‘normalleşme’ye
Bunun en tipik örneklerinden biri, Erdoğan’ın Suriye rejimi olan ilişkileriydi. Bir zamanlar ‘kardeşim Esad’ diye anılan Beşşar Esad’ın ‘katil Esed’e dönüşmesi, 2011’den sonra başka uluslararası güçlerle birlikte Türkiye’nin de pastadan pay kapma hevesiyle Suriye’ye parmağını sokmasıyla gerçekleşti. Osmanlı hayalleriyle Suriye’yi kendi toprağı gören Erdoğan, bölgedeki cihatçı güçleri örgütleyerek sürece müdahil olunca “Ey Beşar Esad, vallahi bunun hesabını vereceksin. Allah izin verirse bu katilin dünyada hesap vereceğini göreceğiz” gibi sözler sarf ederken, Rojava Kürtlerini de yedekleyerek büyük bir ilhak planına sahipti. Ancak Kürtlerin bağımsız tutumlarını koruyarak bölgede yeni bir hayat inşa etmeye girişmesi durumu değiştirdi ve Erdoğan, Esad’ı yıkma, Emevi Cami’nde namaz kılma düşlerini terk ederek bütün cihatçı güçleri Kürtlerin üzerine yöneltti.
Kobanê’de görüldüğü gibi bu da işe yaramayınca, bu kez bölgenin bir bölümüne fiilen el koyarak ve Kürt statüsüne topyekûn bir saldırı yaparak ‘sorunu çözme’ yoluna girdi. Ancak hem Kürtlerin direnci, hem de uluslararası durum buna yetmeyince, tam da o noktada Şam rejimiyle uzlaşarak Kürt statüsünü ‘birlikte tasfiye etme’ hayali kurulmaya başlandı.
Sene 2024’e geldiğinde öne çıkan “ilişkileri normalleştirme”, “Türkiye-Suriye ilişkilerini geçmişte olduğu gibi aynı noktaya getirme” söylemleri, esas olarak bunu hedefliyor. ‘Kardeş’ Esad, bir yandan ilişkileri kurarken, diğer yandan “önce askerini çek” diye soğuk davransa da, Türkiye, çift taraflı bir saldırıyla Rojava’daki özerk yönetimi boğma umutlarını koruyor.
Sisi ne zaman ‘kardeş’ oldu?
Müslüman Kardeşler ile ilişkilerini ve onların lideri olma hevesini hiç inkâr etmeyen Erdoğan, Abdulfettah es-Sisi’nin darbesinden sonra, en keskin ifadeleri kullanmış, “Ben uluslararası platformlarda şu anda darbeci Sisi’yi Cumhurbaşkanı olarak kabul etmediğimi söyledim.
Benim için Mısır’ın Cumhurbaşkanı Mursi’dir. Aynı masaya onunla oturursam, kendimi inkâr ederim” sözlerini sarf etmişti. Öyle ki bu süreçte, Erdoğan, İstanbul 2019 yerel seçimlerinde, “Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı diyeceğiz?” gibi sözler bile söyleyebilmişti. Ancak Eylül 2023’te aynı Erdoğan, Katar’daki Dünya Kupası’nın açılışında daha önce ‘zalim’, ‘firavun’, ‘darbeci’, dediği Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile görüştü. Bununla da kalmadı, önceki günlerde Sisi’yi Ankara’da ağırladı. Erdoğan, görüşmede, “İş birliğimizi daha da ileriye taşıyoruz. Ülkelerimiz arasındaki köprü ve çok boyutlu ilişkileri sürekli güçlendiriyoruz” diyerek, iki ülkenin 10 milyar dolar seviyesindeki ticaret hacminin beş yıl içinde 15 milyar dolara çıkarılması hedefine vurgu yaptı.
‘Darbe finansörü’nden işbirliğine
Erdoğan’ın Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerinde son dönemde yaptığı U dönüşlerinin bir başka halkası da Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) oldu. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Erdoğan, “Darbe girişimi olduğu zaman Körfez’de kimlerin buna sevindiğini, nasıl paralar harcandığını çok iyi biliyoruz” demişti. Zamanın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, 2021’de açıkça “BAE, ABD ile birlikte 15 Temmuz darbesinin failidir. 15 Temmuz’u yapanları ABD’de saklıyorlar, ortakları da Birleşik Arap Emirlikleri’nde” ifadelerini kullanmıştı.
