Yaşanan depremlerin hemen ardından borsalarda çimento fabrikalarının hisselerinde anormal artış yaşandı. Bu durum sermayenin ahlaksız yüzünü ortaya koyarken, depremde yaşanan yıkım ve ölümlerin nedeni inşaat rantının sonuçlarıydı
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Kapitalizm özellikle neoliberal politikalarıyla birlikte çeşitli alanlarda oluşturduğu sermaye birikiminin yeniden değerlendirilmesi sürecinde en önemli birikim alanı kent merkezleri ve doğal yaşam alanları olmuştur. AKP iktidarı da kent ve çevre politikalarını bu bağlamda ortaya koyarak sermaye kesimlerinin yağma yolunu açmıştır. Bu durum sadece kent merkezleriyle sınırlı kalmamakta ve kırsal alanlarda aynı hedef doğrultusunda rant alanı olarak düzenlenmektedir. Büyükşehir Belediye Yasası’yla, kırsal alanların sermaye talanına daha hızlı biçimde eklemlenmesi amaçlanmıştır.
Kentsel cazibe merkezi
Kent merkezlerinde ise dar gelirli insanların mahallelerinden uzaklaştırılmasıyla sermaye kesimlerine yeni parseller yani yeni rant alanları açıldı ve açılıyor. Kent merkezlerinden uzaklaştırılan yoksulların yaşam alanları, seçkinleştirme yoluyla sermaye çevrelerinin ve ona hizmet eden hükümetlerin çok sevdiği sözcük olan yeni kentsel cazibe merkezlerine dönüştürülüyor. Diğer yandan metropollerde rant değeri yüksek alanlar ortaya çıkarılırken, ülkenin yoksul kentlerinde ve özellikle Kürt coğrafyasındaki rant, iktidarın yerel işbirlikçileri eliyle sürdürülürken, inşaatlarda yetersiz ve hurdadan mamul demir ve kalitesi düşük beton kullanımıyla halk yaşarken müteahhitler halkın mezarlarını inşa etti.
‘Esmer siyah vatandaşlar’
99 depremi sonrasında iktidara gelen AKP’nin G.Başkanı ve Başbakan olan R.T. Erdoğan, “Depreme dayanıklı olmayan tüm evler yıkılacak ve yerine yenileri yapılacak, bu uygulama bana oy kaybettirse de bunu gerçekleştirmeye karalıyız” diyen bir açıklama yapmıştı. Erdoğan, Roman halkıyla özdeşleşen İstanbul Sulukule için “ucube” bir yer diyerek, Sulukulelileri ‘esmer siyah vatandaşlar’ sözleriyle tanımlayarak ırkçı yüzünü ortaya sermişti.
Kent merkezleri
Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı olan Erdoğan Bayraktar ise Sulukule ve diğer gecekondu alanları için, “Terörün, uyuşturucunun, devlete çarpık bakmanın yerleri ve psikolojik olumsuzlukların merkezleri” sözleriyle o dönem talanın başlayacağı alanları yalanlar süsleyip işaretliyordu. Bugün Sulukule’ye yapılan evlere kimler sahip, nasıl ve kimin için rant oluşturulduğu apaçık ortadayken kent merkezleri soylulaştırma hedefleriyle inşaat şirketlerine rant alanları haline getirildi.
Deprem ve terör
Bugün hemen hemen bütün şehirlerimizde kentsel dönüşüm adı altında, özellikle yoksulların, sıradan halkın evleri, arazileri yok pahasına zorla ellerinden alınmakta, çılgın projelerle tarım alanlarımız, su havzalarımız talana açılmaktadır. Bakan Kurum, İzmir depremi sonrası yaptığı açıklamada, “Her zaman söylüyoruz, depremle mücadele terörle mücadele kadar önemlidir, hayatidir” sözleriyle yüzbinlerce kişinin nasıl “terörist” sayılarak cezaevlerine tıkıldığı, işlerinden atıldığı ve HDP’li belediyelere nasıl el konulduğuna işaret ediyordu. Depremle ürettikleri laflarla mücadele eden iktidarın, 2002’de İstanbul’da belirlenen 496 adet deprem toplanma alanı imara açıldı. Yerlerine rezidanslar ve AVM’ler yapıldı.
