İki gün önce Çekmeköy’de Köyiçi Deresi’ne yaklaşık 1.5 km mesafede bir çocuk parkına sabah 5 civarında polisler eşliğinde Çekmeköy Belediyesi’ne bağlı iş makinaları girmişti, okumuşsunuzdur. İtiraz eden halkı darp ettiler. O park Ulus Pazarı Parkı. Yanında pazar yeri alanı var. Belediye pazar yerini büyütecekleri parkı, pazar yerine katacakları iddiası ile polis eşliğinde parka girdi
Beyza Üstün
Mayıs ayının son haftasında size Çekmeköy’de yapılanları özetlemiştim.
Bu aktarımdan sonraki günlerde bana telefon ederek yaşadıklarını aktaran ve yaşam alanını korumaya çalışan Haydar Gözüaçık’la buluşup Çekmeköy’e gittik. 2018 yılından beri nasıl çabaladıklarını, neleri kaybettiklerini dere boyu yerinde gösterdi. Arabayla derenin doğduğu yere gitmeye çalıştık. Ormanın içinden geçerek dere boyu dönüşümü gördük.
Şimdi size aktaracağım organize ve politik bir el koyma süreci. Görebildiklerimi, hafızamda kalanları size ne kadar yansıtabilirim bilmiyorum ama çalışacağım. Ben ne kadar beceremezsem de siz, elinizde tuttuğunuz gazetemizin bizlerin arasında kurduğu dostluk köprüsünden geçip, yaşananların yaşadıklarımız/mücadele ettiklerimiz olduğu konusunda benimle buluşursunuz.
Bir panel esnasında Çekmeköy’den gelen telefon konuşmasını aktarmıştım önceki yazımda:
“Dere havzasında olduğu için evimizin yıkımını öğrendiğimizde, devlet karar vermiş, yanlış olamaz diye düşündük. 2018’den beri AKP’nin ve CHP’nin farklı yerel yönetim dönemlerinde yıkım sürdükçe, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına, yıkıma rağmen devam edildikçe gerçekle yüzleştik” diyordu telefonun ucundaki yürekli ses. “Yaşadıklarımız bize gerçeği sonunda öğretti” diye bitirdi sözlerini süreci aktardıktan sonra. Son duydukları söz -isteseniz de istemeseniz de buraya 60.000 kişilik bir kent inşaa edilecek- olmuş.
Çekmeköy’e gitmek için buluştuğumuzda yanılmadığımı anladım. Telefon eden yürekli ve kararlı bir Çekmeköylü idi. Bizi alanda karşılayan kadın ise tanıdığım en cesur kadınlardan biriydi: Suna Duman. Bir dere kenarında, küçücük bahçe içinde bir barakanın önünde buluştuk Suna Duman’la. 3-4 m2’lik minicik bahçede meyva ağacı çiçekleri olan, barakanın içinde oturacağınız tertemiz bir düzenek, masa ve misafir geldiğinde ikram yapılacak çay, tüp, bardak, kısaca her şey vardı. Duvarları ise 2018 yılından beri yaptıkları, verdikleri mücadelenin, basın açıklamalarının, dava dilekçelerinin, kısaca yaşadıkları sürecin tümü ile donatılmıştı. Küçücük bir kulübede kocaman bir hikayenin ortasındaydım. Yıllardır bildiğimiz, yaşadığımız siyasi iktidarların doğal alanları, aldıkları “yetki” ile nasıl mafyavari ve organize ele geçirdikleri gerçeğinin sıkıştırılmış zamanı içinde bir yandan dinliyor, diğer yandan kaçırmamak için duvarda asılı (belediyeye, valiliğe, mahkemeye yazılmış) dilekçeleri hızlıca okumaya çalışıyordum. Dere boyunca yapılanları izlerken, dün ve bugün gözümün önünden hızlıca geçti.
Haydar Gözüaçık ve Suna Duman’ı tanımanızı isterim. Bir kadının nasıl mücadele ettiğinin ve ona yoldaşlık eden Çekmeköylülerin hikayesi. Doğdukları, büyüdükleri yerlerin kullanıma açılmasına karşı yürüttükleri mücadelenin hikayesi.
