Murat Çakır
Yeni Yaşam gazetesinin 16 Haziran 2022 Perşembe günkü sayısında değerli köşedaşımız Zeynel Kete’nin bir yazısı yayınlandı. Yazı bütün olarak tartışmaya değer bir içerik taşıyor. Ve şüphesiz ekonomistlerin, bilhassa Marksist ekonomistlerin “Rıza ekonomisi ve demokratik komünal ekonomi” hakkında sunabilecekleri hayli içerik katkısı bulunmaktadır. Biz ise yazının son cümlesinden hareketle birkaç noktanın altını çizmeye çalışacağız. Daha doğrusu “(…) ekonomik kriz sonuç, savaş nedendir” tespitine olan itirazımızı ifade etmek istiyoruz.
Sonunda söyleyeceğimizi baştan söyleyip, bazı anımsatmalar yapmamız gerekiyor: Günümüzün ekonomik, siyasi ve toplumsal gerçekliği savaşların 21. yüzyılda da sadece sermayenin sınıf politikasının bir ifadesi ve devamı olduğunu kanıtlıyor. Yani savaş neden değil, sonuçtur. Anımsatmaları AB örneğiyle açalım.
Daha önceki yazılarımızda da tespit ettiğimiz gibi, AB Alman emperyalizminin öncülüğü altında Batı Avrupa’nın emperyalist devletlerinin iktisadi ve siyasi çatısı hâline gelmiştir. Şimdi de militarist çatı olmak üzeredir. Yayılmacı hedefler, neoliberal dönüşüm, devasa sosyal haklar budanımı, burjuva demokrasilerinin içinin boşaltılması, dış politikanın militaristleştirilmesi, uluslararası tekel çıkarlarının korunması, yoksul coğrafyalara yönelik saldırgan eylemler, BM Şartı ile uluslararası hukukun ayaklar altına alınması, AB’nin karakteristik özellikleridir.
Avrupalı emperyalist güçler ABD emperyalizminin yanında, ama aynı zamanda onunla rekabet hâlinde AB çatısı altında aktif biçimde jeopolitik alanları fethetmeye çalışmaktadırlar. Son 30 yıl içerisinde dünyanın muhtelif coğrafyalarında emperyalist güçlerin körükledikleri savaşlar ve müdahaleler, ama özellikle AB ve NATO’nun Doğu Avrupa’ya genişlemeleri uluslararası çelişki ve çatışmaları keskinleştirmektedir. AB ve NATO Orta ve Doğu Avrupa’yı ordularının tatbikat alanlarına dönüştürüp, ABD ile Rusya ve Çin’e karşı düşmanca tavırlar geliştirirlerken, ekonomik, siyasi ve askeri şiddet aracılığı ile tüm Ortadoğu’yu ve Afrika’nın geniş kesimlerini istikrarsızlık batağına sokmuşlardır. Aynı süreç içerisinde AB üyesi ülkelerde otoriter-neoliberal güvenlik rejimleri oluşturulmuş, serbest ticaret ve yatırım koruma sözleşmeleriyle dünya çapında sosyal standartlar yok edilmiş, sömürü mekanizmaları güçlendirilmiş ve refah şovenizminin, ırkçılığın teşvik edilmesiyle AB toplumlarındaki bölünme çizgileri kalınlaştırılarak, toplumsal direniş potansiyelleri zayıflatılmıştır.
Gerek ABD gerekse de Avrupalı emperyalist güçler dünyanın yeniden paylaşımında hammadde ve enerji kaynakları, piyasalar ve tedarik yolları üzerindeki hakimiyetlerini güçlendirmek ve etki alanlarını genişletmek için verilen mücadelede giderek daha fazla askeri araçlara öncelik vermektedirler. Askeri araçları kullanma tandansının hızlanması – Ukrayna örneğinde görüldüğü gibi – dünya çapındaki bir nükleer savaş tehdidini akut hâle getirmekte ve bölgesel ihtilafların salt silahlı çatışmalarla çözülmeye çalışılmasını tetiklemektedir. İşte bu gidişatın temel nedeni emperyalizmin özüne dahil olan ve kapitalizm koşulları altında çözümsüz kalan iktisadi, siyasi, toplumsal ve ekolojik çoklu krizlerle şiddetlenen saldırganlıktır.
Emperyalist-yayılmacı saldırganlık sadece son 30 yıl içerisinde dünya çapında milyonlarca insanın yaşamına mal olan, ekolojik felaketlere yol açan, sayısız kenti ve bölgeyi yangın yerine çeviren, açlık ve yoksulluğun hızla yayılmasını ve kitlesel göç hareketlerini tetikleyen, sivil halka yönelik terör eylemlerini ve etnik-dinsel çatışmaları körükleyen ve nihâyetinde uluslararası silah tekellerinin kârlarını katlayan, despotik rejimleri güçlendiren, yaşamın her alanını talana açan çok sayıda vekalet savaşını başlatmış ve bunları sürekli kılmıştır.
Dolayısıyla savaşlar sermayenin sınıf politikasının devamıdır ve krizler, bilhassa ekonomik krizler kapitalist üretim biçiminin yapısal ve kaçınılmaz ürünüdür. Nihâyetinde kapitalizm aşılmadan savaşsız ve sömürüsüz bir dünya olanaklı değildir.