AKP’nin ekonomi politiği
İktidarda olan ve kendilerini liberal-muhafazakâr olarak niteleyen siyasetin en önemli rant alanı inşaatlar olmuştur. Yaptıkları inşaatların temel atma törenlerinde astıkları ‘Şefaat Ya Resullulah’ pankartları çokça ‘İnşaat Ya Resulullah’ biçiminde çevrilerek, uygulanan politikalar teşhir edilmişti. İnşaat, AKP iktidarının ekonomi-politiğinin temelidir. İktidar ülkenin şantiyeye döndürülmesini gururla ifade ederken kalkınmanın, refahın, zenginliğin simgesi olarak gösterildi. İnşaatçılık yeni bir zengin sınıfı ortaya çıkarırken, 5’li çete olarak nitelenen inşaat şirketleri iktidarın kanatları altında devasa kârlar elde etti. Depremler coğrafyasında yaşarken her deprem bu şirketler için büyük bir yağma ve rant alanı olarak işlev gördü.
Yıkımlar ve gerçekler
“Deprem sadece bu dönemde mi can aldı? Tarihten bu yana hep vardı” sözleriyle iktidarı eleştirenlere sözde yanıtlar veriliyor. Bilimin bu kadar geliştiği bir çağda depremin yıkıcı sonuçlarının nasıl engellenebileceği çok iyi biliniyor. Bu durum bilinmesine karşın can yakıcı sonuçların ortaya çıkması masumane bir edayla bir doğa olayının sonucu yaşanmaktadır gibi gösterilemez. İzmir depremi sonrası konuşan deprem bilimci İTÜ’lü Prof. Dr. Ahmet Ercan, “Deprem yoksulun sorunudur. Bir ülkede yoksulluğu yenmedikçe depremin adı ölüm olur. Depremin kaderi yoksulluktur” sözleri depremle kimlerin yüz yüze kaldığına, zengin sınıfların ise bundan azade olduğuna işaret ediyordu.
Kibrit kutusu binalar
Yoksulların kentlerde inşa ettiği gecekondu türü evlerde yıkım yaşansa da ölümler çok fazla yaşanmazdı. Nedeni ise derme çatma 1 katlı yapılar yıkılsa da sağ kalabilmesi mümkündü. Bugün yıkımlarda yaşanan binlerce ölüm çok katlı binalarda görülüyor. Bu binaları inşa edenler ise yoksul yurttaşlar değil sermaye sisteminin müteahhitleridir. Müteahhitlerin fazla kâr elde etmek adına yaptıkları binalarda projenin gereğini yapmaktan kaçıp hırsızlık yaptıkları bilinir. Bu binaları kontrol eden kurumlardaki görevlilerle al gülüm ver gülüm ilişkisi kurulur ve elde edilen kirli paradan görevlilere hırsızlıktan doğan payları ödenir.
Deprem zenginlere ninnidir
Yoksulların büyük çoğunluğunun parası yok, ancak bazı kesimlerin borçlanabilme olanakları var. Bankaların çalışanlara krediler vererek ömür boyu ev borcu ödemesi sağlanırken, bu sömürü çarkının diğer bir bileşeni ise devlettir. Devlet, hem bankaların hem de müteahhitlerin teşvikler yoluyla olası zararları karşılanırken yurttaşlar borç ödeme yeteneğini yitirdiğinde evleri elinden alınarak evden çıkarılıp sokağa atılır ve ev bir başkasına satılır. Zenginlik, hırsızlık ve sömürüye dayanır. Başka türlü zengin olmanın hiçbir yolu yoktur. Zenginler saraylarda otururken deprem onlara ninni gibi gelir. Yoksullar ise kibrit kutusu gibi üst üste dizilmiş evlerde zorluk içinde yaşarken, depremlerde ölenler onlardır.