Ancak geçen zamanla birlikte BAE’ye karşı bu “hasmane” politika yerini sıcak ilişkilere bırakırken, Erdoğan’ın hedef aldığı BAE ile 2021 yılında enerji, çevre, finans ve ticaret alanlarında 10 anlaşma imzalandı. Dahası, 2023 yılında iki ülke arasında, 50,7 milyar dolarlık 13 anlaşma daha imzalandı.
‘Biz enayi değiliz’
Erdoğan, bir yandan Rojava ve Federe Kurdistan’da Kürt hareketini bitirmek için planlar ve girişimler yaparken, diğer yandan bölgedeki herkesle kavga etmenin akıllıca olmadığını kavradıkça, ‘U Dönüşleri’ de birbirini izledi. Kürt savaşına meşruiyet ve destek arayışı, en ciddi krizlerde bile her zaman en önemli odak noktası oldu. Suudi Arabistan’la yaşanan Kaşıkçı sorunu da bunlardan biriydi. 2 Ekim 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesi üzerine Erdoğan, Riyad yönetimine, “Bunlar dünyayı enayi zannediyor. Bu millet enayi değil hesabı sormasını bilir. Daha birçok şeyler çıkacak. Buradan çok şeyler çıkar. Artık insanlık bunlara tahammül edemez” diye seslenmişti. Ancak, bu öfke de kısa sürdü. Bir süre sonra Türkiye ile Suudi Arabistan arasında da “normalleşme” başladı. Kaşıkçı davası Suudi Arabistan’a iade edildi. Prens Selman’ın Türkiye’ye gelişinden 5 gün önce İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nce davanın düşürüldüğü ortaya çıktı. Erdoğan olaydan 4 sene sonra Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı resmi törenle ağırladı. İki ülke arasında birçok anlaşma imzalandı.
‘U Dönüşü’ değil şantaj
Yakın zamanda yaşanan İsveç-NATO krizi, doğrudan Kürtlerle ilgili durumlara tipik bir örnekti. İsveç’in NATO üyeliği konusunda vereceği oyun ‘tadını çıkaran’ Erdoğan, süreç boyunca koparabildiği kadar taviz koparmaya çalıştı. Erdoğan, bir yandan ABD’yi savaş uçakları konusunda zorlarken, diğer yandan da İsveç’in Kürtlere olan tutumunu kırmaya, mültecileri almaya çalıştı ve en azından İsveç konusunda başarı sağladı. Ocak 2023’te İsveç’e “Kusura bakmayın! NATO konusunda bizden herhangi bir destek göremeyeceksiniz” diyen Erdoğan, Aralık 2023’te İsveç’in NATO’ya katılım protokolünün uygun bulunduğuna ilişkin yasa teklifini Meclis’ten geçirdi.
Tek tutarlı yanı: Kürtler
Bütün bu yıllar boyunca, teslim etmek gerekir ki, Erdoğan, Kürtlerle savaş ve Kürt tutsakların durumu konusunda hiç ‘U Dönüşü’ yapmadı. İşin başından beri HDP Eşbaşkanları dahil binlerce siyasal Kürt tutsağı -ağır hasta olanlar dahil- AİHM, AYM kararlarına rağmen serbest bırakmayacağını açıkça ilan etti ve bağımlı yargı da bu emri titizlikle yerine getirdi. PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki yasa dışı ve insanlık dışı tecrit ise bizzat Erdoğan’ın emriyle uygulanıyor ve o konuda da bir dönüş emaresi görünmüyor. Daha doğrusu, Öcalan’ın teslimiyeti reddeden direniş tutumu, bu konuda Erdoğan’a manevra şansı vermiyor.
‘Masa devirme’ bir ‘U dönüşü’ müydü?
Şüphesiz Erdoğan’ın siyasi tarihindeki en büyük çark etme, Dolmabahçe’de protokol aşamasına kadar gelen ‘barış süreci’ müzakerelerini durdurması ve savaşı yeniden başlatmasıydı. Görüşmelerin başladığı ilk zamanlarda ‘baldıran zehiri içmek”ten söz ederek kararlı bir müzakere yanlısı görünen, ‘Akil Adamlar’dan Kandil/İmralı görüşmelerine kadar kapıları açan Erdoğan’ın HDP’nin 7 Haziran performansı nedeniyle geri dönüş yaptığı yaygın bir iddia olsa da, sonradan ortaya çıkan MGK kararlarındaki “Çöktürme Planı” aslında işin başından beri başka niyetler olduğunu gösterdi. Türkiye’de ve Suriye’de Kürtleri yedekleyerek sonsuz bir iktidar inşa etmeyi planlayan Erdoğan, Öcalan’ın ‘kırmızı çizgisi’ Rojava’da bunu elde edemeyince ve Türkiye’de de işler sarpa sarınca asıl planı uygulamaya koydu. Öyle ki, bunun için saniye saniye haberdar olduğu müzakereleri ve Dolmabahçe Toplantısı’nı da “benim haberim yok” diye boşa düşürmekten çekinmedi.
