PEN International’ın Başkanı seçilen yazar Burhan Sönmez ile gündemi ve edebiyatını konuştuk
Ahmet Güneş
Geçtiğimiz yılın Eylül ayında PEN International’ın Başkanı seçildi yazar Burhan Sönmez. Kendisi uzun yıllardır ifade özgürlüğü ve insan hakları alanında mücadele veren bir isim. Yazdığı kitaplar yaklaşık 40 ülkede ve 41 dilde yayınlandı. Türkiye’de de yazdıkları ile birçok ödül alan Sönmez ile hem başkanı olduğu PEN International’ın çalışmalarını hem de aktif üyesi olduğu Türkiye PEN, Kürt PEN (PENa Kurd) ve English PEN’in gündemini konuştuk.
Haymanalı bir Kürt yazar olan Sönmez, PEN International’ın 100. yılında başkan seçildi. Sönmez yazarlığının yanında aynı zamanda bir hukukçu. Geçmişte Arthur Miller, Heinrich Böll, Mario Vargas Llosa gibi büyük yazarların başkanlığını yaptığı ve 150 merkezi ile 40 bin üyesi bulunan büyük bir kurum olan PEN International’ın şu anki başkan yardımcıları listesinde ise Svetlana Alexievich, J.M. Coetzee, Orhan Pamuk ve Margareth Atwood bulunuyor.
Yazar Sönmez’in ilk romanı Kuzey’in 2009’da yayımlanmasından sonra; Masumlar, İstanbul İstanbul, Labirent ve son olarak da Taş ve Gölge adlı kitapları yayımlandı. Biz de usta yazar Sönmez ile hem PEN Başkanlığı’nı hem de edebiyatını konuştuk. İyi okumalar.
- PEN International’ın başkanı oldunuz, öncelikle tebrik ederim. Büyük bir sorumluluk aldınız aslında. Günlük ve genel olarak yaşamınızda neler değişti?
Yoğunluğum arttı, meşgul biriydim şimdi fazla meşgul biri oldum. Önüme gelen işler ertelenebilir şeyler değil. Raporlar, çalışmalar, programlar bunların hepsi belli bir hedefe bağlı olarak hazırlandığından, yakından izlemek ve dahil olmak durumundayım. Sorumluluk duygusu artarken, ortak çalışma olanağı, bu yoğunluğu ve sorumluluğu hafifletiyor. Londra’daki merkez ofisimizde, yönetim kurulunda, merkezi çalışma komitelerinde ve 150 PEN merkezinde üretilen ve ortaklaştırılan çalışmalar, kolektif bir platform yarattığından, işlerimiz düzenli ilerliyor. Dört ay oldu bu göreve geleli, bu süreçte kendi yazma tempom yavaşladı, önceliği PEN International’ın işleri aldı. Doğal olarak bir alışma sürecinden geçmem, kendi günlük programımı yeniden düzenlemem gerekiyor.
- PEN International’ın gündeminde neler var diye sorsam?
Merkezi gündemimiz ile çalışma birimlerimizin gündemleri birbirleriyle uyumlu olsa da, tümüyle aynı değil. Bunların hepsini saysam buraya sığmaz. Genel olarak birkaç konuyu belirtebilirim. Öncelikle, risk altındaki yazarları destekleme, ifade özgürlüğü için çalışma konusu daima ağırlıklı. Son birkaç yıldır pek çok kuruluş gibi PEN International da Türkiye’de yaşanan sorunlara ağırlık veriyordu, bu ağırlığa her yıl yeni ülkeler katılıyor. Şimdilerde Belarus, Myanmar, Afganistan gibi ülkelerde yaşananlar, yazarların özgürlüğünü ve hatta yaşam hakkını hedef alıyor. Birleşmiş Milletler düzeyinde, demokrasi ve özgürlüklerle bağlantılı iki yeni çalışmaya dahil olduk. Dil hakları, kadın hakları konularındaki çalışmalarımıza şimdilerde sahte haber ağı, nefret söylemi ve gözetim toplumu olguları da dahil oluyor. Bu konulardaki çalışma gruplarımız hem politikalar geliştiriyor hem de etkinlik programları çıkarıyor.
- Gündem şu sıralar cezaevlerindeki ölümler. PEN üyesi olan yazarlar da var cezaevlerinde. Politik geçmişinizi de bu bağlamda düşünürsek var mı bir girişiminiz?
PEN’in ilkeleri burada belirleyici ve harekete geçmemiz için yeterli. İfade özgürlüğü kısıtlanan, düşüncelerinden dolayı cezaevinde olan herkesin davasını izliyor, onlara destek oluyoruz. Destek olmanın birden fazla yolu var, bir yerde Osman Kavala’nın duruşmasını izleyip uluslararası rapor hazırlıyor, yaygınlaştırıyoruz, bir yerde adeta İstanbul’dan uzak olduğundan unutulmuş görünen Nedim Türfent’i yalnız bırakmamak için dünya genelinde mektup kampanyası örgütlüyoruz. Edirne Cezaevi’ne gidip Selahattin Demirtaş’ı ziyaret ediyor, uluslararası kitap fuarlarında onunla ilgili etkinlikler düzenliyoruz. Bu isimleri Meral Şimşek’ten İlhan Sami Çomak’a, Selçuk Kozağaçlı’dan Yavuz Ekinci’ye kadar pek çok aydının ve muhalifin adlarıyla genişletebiliriz. Bizim en aktif ve en eski komitelerimizden biri Cezaevindeki Yazarlar Komitesi. 1960 yılında kurulan bu komite her yıl dünya genelindeki yedi yüzden fazla kişinin dosyasını içeren kapsamlı bir Vaka Listesi hazırlar. Ama pratikte bu sayının yaklaşık on katı dosyayla ilgilenir, çalışırız. Yüzden fazla ülkenin sorunlarıyla ilgilenirken Türkiye’nin fazlasıyla ön plana çıktığını görmek tabii ki bana üzüntü veriyor. PEN International’ın web sayfasına girip, Cezaevindeki Yazarlar Komitesi bölümünü açtığınızda, oraya konan fotoğrafın Türkiyeli bir yazara, Aslı Erdoğan’a ait olduğunu görürsünüz. Ülkemizin bu konudaki şöhreti sınır tanımıyor. Biz Türkiyeli yazarlar, aydınlar olarak bu kötü şöhreti iyi hale çevirmek, ülkemizi mutlu, özgür bir yere dönüştürmek için çalışırken, ne boş hayallere kapılıyor ne de umutsuzluğa düşüyoruz. Hayat, özellikle baskı altındaki yazarların hayatı fazlasıyla gerçek. Bu gerçeği güzelleştirmeye çalışıyoruz. PEN International şimdi yüzüncü yılını doldurdu, bir asırdır yarattığımız gelenek umutlu olmamız için bize cesaret veriyor.