15 Mayıs’ta, Köyiçi Deresi’nin kıyısında buluştuğumuzda Suna; içindeki hikayesi ve birikenlerle ve benim duvarda asılı olanları okumayı bitiremediğim dev barakada 1387 gündür direnişteydi. Genç bir kadın ve onun mücadele yoldaşı Haydar Bey soluksuz yaşadıklarını özetlediler. Bir yığın isim saydılar CHP’li yerel meclis üyelerinden AKP’li Çekmeköy Belediye Başkanı’na kadar. İsimlerin ortak yanı hepsi müteahhit. 2018’de derenin kenarında 3 evi yıkmışlar, dere koruma bandında diyerek Suna’nın ve Haydar’ın evleri bu grubun içinde. Mahkemeyi kazanmışlar, evlerinin olduğu yere bloklar yapılmış ve derenin yatağı DSİ’nin yardımıyla diğer dere kenarına doğru kaydırılıp betonlanmış. Böylece yeni yapılan evler koruma bandından çıkarılmış. Mahkeme yıkımı iptal edince sanmışlar ki her şey düzelecek, karardan sonra yıkılmayan 3 ev daha yıkılmış. Alevilere ait olanlar yıkılıp AKP’ye oy veren diğer 6 ev bırakılmış. Yıkımın yapıldığı yerlerde onlarca blok apartman tamamlanmış ve içine taşınmalar olmuş. Suna ile Haydar’ın ve bölgede mücadele edenlerin tek derdi var şimdi. Çekmeköy (Köyiçi) Deresi’nin etrafındaki ormanları, (kendilerini desteklemeseler de) yıkılmayan evleri kurtarmak.
Derenin gözesine doğru çıkarken orman içinde kıyıda kaçak apartmanların kuzeye doğru yayıldığını, diğer kıyı tarafındaki dokunulmamış ormanın da etrafının çevrilip Milli Park olarak girişinin kontrol altına alındığını gördük. Daha kuzeye gidemedik çünkü ormanlık alanda, dere yatağında İSKİ’nin iş makinaları ‘atıksu kollektörü!’ döşüyordu. Planlama çok kapsamlı, Küçükçekmece Lagün- Kilyos- Durusu Havzaları’na yapımı planlanan yeni lüks kent inşası gördüğünüz gibi tüm Kuzey Ormanları boyunca planlanmış, ya da planlanmasa da yapın gitsin denmiş. Adım adım tüm aktörler çalışarak, müteahhitler yaşam alanlarına dalmışlar.
İki gün önce Çekmeköy’de Köyiçi Deresi’ne yaklaşık 1.5 km mesafede bir çocuk parkına sabah 5 civarında polisler eşliğinde Çekmeköy Belediyesi’ne bağlı iş makinaları girmişti, okumuşsunuzdur. İtiraz eden halkı darp ettiler. O park Ulus Pazarı Parkı (ÇekPa). Yanında pazar yeri alanı var. Belediye pazar yerini büyütecekleri parkı, pazar yerine katacakları iddiası ile polis eşliğinde parka girdi. Mahallenin, çocukların alanına. Pazarın yan tarafı dolgu alanı, karşısında Ağaoğlu’nun 1000 civarında büyümesi planlanan gökdelenleri yapılıyor. Büyük olasılıkla pazar yeri sonrasında katlı otoparka dönüştürülecek. Ortada yapılacak pazar yerine ait bir proje yok ama iş makinaları ve yükselen bloklar var.
Şimdi birlikte düşünelim. Sadece iş makinalarının önüne çıkıp bu saldırıyı durdurabilir miyiz? Henüz buraya gelmediler mi deriz ya da şu anda saldırı altında olan bu coğrafyanın herhangi bir yerinde, hiç bizi görmüyorlar deyip sitemimizi birbirimize mi ederiz?
Bizler bu süreci farklı mekanlarda aynı hukuksuzlukla yaşıyoruz. Çekmeköy’de Köyiçi Deresi’nin etrafında yaşayan halkın mücadelesini farklı mekanlarda halklar vermeye devam ediyor. Köyiçi Deresi’ne yapılacakların Küçükçekmece Lagün Havzası’na yapılmak istenenlere, Marmaris’te yanan orman içine Simpaş’ın dalmasına, Suriçi’nin belleğinin yok edilerek kadim halkların yerinden edilmesine tanıklık eden bizler, daha fazla ayrı durmadan hikayeyi tersine çevirelim.
Şirketlere sunulan yaşam, bizlerin yaşamı, yok edilen kent belleklerini, ormanları, suları, yaşam alanlarını geri alacak olan biziz.