Dolayısıyla, Dolmabahçe meselesindeki geri dönüşün, aslında tam bir ‘U Dönüşü’ olmadığı, Erdoğan’ın başından beri zaten başka bir kurgu yaptığı söylenebilir.
‘Bana mı sordunuz giderken?’
31 Mayıs 2010 tarihinde, Gazze’ye insani yardım taşıdığı söylenen “Mavi Marmara” gemisinin İsrailli askerler tarafından hedef alınarak 9 kişinin katledilmesi olayı Erdoğan’ın en kritik ‘geri dönüşleri’nden biriydi. Davos’taki ‘One Minute’ şovuyla kendisini Filistin’in hamisi ilan eden Erdoğan, geminin gidişini baştan beri bilmekteydi ve zaten organizasyon da elinin altındaki İHH tarafından yapılmaktaydı. Erdoğan durumdan o kadar haberliydi ki, dönemin başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Milletvekillerimiz gemide yer almak için başvurdular. Güvenlik gerekçesiyle izin vermedik” diyordu.
Ancak, bir süre sonra İsrail’le ticari ilişkilerin yükselişine paralel olarak yeniden ‘iyi ilişkiler’ kurulmaya başlandığında Erdoğan’ın ağzı değişti. Maddi bir tazminat miktarı ile mesele kapatılırken, Erdoğan “Uluslararası bazda bir adım atıyoruz. Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?” diyerek besleyip büyüttüğü, İHH’ya fırça atmaktan çekinmedi. Böylece aslında İHH ve elinin altındaki kurumlara, Filistin meselesinde fazla radikalleşmek yerine Kürtlere yönelmeleri talimatını vermiş oluyordu.
Ne dedi? Ne yaptı?
Erdoğan’ın dönüşleri saymakla bitmiyor.
* Örneğin İzmir’de, “terör örgütleri adına suç işlediği ve casusluk yaptığı” iddiasıyla hakkında 35 yıl hapis cezası istenen ve ev hapsinde olan ABD’li din adamı Andrew Craig Brunson’a, 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe’de net konuşmuştu: “Diyorlar ki, papazı bize verin. Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsın” demişti. Ancak bu rest kısa ömürlü oldu. Bir süre sonra Brunson serbest bırakıldı, ev hapsi ve yurtdışı yasağı kaldırıldı, en son Trump ile özgürlüğü kutlarken görüldü.
* Alman yurttaşı gazeteci Deniz Yücel konusunda da aynı şeyler yaşandı. “Deniz Yücel tam bir ajan terörist. Ben bu makamda olduğum sürece asla iade edilmeyecek” diyen Erdoğan, bir süre sonra yine çark etti ve 16 Şubat 2018’de tahliye edilen Yücel, özel uçakla Almanya’ya döndü.
* Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Kasım 2015’te, Türkiye-Suriye sınırında Rusya’ya ait bir Su-24 savaş uçağının düşürülmesi sonrası, “Özür dilemesi gereken biz değiliz, hava sahamızı ihlal edenlerdir. Pilotlarımız görevlerini ifa etmişlerdir” demişti. Ancak bu çıkış da bir süre sonra tersine döndü. Erdoğan’ın aslında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e bir mektup gönderdiği ve düşen Rus askeri uçağı ile ilgili derin üzüntü içinde bildirdiği ortaya çıktı.
* Başka siyasi liderleri tehdit ederek seçmene mesaj vermek Erdoğan’ın en önemli huylarından biri. Yunanistan Başbakanı Miçotakis de bu hedeflerden biriydi. Mart 2022’de Erdoğan, “Artık benim için Miçotakis diye biri yok. Bundan sonrasını Miçotakis kendisi düşünsün” diye attı tuttu ama iki yıl sonra Mayıs 2024’te Yunanistan Başbakanı Miçotakis’i Ankara’da ağırladı.
* Faiz meselesi ise tam bir dönüş hikâyesiydi. 2023 Seçimleri öncesinde her seferinde ”Bu kardeşiniz bu görevde olduğu sürece faizler düşecek” ifadelerini kullanarak ısrar eden Erdoğan, ağır yenilgilerden sonra bir yandan Mehmet Şimşek’i göreve getirirken, diğer yandan ettiği bütün keskin lafları unutarak faiz yükselişine onay verdi.