Gezi davasında Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku’ya verilen 18’er yıl hapis cezasının onanması iktidarın önümüzdeki süreçte başta Kobani davası olmak üzere tüm hak mücadelelerinde ortaya koyacağı politikaların açık göstergesi olarak görülmeli ve önümüzdeki süreçte çok daha yoğun bir baskı ve açık faşizm uygulamalarına geçileceği idrak edilmeli.
Gezi direnişini hafızalardan silmek ve direnişi kriminalize etmek isteyen iktidar geleceğe dair politikalarını ortaya koyarken, Gezi direnişinin kentlerde yaşayan insanlarda biriken tepkilerin patlamaya dönüşmüş hali olduğunu unutuyor. Bu patlamanın temel nedeni, kapitalizmin saldırıları ile ortaya çıkan olumsuzlukların insanlar üzerinde yarattığı tahribat, doğanın uğradığı saldırılar, talan ve rant politikalarıyla sürekli yüz yüze olmalarıydı.
Gezi direnişi sürecini kat be kat aşan yağma ve talan politikaları ortadayken, alınan bu kararla olası başkaldırıların önü alınmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Tabi bunun dışında iktidarın kendini en güçlü hissettiği dönemde hayalleri olan Topçu Kışlası’nı inşa edememenin verdiği kini bu kararda görmek mümkün. İktidarın yargı üzerinde bir tahakküm kurduğu yoğun olarak dillendirilirken, alınan bu kararın nasıl alındığını hiç kimse merak etmiyor. Çünkü kral çıplak, bunu herkes görüyor.
Verilen mahkumiyet kararının Gezi direnişinde ortaya çıkan isyanın bir benzerinin yeniden ortaya çıkmasında bir mihenk taşı olabilir. İnsanlık tarihi halk isyanları ve direnişleriyle dolu bir geçmişe sahip. Bu isyanlardan biri 1789 Fransız devrimidir. Alman devrimci Georg Büchner’in Fransız Devrimi’nde köylülere hitaben yazdığı ‘Hessen halk bildirisi’ hafızalara kazınarak günümüze kadar taşınmış olan “saraylara savaş, kulübelere barış” sloganı içine girdiğimiz yeni dönem için özel olarak hatırlanmalı.
‘Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek’ sloganıyla barikatlar kurulan 1831 Lyon Ayaklanması, işçilerin bağımsız bir sınıf olarak ortaya çıktığı yıl olarak kabul edilirken yine ‘Saraylara savaş, kulübelere barış’ sloganı dillerdedir. Bu sloganının gerçeğe dönüştüğü 1871 yılında 2 ay süren Paris komünü sürecinde ‘ayaktakımı’ olarak nitelenen işçi ve emekçilerin hayata geçirdiği iktidar deneyimleri, bugüne dek dünya devrimlerine ışık tuttu.
Gezi direniş, Paris komününün küçük bir kopyası olabilecek nitelikteydi. Yansıması İstanbul dışında 71 kentte kendini buldu. İkili bir iktidar biçimi Gezi parkında hayat bulmuş ve komünal yaşam biçimi ile tam bir yardımlaşma ve dayanışmayla süren direnişe katılan her insanda ciddi bir birikimi sağladı. İnsan ve hayvanlar için revirler, yemek dağıtımının sağlandığı kulübeler, tartışmaların yapıldığı büyük çadırlar, konser ve konuşmaların yapıldığı sahne, çocuk ve erişkinler için kütüphane, tarım bahçesi, her bir grubun veya yapının kendini özgürce ifade ettiği stantlar ve daha birçok ayrıntı Gezi parkını yaşanılası bir yer haline getirmişti.
Milyonların ziyaret ettiği, gelirken de ellerinin boş olmadığı o güzel sıradan insanlar, işçiler, gençler, sanatçılar, aydınlar direnişe büyük bir güç taşıyordu. Gezi direniş alanı gelenlerin terk etmek istemediği, birçoğunun çadırını kapıp kendine yer aradığı muhteşem bir komün alanına dönüşmüştü. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın ‘çapulcular’ olarak nitelediği ve polis şiddetine boyun eğmeyen ve sonunda polisi Taksim’den kovmayı başaran ‘çapulcuların’ direnişi büyük bir deneyimi miras bıraktı.
Türkiye’de yıllardır özgürlük mücadelesi yürüten Kürt halkına terörist yaftası yapıştıranlar, Taksim’de direnenlere de ‘çapulcu’ diyebiliyordu. Sermaye iktidarının uykularını kaçıran ve nasıl kurtulacaklarını uzun uzadıya tartıştıkları bu direniş ‘teröristlerle çapulcuları’ bir araya getirmişti. O günlerde sevgili Sebahat Tuncel’in dediği gibi ‘teröristler ile çapulcular birleşsin’ sözü çarpıcıydı.
Uzun yıllar Kürt halkına uygulanan baskı ve terör; sistemden beslenen TV kanallarında ve gazetelerinde hiçbir zaman görülmedi ya da gerçekler ters yüz edilerek sunuldu. Halklar arasına düşmanlık tohumları ekilmek istenirken, yaşam dayanılmaz hale getirildi. Binlerce Kürt emekçisi ve devrimcisi işkencelerden geçirilerek boyun eğdirilmeye çalışıldı ve cezaevlerine hapsedildi. Gezi Davası adı verilen planlı hükmün bir benzeri ise Kobani Davası adı altında süren davada verilmek üzere.
Gezi direnişini yönettikleri iddia edilen kişilere savunma hakkı dahi tanınmadan alelacele verilen ceza kararları ile Kürt halkı üzerinde sürdürülen baskı, ceza ve zindan politikalarının paralellik taşıması dikkat çekici. Önce çapulcular olarak adlandırılan Gezi Direnişi, mahkemece terörist bir eylem olarak nitelenip polis ve yargı eliyle kurmaca yöntemlerle direnişe yöneticiler ‘atandı’ ve bu gerçek dışı yöneticilik iddiasıyla ömür boyu hapis cezaları verilebildi.
Diğer yandan 5 yaşındaki çocuğun dahi terörist sayıldığı Kürt halkı ile çapulcu teröristlerin kader birliği bir mücadele birliğine dönüşmemesi için bir neden yok. Paris Komünü’nün sloganları artık daha çok hatırlanmalı ve o dönemin direnişçilerine takılan ‘ayaktakımı’ sıfatları ile günümüzde nitelenen ‘teröristler’ ve ‘çapulcular’ sıfatları aslında aynı aklın bir ürünü olan sıfatlar olduğu unutulmamalı.