Hüseyin Aykol
AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan, birkaç hafta önce “Ben başta bulunduğum sürece, İsveç ve Finlandiya NATO üyesi olamaz” demişti. Bunun üzerine, gerek muhatap ülkelerin devlet yetkilileri gerekse NATO genel sekreteri, Ankara ile temasa geçti. Erdoğan onlara “Boşuna gelmesinler, üyeliklerine ‘evet’ demeyeceğim” dese de, onlarla gerek telefonla gerekse de yüz yüze görüştü. Önceki günkü NATO zirvesine de bu havada gitti.
NATO zirvesi öncesi, ABD Başkanı Biden’ın da araya girmesiyle, Erdoğan, İsveç ve Finlandiya ile bir mutabakat metni imzalayarak, söz konusu iki ülkenin NATO üyeliğine koyduğu vetoyu kaldırdı. Şimdi belli bir prosedür ve takvim içinde İsveç ve Finlandiya da NATO’ya üye olacak. Şimdiye dek, NATO ve Varşova Paktı arasında tarafsız kalan ve silahlanmaya çok fazla bir harcama yapmak zorunda kalmadığı için gelişkin bir ekonomiye sahip olan bu ülkeleri, artık ‘düşman’ Rusya karşısında gergin günler-yıllar bekliyor.
Kuruluşundan bu yana en önemli stratejik kararlarından birinin alındığı NATO zirvesinden Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’yı istediği çizgiye getirdiği inancıyla ‘zafer’ ile dönerken; ülkemizdeki Millet İttifakı bileşenleri, kimi ulusalcı, hatta liberal aydınlar Erdoğan’ı sözünde duramamakla İsveç ve Finlandiya’ya taviz vermekle suçluyorlar. Erdoğan’ın “Ben başta bulundukça” diye gürleyip, ABD’li Rahip Brunson ya da Almanya vatandaşı bir gazeteci ve hatta Suudi gazeteci Kaşıkçı için tam tersi davranışta bulunduğu biliniyor. Yani sürpriz değil!
Ama beni asıl dehşete düşüren ilk genel seçimlerde iktidara gelmesi söz konusu olan muhalefetteki partilerin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine karşı tavırları. Galiba tıpkı Erdoğan gibi İsveç ve Finlandiya’yı NATO’ya almak istemiyorlar. Ya da tıpkı Erdoğan gibi, İsveç ve Finlandiya’nın burjuva demokratik çizgisinden hoşlanmıyorlar. Yoksa Erdoğan’ın ‘terörist’ ilan ettiği yayıncı Ragıp Zarakolu’nun Türkiye’ye iade edilmesini mi istiyorlar?
Millet ittifakını oluşturan partiler, kaç gündür, Erdoğan’ın dik duramadığını söyleyip duruyorlar. Tamam Erdoğan, veto hakkını pazarlığa koydu ve istediği ‘taviz’ ne kadardı bilemiyoruz ama kendince bir şeyler aldıktan sonra İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğini kabul ederek çark etmiş oldu. Muhalefet, galiba Erdoğan’a yeterince taviz alamadın, yeterince silah izni alamadın diye kızıyor. F-16’ların alınması kesinleşmedi ya da örneğin YPG’nin terörist olarak kabul ettirilmesini sağlayamadın, diye hop oturup, hop kalkıyor.
AKP iktidarının -ister İsveç, isterse ABD’den olsun- aldığı her silah, ülkenin savunması için değil, savaş için kullanılıyor. Peki AKP iktidarı, bu silahları sadece nerede kullanabiliyor? Suriye’de ve Irak’ta. Yani bu iktidarın tek derdi, “Kürtler anasını görmesin; Kürtler hiçbir ülkede otorite olmasın!” değil mi? Kürt sorunu demokratik yollardan çözülmedikçe, Türkiye’de hiçbir iktidar iflah olmaz, olamaz! Başta ABD olmak üzere NATO’cular, en çok Kürt karşıtı iktidarlara silah sattı. Hem de yalvarta yalvarta…
İktidarların Kürtlere karşı son 40 yıldır verdiği mücadelede harcadığı para, ülkenin kendi kalkınması için kullanılsaydı, Doğu Avrupa ülkelerinden daha zengin bir yer olurdu. En önemlisi de bunca can yanmazdı. Analar ağlamaz, on yıllarca unutulmayacak düşmanlığın tohumları atılmazdı. İktidara gelmek için can atan Millet İttifakı’nın, Kürt sorununu mecliste çözmek istediğini ve Türkiye’ye saldırmak niyetinde olmayan çevresindeki devletler ya da halklarla savaşmak istemediğini duymak isteriz!