Öyle görünüyor ki kamplaştırma, ayırımcılık ve ötekileştirme seçim süreci boyunca da hız kesmeden devam edecek. Ya bendensin ya düşmansın diyor iktidar. Dahası aynı bakış açısı toplumu da zehirlemiş durumda. Toplumun önemli bir kesimi olan biteni irdelemekten ve sorgulamaktan yoksun.
Bilinen şeydir; kendini herhangi bir otoriteye koşulsuz, körü körüne bağımlı kılan insanlarda “ben”lik duygusu zayıf olduğu için bu eksiklerini kimi kolektiflere bağlanarak gidermeye çalışırlar. Bu tür ruh hali, iktidarlar için her türden kullanıma hazır birer malzemeye dönüşmüştür.
Erich Fromm’un ‘kolektif narsizm’ diye adlandırdığı bu haleti ruhiye günümüz dünyası ve Türkiye’sindeki olup bitenlerle bir kez daha ilgiyi hak eder duruma geldi.
Erich Fromm’un yıllar öncesinde dile getirdiği şu sözleri Türkiye’nin içte ve dışta uygulamaya çalıştığı siyasete ne kadar da benziyor: “Topluluk narsisizmini görebilmek, bireysel narsisizmi görebilmekten daha zordur. Birisinin çıkıp da başkalarına şunları söylediğini düşünelim: “Ben (ve benim ailem) dünyanın en üstün insanlarıyız; bizden temiz, bizden zeki, bizden iyi ve bizden dürüst insan yoktur.” Pek çok kimse bu insanın kaba, dengesiz, giderek deli olduğunu düşünecektir. Oysa bağnaz bir konuşmacı, kitlenin karşısına çıkıp da “ben” ve “benim ailem” yerine ulus (ya da ırk, din, siyasal parti vb.) koyarak bu konuşmayı yaptığında ülkesini, milletini vs. seven bir insan olarak övülecek ve değerli bulunacaktır. Diğer uluslar ve dinler bu konuşmaya kızacak ve makul bulmayacaklardır, ancak yüceltilen topluluğun içindeki her bireyin kişisel narsisizmi doğrulanacağı için kabul görecek ve milyonlarca kişinin paylaştığı bu yargılar akla-uygunmuş gibi görünecektir. Pek çok insanın nezdinde “akla-uygunluk” yargısını akıl değil toplumun onayı belirler.”
***
Böyle dönemlerde idareciler “Amaca giden her yol mubahtır” diyen Makyavel’in peşine takılırlar. Niccolo Machiavelli (Makyavel), bir düşünür olarak insanların zayıflıklarını incelemiş ve onları yönetmek için bu zaaflardan nasıl yararlanacağına dair birtakım önermelerde bulunmuştur. Sadece kendi döneminin yöneticileri değil, yıllar sonrasının yöneticileri de ondan esinlenmiştir.
Milli-Ulus devlet düşünce ve yapısının ilk temsilcisi olarak kabul edilen Makyavel’in görüş ve önerileri tüm totaliter yapılarda kabul gördüğü için faşizmin de öncüsü sayılır. Makyavelizm düşüncesinin temeli “Amaca ulaşmak için her araç yasaldır” görüşünde özetlenebilir. Burdaki “araç”ların hiçbir ahlaki sınırı olmadığı gibi hukuk ve dine dair bir sınır da tanımaz.
Makyavel’in en önemli eseri ‘Prens’ adını taşır. Bu eserde Makyavel tarihten ve yaşadığı günlerden örnekler vererek hükümdarlara öğüt verir. Buradaki hükümdarı günümüze uyarlayıp siyasetçi dersek söylenmek istenen daha açıklık kazanacak.
Makyavel’in zalimlere önerdiği şu görüşleri bize tanıdık gelebilir:
“… Devlet bir ulusa dayanıyorsa, yeterli gücü bu kökten alabilir. Savaş kaçınılmaz bir şeydir ve onu ertelemek başkalarının işine yarar. Bir ülkeyi ele geçiren kişi, hem sevilen hem korkulan bir insan olmalıdır. Kendine zararı dokunuyorsa verdiği sözü tutmaz. Söz vermesini gerektiren şartlar değişmişse, yine sözünde durmasına gerek yoktur… Hükümdar rolünü iyi oynamalı, gerçek amaçları konusunda açık vermemelidir. İnsanlar o kadar alışkındırlar ki, aldatmak isteyen biri mutlaka aldanacak birini bulur…” (Düsünce Tarihi -Orhan Hançerlioglu-Remzi Kitabevi)
Ne acıdır ki, Makyavel’in hayaleti hala ortalarda dolaşıyor, hala uygulama ortamı bulabiliyor. Despotik Neo-Makyavelistler siyaseti ve hayatı kirletmeye devam ediyor. Devam ediyor ama bunun artık çok işe yaramayacağını gösteriyor gidişat.
Kitleler giderek daha iyi anlıyor ki; her şey bize sunulandan ibaret değil, bize sunulanların çoğu da doğru ve gerçek değil.