İlham bakır
Toplumlar ne kadar az filozofa ve ne kadar çok siyasetçiye sahipler. Tarihsel olarak insanın, tüm insanlaşma tarihi ve farklı toplumsallıklar inşası tarihi boyunca bu dengenin filozofinin aleyhine değiştiğini görmek mümkündür. Filozofi de siyaset de kurucu rolleri çok güçlü toplumsallık inşa yöntemleridirler. Filozofi, insanın anlam arayışının, kendini bir varlık olarak konumlandırabilmenin ve varlığına anlam kazandırabilmenin arayışı olarak tezahür ederken, siyaset de bu anlam arayışının sonuçlarını, vardığı menzili, insanların karşılıklı yararları ve ortak çıkarlarını gözeten bir yerden toplumsal ilişkileri düzenleyen ve insanların başta güvenlik, barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçları olmak üzere biyolojik ve ruhsal ihtiyaçlarının temini güvence altına alarak, insanların mutlu bir yaşam sürdürmesini hedefler.
Anlam arayışında derinleşen, içinde bulunduğu topluma bu anlam arayışında öncülük eden öne çıkan filozoflar olmakla birlikte ilksel topluluklarda filozofi daha çok ortak bir anlam arayışı olarak tezahür etmekte, her topluluk üyesinin doğayla ve toplum bireyleri ile kurduğu ilişkide kendisinin filozofik arayış ve derinleşmesi karşılıklı güçlü bir etkileşime ve ortaklaşmaya yol açmaktaydı. Özellikle devletli uygarlıkla birlikte filozofinin bir erk kurma aracına dönüşmesi, iktidarın yedeğine düşmesi süreci ile karşı karşıya kalırız. Filozofinin her bireyin kendinden başlattığı anlam arayışını, toplumun anlam arayışı ile ortaklaştırdığı sürecin giderek zayıflaması, bir toplumsal statü ve hiyerarşi içerisinde bir öncülük üstlenmesi, onu derinlikli bir anlam arayışından uzaklaştırarak iktidarlar adına manipülasyon üreten bir konuma düşürmüştür. Yani anlam arayışının tezahürü olarak ortaya çıkan argümanlar iktidarlar adına, iktidarların çıkarlarını, bir sınıfın çıkar ve tahakkümünü korumanın yalanlarına dönüşmüştür.
Elbette devletli uygarlık sürecinin siyaseti, ortak toplumsal çıkarları üreten, koruyan ve devam ettiren olmaktan çıkarıp devletin ve devleti elinde tutan sınıfın hizmetine sokacak şekilde yozlaştırmış olması, filozofinin de bu yozlaşmadan payını alması sonucunu doğurmuştur. Yine de filozofi tarih boyunca iktidarlara itiraz etmenin, insanlığın anlam arayışının en etkili yöntemi olarak varlığını günümüze kadar sürdürmüş ve itibarını korumuştur. Toplumu kandırmak, yalan söylemek, kendisinin ve çevresinde kümelenen çıkar gruplarına menfaat sağlamaya matuf eylem ve söylemin sahibi olarak siyaset, muazzam bir itibarsızlık yaşarken, filozofi her şeye rağmen anlam ve mutluluk arayışının önemli bir yol ve yöntemi olarak itibarını korumaktadır.
Siyasete, güçlü toplumsal kurucu rolünün ve itibarının tekrar geri kazandırılması da ancak toplumsal düzeyde bütün bireylerin filozofi ile güçlü bağlarının kurulması ile mümkündür. Bireylerinin güçlü, derinlikli, ortakçı ve eşitlikçi bir anlam arayışına girdiği toplumları hiçbir siyasetin manipülasyonu etkileyemez, yönlendiremez, yönetemez. Bugün yaşanan bunca zulüm ve adaletsizliğin, çürüme ve yozlaşmanın seçimler yoluyla yapılacak bir değişimle ortadan kaldırılacağına dair toplumu aldatmakta olan sözüm ona muhalif siyasetin güçlü bir teşhiri ve bu siyasete güçlü bir itiraz gerçekleştirmeden yarının güzellikler getireceğinden söz etmek bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Toplumun filozofik düzeyde ahlak, erdem, vicdan, iyilik, kötülük üzerine bir tartışmaya ve anlam arayışına ihtiyacı vardır. Sadece iktidarı ve onun kötülüklerini hedef alan bir muhalefet etme biçimi ile yol almak mümkün değildir. Bu kavramlar etrafında filozofik bir tartışma yürütülmeden ulaşılacak bir zafer, elde edilecek bir iktidar önceki iktidarların kötülüklerini aratamayacak yeni bir iktidar biçimi üretmekten öteye bir sonuç doğurmayacaktır.