Türkiye’de sermaye hareketlerini izlediğimizde doğada ve emek üzerindeki etkilerinin yıkıcı biçimde geliştiğini görüyoruz. Geçmişte ABD’de filmlere de konu olan ‘Altına hücum’ hareketi dönem dönem farklı sektörlerde kendini gösteriyor. Türkiye’de bir dönem eline çantasını alanlar nerede akarsu varsa orada HES’ler inşa edilmesi için hükümetin kapısına dizilmişti. Bu yolla Karadeniz başta olma üzere Türkiye coğrafyasının hemen her yerinde binlerce HES kuruluşu gerçekleşti. Ardından doğalgaz santralleri ortaya çıktı ve onu JES’ler izledi. Birkaç yıldır GES ve RES’lerle hızlanan bir süreç ise son günlerde ‘depolamalı’ GES ve RES’lerle devam ederken, hızını ise arttırmaya başladı.
Özellikle JES, Biyokütle, GES ve RES gibi ‘alternatif temiz enerji’ iddiası yapılan enerji santralleri adeta ayrık otu gibi her yerde peydahlandı. Enerjiyi lityum pillerde depolayacakları GES ve RES’lerde agresif adımlar ise son günlerde dikkat çekici düzeye ulaştı. EPDK’ya yapılan depolamalı RES ve GES başvuruları ile bu bağlamda adımları atılan yan sanayi ve teknolojilerindeki yatırım düzeyinin 40-45 milyar dolarlık seviyeye ulaşacağı belirtiliyor. Enerjinin altın çağı olarak vurgulanan enerji depolama sektörünün ‘yenilenebilir enerjide’ çığır açacağı iddia ediliyor.
Türkiye’de enerji depolama sistemlerinin kurulabilmesi için gerekli yasal mevzuatın ilk adımı Mayıs 2021’de yürürlüğe giren “Elektrik Piyasası Depolama Faaliyetleri Yönetmeliği” ile atıldı. 2 MW güce izin verilerek başlanan süreç önce 10 MW’a çıkarılırken bu sınır son düzenlemelerle kaldırıldı. 19 Kasım 2022’de ise EPDK tarafından yapılan son değişikliklerle, depolamalı elektrik üretim tesislerine yönelik yönetmelikler yayınlandı. Aynı zamanda bu yatırımların ‘yenilenebilir enerji kaynakları destekleme mekanizmasından’dan (YEKDEM) yararlanabilmesi sağlandı.
Geçtiğimiz 10 Nisan’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren bir diğer düzenlemeyle, ‘pompaj depolamalı hidroelektrik santralleri’ rezervuar alanına bakılmaksızın YEKDEM ve yerli katkı fiyat desteğinden yararlanması sağlanırken, bu uygulama rüzgar veya güneş enerjisine dayalı elektrik üretim tesisleri ile bütünleşik kurulan elektrik depolama tesisleri için de geçerli kılındı. Geçtiğimiz Mayıs ayında açıklamalarda bulunan EPDK Başkanı Mustafa Yılmaz, “Bugüne kadar toplamda 120 projeye 9 bin 514 megavat ön lisans vermiş olduk. Bunun 5 bin 603 megavatı rüzgar enerjisi ve 3 bin 911 megavatı da güneş enerjisi santral yatırımları” olduğunu vurgularken, bu rakamlarda son 3 ay içinde ciddi artışlar yaşanıyor.
Edirne’den Ağrı’ya, Giresun’dan Urfa’ya kadar Türkiye coğrafyasının dört bir yanında her gün yeni GES ve RES yatırımları ile ilgili duyurular yapılmakta. EPDK Başkanı Yılmaz’ın iddiasına göre, Aralık 2022’den sonra 6 ayda EPDK’ya ‘252 bin megavatı’ aşan depolamalı RES-GES yatırımı başvurusu yapıldığını belirtmesi ‘hücumun’ boyutunu göstermekte. Bugün Türkiye’de GES ve RES’lerde dahil tüm elektrik üretim kapasitesi 104 bin MW iken tüketilen ve dolayısıyla üretilen enerji miktarı ise ortalama 30 bin MW civarında.