- Siz Türkiye PEN, Kürt PEN (PENa Kurd) ve English PEN’in aktif üyesisiniz? Kuşkusuz her üç PEN’in kendi içinde zorlukları var. Üç merkezin gündeminde ağırlıklı olarak hangi sorunlarla daha çok karşılaşıyorsunuz?
Mağdur yazarlar için çalışırken, onların aslında sanatsal yaratıcı kimliklerini anımsatmaya çalışıyoruz. Edebiyat üretimi, hayatımızın asıl kaynağı. Bunu ön plana çıkarmaya gayret ediyoruz. Örneğin English PEN geçen ay çeviri programı çerçevesinde, İngilizceye çevrilmiş edebi metinler içinden 18 kitaba ödül verdi. Türkiye PEN Merkezi, yakın dönemde açıklayacağı Duygu Asena ödülünün hazırlıklarını yapıyor. Kürt PEN, yazarlarla yaptığı söyleşi programını, yaygınlaşan internet etkinliği imkanını da kullanarak sürdürüyor. Bu üç PEN merkezimiz de ifade özgürlüğü sorunlarına yoğunlaşırken, onların edebiyat konusundaki çalışmaları gözden kaçmasın isterim.
- Kitaplarınızı merakla ve severek okuyan biri olarak edebiyatınızı konuşmak istiyorum. Haymana doğumlusunuz. Kürtsünüz ama coğrafyanızın dışındasınız. Türkiye’den de değilsiniz bir taraftan. Örneğin herhangi bir Kürt yerleşkesinde doğan bir Kürt yazar ile sizin farkınız var. Bu durumu Burhan Sönmez nasıl açıklıyor?
Bana özgü bir şey yok. Her yazarın kalemini ve olanaklarını belirleyen şey onun hayatı ve yazdıklarıdır. Bu ikisi bir arada, birbirini etkileyerek ilerler. Hayatımda üç farklı mekanım oldu, biri doğup büyüdüğüm Haymana’daki köy, diğeri üniversite okuyup avukatlık yaptığım İstanbul, sonuncusu sürgün hayatı yaşayıp yerleştiğim Britanya.
Edebiyatın bana öğrettiklerinden biri şu, nereye gidersem gideyim bütün mekanları kendimle taşımak, onları geride bırakmamak içimizdeki gurbet duygusunu dindiriyor. Edebiyat, boşluk ve eksiklik duygusuyla uğraşır, o boşluğu dolduramasa da ona bakma cesaretini gösterir. İnsan hayatı da her zaman her yerde bunlarla kuşatılabilir. Nihayetinde en iyi, en kalabalık hayatımızda bile yalnızlığa düşebilen yaratıklarız. Böyle düşününce, yurt dediğimiz mekan, sürekli çoğalan, değişen ve esas olarak içimizde yeniden üreyen bir şey. Tolstoy, bilimin bilgiyle aktardığını, edebiyatın duyguyla aktardığını söyler bize. Bizim kendi hayatımız da bu iki alanın gerçekliğinde dolanır, bir yanıyla bilginin gerçekliğine bağlıyız, diğer yanıyla duyguların sahici etkisine. Hayat bize bunlarla iletişim kurma, kendimizi buna göre geliştirme beceresi verirken, ben de kendi payıma bunu yapmaya çalışıyorum.
Kimdir?
Haymana’da doğdu (1965). İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Uzun yıllar Britanya’da kaldı. Kuzey (2009), Masumlar (2011), İstanbul İstanbul (2015), Labirent (2018) romanlarını izleyen Taş ve Gölge Burhan Sönmez’in beşinci romanıdır. Masumlar, 2011 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü ve İzmir St. Joseph Roman Ödülü’nü aldı. Bir Dersim Hikâyesi (Metis, 2012), Bana Adını Söyle (YKY, 2014) ve Gezi (Almanya, Binooki, 2014) öykü derlemelerine katılan Sönmez, BUYAZ’ın verdiği 2015 Öykü Onur Ödülü’nün sahibi oldu. Şair William Blake’in Cennet ile Cehennemin Evliliği kitabını Türkçeye çevirdi (Ayrıntı, 2016). ODTÜ’de edebiyat üzerine dersler verdi. Romanları kırk bir dile çevrildi. ABD’de Vaclav Havel Ödülü’ne (2017), Britanya’da EBRD Edebiyat Ödülü’ne (2018) değer görüldü.