Başta belirtmekte beis yok. Felaket geliyorum dedi, konunun uzmanları yetkilileri defalarca uyardı. Ama dinleyen olmadı, tedbir alınmadı, hazırlık yapılmadı.
Şimdi felaketten bir şekilde kurtulabilmiş insanların barınabilmesi için ‘Kızılay nerede, çadır istiyoruz, devlet nerede’ haykırışlarını haberleştirmeye çalışan gazeteciler suçlu sayılıyor. Devletin başındakiler, halkın yakarışlarını görüntüleyip haberleştiren ve paylaşanlara, kendilerini protesto edenlere hakaret ediyor, öfke kusuyor.
Oysa protesto eylemi suç değildir. Herkesin görüş ve düşüncelerini açıklama ve yayma hakkı yasalarca güvence altına alınmıştır. İsterlerse bunu tek başına veya topluca gerçekleştirirler. Önemli olan protesto eylemiyle anlatılanları, dile getirilenleri dikkate almaktır. Demokrasinin gereği eleştiriye katlanmaktır, Türkiye zaten birçok alanda olduğu gibi basın özgürlüğü alanında da iyi bir karneye sahip değil ne yazık ki.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün her yıl açıkladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye180 ülke içerisinde 149’uncu sırada yer alıyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), 6 Şubat’taki büyük depremden bu yana Türkiye’deki durumu yerinde takip etmeye çalışan gazetecilerin Türk makamları tarafından defalarca ve çeşitli şekillerde engellendiğini belirterek, yetkilileri kabul edilemez taciz ve müdahalelerine son vermeye ve haber yapma hakkına saygı göstermeye çağırıyor.
Gazetecilik; siyaset başta olmak üzere iktidarın uygulamalarını yurttaşın haber alma hakkından hareketle sorgulamayı da içeren bir meslektir. Bu konuda uygulanan her sansür basın özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir.
Uygulamalar her zaman olduğu gibi tasfiye ve sindirme amaçlıdır. Toplumsal ve siyasal sistemi denetimi altında tutan grup, mevcut sistemin meşruluğunu benimsetmek ve onu sürekli kılmak için ülke içindeki tüm bilgi alışveriş ve kitle iletişimini de elinde tutmak ve denetimi altına almayı isteyecektir. Bugün yapılan da budur. Topluma giydirilmeye çalışılan gömlek, düşünce ve anlatım özgürlüğünün önündeki perdeyi oluşturan kumaştan yapılmıştır. Halis, muhlis ‘sansür’ kumaşından.
Özgürlük bir bütündür ve bir bütün olarak, herkes için savunulması gerekir. İnsanın yaşamını daraltan, varlığını yok eden, özgürlüğünü kısıtlayan her uygulama, yalnız basına değil, doğrudan doğruya halkın varlığına yönelik bir saldırı olarak düşünülmelidir.
Bu ülkede işini yapmaya çalışan gazetecilere yönelik sansür, saldırılar, tehditler, gözaltılar ve tutuklamalar, kimsenin yabancısı olduğu bir konu değil artık. Özgür basın üzerindeki baskılar hiç eksik olmadı, günlük yaşamın bir parçası haline geldi.
Bilindiği gibi basın özgürlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ilan edilen ve Türkiye de dahil birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Bu özgürlük yalnızca gazetecilere özgü, onların hak ve hukuklarını koruyan bir kavram olarak algılanmamalı. Bu hak gazetecilerin, yazarların, düşünenlerin, aydınların haklarını teminat altına almakla kalmayıp, halkın olan bitenlerden haber alma hakkının teminatı olarak kabul edilmelidir.
İki büyük depremin ardından medyadaki olağanüstü hâl de sürüyor.
OHÂL ilânıyla birlikte bazı bölgelerde gerçeği yazmaya ve göstermeye çalışan gazeteciler enkazlardan uzaklaştırılıyor. TV yorumcuları ve sosyal medya kullanıcıları hakkında soruşturmalar açılıyor. İhmâllerden, yardım gelmeyen yerlerden bahsedenler sansürlenmek isteniyor.
Giderek ağırlaşan basın özgürlüğü ihlalleri otosansür krizini de derinleştiriyor. Birçok gazeteci; siyaset, yolsuzluk, kayyımlar, toplumsal olaylar, kadın hakları, cinsel istismar gibi konulardan uzak durmaya çalıştığını belirtiyor.
Tüm baskı ve engellemelere rağmen özgür basın afet bölgesindeki zor şartlarda kamuoyunun haber alma hakkı için elinden geleni yapıyor.