Yılmaz kendi ifadesiyle, Türkiye elektrik kurulu gücünün yaklaşık iki buçuk katı ölçeğindeki başvuruların 270 milyar doları bulan yatırım talebine karşılık geldiğini, mevcut kapasite dikkate alındığında 40-45 milyar dolarlık bir yatırımın piyasaya yansıyacağını belirtti. Bu durum Türkiye’de sermayenin ‘yenilenebilir enerjiye’ hücumunu ortaya koyarken, kapitalizmin aşırı düzeylere ulaşan birikimlerini yeniden değerlendirme sürecinde ortaya koyduğu perspektifle alakalı bir durum yaşanıyor.
Aşırı üretimlerinin neden olduğu ekolojik yıkımların sonuçlarından biri olan iklim değişimine çare ürettiğini iddia eden kapitalizm, büyüyememe sorununu iklim sorunu üzerinden fırsata çevirip yeniden yüksek büyüme olanaklarını yaratmak isterken, dünya büyük sermayesinin ise bu bağlamda kredi musluğunu açması ‘hücumun’ başlıca nedenlerinden birisi. GES ve RES gibi yatırımlar için kolayca krediye ulaşma olanağını yakalayan sermaye, Türkiye’de sermaye iktidarının yatırım destekleri, dolar bazında alım fiyatları ve alım garantileri gibi bir dizi kolaylaştırıcılık GES ve RES’lere yönelimi açıklamaya yetiyor. Yoksa, yenilenebilirmiş-yenilirmiş-yenilmezmiş sermaye için farketmez çünkü o her şeyi hamutuyla götürmeye alışık.
Yeşil enerji iddiasıyla rüzgar, güneş vd enerji üretim biçimleri ve elektrikli arabalar küresel ısınmaya çare olarak sunulmakta. Oysa enerji üretimlerinin tamamı, doğal yaşamda yaratılan yıkım üzerinden elde edilmektedir. ‘Yenilenebilir’ enerji için tarım arazileri, meralar, ormanlar ve deniz ekosistemleri işgal edilirken, enerji üretimlerinde ve özellikle depolamada ihtiyaç duyulan mineral madenciliği ise küresel boyutta bugüne kadar benzeri görülmemiş bir boyutta madencilik faaliyetlerinde artışa yol açacağı ve doğal yaşamın yıkımını şiddetlendireceği bilinmektedir.
Tamamı nadir toprak elementleri ve kritik metallerden yapılmış çok sayıda rüzgâr türbini, güneş paneli, elektrikli araç (EV) ve akümülatör için büyük ve yıkıcı madencilik faaliyeti gerekmektedir. Enerji dönüşümü için kritik olan elementler arasında 17 nadir toprak elementi, 15 lantanit, skandiyum, itriyum ve mineraller kullanılmaktadır. Silikon, kobalt, lityum ve manganez, kapitalist enerji dönüşümü için olmazsa olmaz olan kritik minerallerdir. Büyük miktarlarda ihtiyaç duyulan mineralleri çıkarmak için doğada çok şiddetli yıkımlara yaşanacaktır.
Kimse küresel ısınmaya çare üretiliyor masalıyla ‘yenilenebilir, yeşil’ vb enerji üretimlerini övmesin. Kömür madenine karşı çıkarken, ‘yeşil enerji’ iddiasına tutunmaya çalışanlar aslında büyük bir yanılgı içindeler. ‘Ne için ve kimin için enerji’ sorusu sorulmadan sermayenin yedekliğine soyunarak ‘temiz-alternatif’ enerji gibi iddialara sahip çıkmak en hafif tabirle aymazlık olacaktır. Ekosistemi büyük bir krizin girdabına sokanların amacı ekolojik krize çare üretmek değil, kapitalist ekonomiyi canlandırarak hem doğa hem de emek üzerinde sömürüyü katlayarak yeni sermaye birikim yollarını yaratmaktır.