Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılındayız. 1922 Kasımında İsviçre’nin Lozan kentinde uluslararası güçler arasında başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923’te antlaşmayla sonuçlandı. İsmi tarihe Lozan Antlaşması olarak geçti.
Katılımcı güçler, Lozan’da Kurdistan’ın 4 parçaya bölünmesini kendi aralarında kararlaştırdılar. O gün bugündür Kürt halkının maruz kalmadığı kötülük kalmadı, çektikçe çekti. Antlaşma tarihsel süreç içinde Kürt varlığının yok edilmesi temelinde pratikleştirildi; asimilasyon, katliam, mekânların yıkımı, demografik değişim Kürt dilinin ve kimliğinin yasaklanması, Kürt halkının statüsüz bırakılması toplamında soykırım içerikli uygulamalarla sürdürüldü. Bir insanlık suçu olan uygulamaları yeni yüzyılda da sürdürme peşindeler.
Kürt sorunun çözümsüzlüğü üzerinde bölgesel ve küresel güçlerin iç içeliği, dayanışmaları, ittifakları ve bu temelde devşirdikleri ekonomik, stratejik ve jeopolitik avantajların Kürt halkına faturası son derece ağır, son derece yıkıcı oldu.
Tarihte hiçbir halk böylesine uzun süreli, böylesine genel, böylesine bölgesel ve küresel güçlerin ortak uyumuna dayalı bir saldırıya maruz kalmamıştır. Kürt halkına Kürt halkının hak ve adalet arayışına, taleplerine yönelik insanlık dışı muamele adata bir gelenek biçiminde sürdürülüyor.
Lozan Antlaşma’nın bölge halklarına da faturası olmuştur. Antlaşmanın yol açtığı zemin üzerinde tekçiliğin, militarizmin ve ırklığın güç elde etmesine yol açmıştır. Ve bu temelde tekçi, faşist, baskıcı anti demokratik iktidarların süreklilik kazanmasına yol açmıştır. Ve bu iktidarların hukuk dışı, insanlık dışı toplum karşıtı uygulamaları hayli yoğun olmuştur
Lozan’ın tahribatından ve karanlığından çıkışın yolu Lozan Antlaşması’yla yüzleşmekten geçmekte. Batı eksenli liberalizminde, Doğu eksenli milliyetçiliğin de, egemen uluslar solunun büyük bir ekseriyeti ve siyasal İslami bileşkelerinin ana ekseni Lozan Antlaşması’nın yol açtığı trajediyle yüzleşmekten büyük bir özenle kendilerini alıkoydular.
Kürt sorununda süregiden çözümsüzlüğe ve çözümsüzlüğün yol açtığı trajediye karşı tutarlı bir duruşları ve tutumları olmadı. Söylemde bol bol antiemperyalist ve antigerici, antiişgalci kesilenler ve demokrasi havarisine soyunanlar, İslam kardeşliği diyenler, konu Kürtler olunca, Kürt halkının hakları ve talepleri olunca emperyalizminde, bölge gericiliğininde, diktatör rejimlerininde, işgallerinde birer uzantısı ve konseptlerinin takviyecisi olmaktan öte bir ufukları ve icraatları pek olmadı.
Antlaşmanın sesli veya sessiz destekçisi olmaları söz konusu dinamikleri ve güç odaklarını da önemli oran da işlevsizleştirdi, tüketti de diyebiliriz. Söz konusu odaklar Kürt sorunun çözümünden yana bir tutum ortaya koymuş olsalardı bugün daha farklı bir noktadan okunurdu. Daha demokratik, daha insani, daha barışçıl ve daha aydınlık bir Ortadoğu gerçeği ile daha demokratik, daha barışçı bir Türkiye, İran, Irak ve Suriye gerçeği ile karşılaşacaktık. Türk, Fars, Arap halklarının ve devletlerinin Kürt halkıyla adilane bir hukukları olmuş olacaktı. Ve Kürt halkı da statüsüne kavuşmuş olacaktı.
Lozan’dan bu yana Kürt halkı büyük bir mücadele içinde bu büyük özgürlük mücadelesinin hak ve adalet mücadelesinin Lozan politikasında yarattığı yarılma ve deşifrasyonun bölgesel ve küresel jeopolitik üzerinde süregiden etkisi var. Etkinin daha güçlü kılınması gerekiyor. 22-23 Temmuz’da Lozan’da yapılacak olan Kürt Konferansı hayli önemli. 4 parça Kürdistan’da Kürt siyasi güçleri aydınları ve sivil toplum örgütlerinin ortak bir tutum ortaya koymaları Kürt halkının temel beklentisi.
Kürt halkının verdiği büyük mücadeleye denk bir performasyona denk bir politik, diplomatik mücadele ile Kürt halkının beklentilerine cevap olunabilinir.