‘Harcanması gerekene harcadık’
99 Gölcük depremi sonrası başlayan ve depremde yıkımda kullanılacağı iddia edilen 100 milyara yakın toplanan ek vergilerin nereye gittiği sorusuna Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle cevap vermişti: “Harcanması gereken yere harcadık.” Bir Bakan ise yollar yaptık diye açıklarken, yurttaşları öldüren müteahhitlik sistemine yine yurttaşlardan zorunlu olarak toplanan vergiler aktarılmaktadır. Depremin yaşandığı bölgede hepimizin şahit olduğu gibi ölen yurttaşların sayısı ile depremin şiddetini açıklamakla yetinmekteler. Depremin yaşandığı saatlerin hemen ardından borsada çimento şirketlerine yönelinmiş olması sistemin nasıl çalıştığının en önemli göstergesidir.
Çimento sanayisi ve borsa
Yaşanan depremde enkaz altında çok sayıda yurttaş yardım beklerken, borsada çimento şirketlerinin hisselerinde yükselme yaşanması sistemin çalışma mekaniğini göstermekte. Borsa İstanbul’da işlem gören Bursa Çimento’nun hisseleri yüzde 4,53, Çimsa’nın yüzde 4,51, OYAK Çimento’nun yüzde 9,90 artış kaydetti. Afyon Çimento, Baştaş Başkent Çimento, Batı Söke Çimento, Konya Çimento, Nuh Çimento gibi şirketlerin hisselerinde de yükseliş yaşandı.
Makineler kalıcı olmak için
Bu durum yaşanan yıkım karşısında ellerini ovuşturan rantçıların depremden beklentilerini ortaya koymaya yetti. İnşaat rantına dayanan iktidar politikalarının sonuçları sermayenin bir kısmında heyecan yarattığı muhakkak.
Deprem sonrası ortaya çıkan tepkiler ve yapılan çağrılar sonrası Cengiz İnşaat gibi şirketlerin iş makinelerini bölgeye yollamalarının yurttaşa bir desteği içermediği muhakkak. İş makinelerinin bölgede nasıl olsa kalıcı olacağı düşüncesinin şirketlerin motivasyonu olduğunu belirtmek gerekiyor.
Çimento şirketleri
Türkiye’de yaşamı zehirleyen çimento üretimi uluslararası sermaye ve yerel ortakları ile inşaat şirketlerini besleyen özelliğe sahip. Türkiye Çimento Sanayicileri Birliği (TÇMB) verilerine Türkiye’de 74 adet çimento ve öğütme, onlarca da beton fabrikası bulunuyor. Sektör yabancıların ya da yabancı ortakların kontrolü altında. Dünya çimento tekelleri arasında yer alan Fransız Vicat-Parficim, Ankara ve Konya’da 2 fabrika işletiyor. Taiwan Cement Corporation ile ortak olan Oyak Çimento ise 6 fabrika ile üretim yapıyor. Sektörün büyük üreticileri arasında bulunan ve Muğla Çimento’nun sahibi ADOÇİM Yunanistan merkezli Titan Çimento ile ortak. AKÇANSA ise İngiliz HeidelbergCement ve Sabancı ortaklığı olan şirket, üç fabrikasında çimento ve klinker üretimi yapıyor. 12 ülkede faaliyet gösteren İspanya merkezli Votorantim şirketinin Türkiye’de 5 fabrikası ve 14 hazır beton tesisi var. İtalyan Cimentir ise 2001 yılında Çimentaş’ı satın alarak Türkiye’ye giren firma 5 fabrikada söz sahibi. 6 fabrika ve çok sayıda beton üretim tesisi olan Sabancı Grup’a ait Çimsa’da İngilizlerle ortak.