Murat Çakır
Avrupa toplumsal ve siyasi solu Ukrayna konusunda “saldırganlığa karşı çıkma” gerekçesiyle egemen siyasete eklemlenmiş “NATO soluna” dönüştü. Gerçi başta Almanya barış hareketinin bazı bileşenleri olmak üzere farklı kesimlerden itirazlar yükselmiyor değil, ama bu itirazlar uzay boşluğuna yayılan ses dalgaları misali pek dikkate alınmıyor. Bunların dikkate alınmamasının yanı sıra, son süreci dünya çapındaki gelişmeler ve tarihsel arka plan bağlamında ele alan analizler de “komplo teorileri” veya “20’nci yüzyıldan kalma eskimiş bakış açıları” olarak karalanıyor. Buna karşı Avrupa “solunun” önde gelen isimleri, bürokratik parti aparatlarının kontrolü altındaki medya üzerinden neredeyse her gün “NATO ve uluslararası siyaset konusunda yeni şeyler söylemeliyiz” propagandasını yapıyorlar.
Savaş aygıtı NATO ve emperyalist-kapitalist dünya düzeni hakkında söylenecek “yeni şeyler” yok değil tabii ki. Ancak bunlar reformist solun telkin etmeye çalıştığı gibi, “NATO demokratikleştirilebilir” veya “uluslararası siyaset despotik rejimlere karşı savunmasız olmamalı” türünden demagojik söylemler değildir. Söylenmesi gereken “yeni şeylerin” başında bizce şu gerçek gelmektedir: Emperyalist-kapitalist dünya düzeni, merkezinde ABD-Rusya ihtilafının durmadığı bir değişim süreci içerisindedir. ABD emperyalizminin Rusya’yı kuşatma, izole etme ve zayıflatma stratejisi elbette önemlidir, ancak bu asıl amaç değil, asıl amaca yarayan etkin bir araçtır. ABD emperyalizminin asıl amacı da hedefine koyduğu Çin Halk Cumhuriyeti’ni boyunduruğu altına sokmak ve dünya çapındaki hegemonyasını tehdit edecek bir gücü bertaraf etmektir.
Rusya’ya yönelik bu kuşatma stratejisinin etkin bir araç olduğunu Avrupalı emperyalist güçlerin – şimdilik – ABD politikalarının arkasına dizilmesinde ve savaş aygıtı NATO’nun Doğu ve Kuzey Avrupa’ya genişlemesinde görebiliriz. Ancak ABD stratejisinin bir yan etkisi de devasa hammadde ve enerji kaynaklarına sahip, ama ekonomik açıdan zayıf olan Rusya’nın Çin’in etki alanına girmiş olmasıdır. ABD açısından Rusya’nın hammadde ve enerji kaynaklarına ulaşabilecek olan Çin daha büyük bir “tehdit” anlamına gelmektedir. Hâlihazırda Çin’in etki alanı Doğu ve Merkez Asya’dan Ortadoğu’ya, “Kara ve Deniz Yeni İpek Yoluyla” Afrika’dan, ABD’nin arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’ya kadar uzanmaktadır.
ABD emperyalizmi Çin’in kalkınma ve gelişme yatırımları kanalıyla etki alanını genişletmesini “Çin saldırganlığı” diye nitelendirerek, 2011’de uygulamaya soktuğu Hint-Pasifik Stratejisi’ni güçlendirerek sürdürmek istemektedir. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken bu stratejik yönelimi “Rusya’ya nazaran ABD’nin egemen pozisyonuna dünya sahnesinde meydan okuyacak güce sahip tek ülke Çin’dir” diyerek gerekçelendirmektedir. ABD bu nedenle Hint-Pasifik bölgesinde, Avrupalı müttefiklerine rağmen, yeni ittifaklar oluşturmaya ve bölgeyi tam anlamıyla militarize etmeye çalışmaktadır.
Başkan Obama ile başlatılan, Trump döneminde yeni adımlarla devam ettirilen ve Biden yönetimi tarafından derinleştirilen strateji gereği Çin, yüksek teknoloji ve kitle imha silahlarıyla donatılan “ABD dostu” Pasifik ülkeleri ile kuşatılmakta ve bu kuşatma ABD donanmasının nükleer füze taşıyan yeni denizaltılarıyla desteklenmektedir. ABD, Guam ve Palau gibi Pasifik adalarındaki askeri havaalanlarını genişletmekte ve Marshall Adaları veya Mikronezya Federe Devletleri gibi çok sayıda küçük Pasifik adasını ordusunun lojistik merkezlerine çevirmektedir. Nihâyetinde ABD NATO’nun yanı sıra Avustralya, Güney Kore veya Japonya ile oluşturduğu askeri ittifaklar ve Hindistan gibi ülkeler üzerinde uyguladığı baskılarla sadece Hint-Pasifik bölgesinde değil, dünya çapındaki egemen konumunu korumaya çalışmaktadır.
O açıdan, “evet Ukrayna bahanedir” diyebiliriz. Hem ABD emperyalizminin hem de ABD’nin yanında palazlanmaya çalışan Avrupalı emperyalist güçlerin, uluslararası tekellerin ve mali sermayenin çıkarlarının korunması, dünya çapındaki egemenliklerinin sürdürülmesi için bir bahanedir. Bu amaç için yaklaşık 42 milyon Ukraynalının feda edilmesi ise, görüldüğü gibi, işten bile değildir.