Yannis Vasilis, eski adıyla İbrahim Yaylalı… PKK’nin 1994’te alıkoyduğu eski komando ile konuştuk
Hüseyin K. Akçadağ
İbrahim Yaylalı askere gittiğinde Kürtlere karşı nefretle doldurulmuş bir Karadenizliydi. Sonra bir çatışmada yaralandı. PKK’liler onu yakaladı, yaralarını sardılar ve alıkoydular. PKK kamplarında kaldığı süre içinde tamamen değişti. Köy yakmaları ve işkenceleri kamplara gelen gazetecilere anlattı. Ayrıca kendi kökenleri ile ilgili yaptığı araştırmalar sonucu Türk olmadığını, Pontuslu bir Rum olduğunu öğrendi.
İHD, MAZLUMDER ve bazı siyasetçilerin aracı olması sonucu alıkonulan 9 askerle birlikte serbest bırakıldı. Ama Habur’dan girdiği zaman gözaltına alındı ve anlattıklarının hesabı soruldu. Yargılandı, işkence gördü. Çıktıktan sonra Roboski’ye yerleşti ve 7 sene orada kaldı. Adını Yannis Vasilis olarak değiştirdi. Yaylalı ile bütün bu süreci konuştuk.
Nereden, ne zaman alıkonuldunuz?
Ben 1994 yılı Nisan ayından itibaren Şırnak’taydım. Birliğimiz 3. Komando Tugayı normalde Midyat’taydı. Gabar’da, Cudi’de görev yaptık. En son Kela Mehmed jandarma komando birliği ile çatışma yaşanmıştı, 30’dan fazla kayıp yaşanmıştı, orada da Mustafa Özülker alınmıştı. Çatışmada tek gözünü yitirmişti. Sonra onunla aynı yerde kaldım. Biz oraya PKK’nin oradaki üstünlüğünü kırmak için gönderildik. Bu dediğim yer Roboski, Hilal köyü o civarlardır. Uludere’nin etrafındaki bölgedir yani.
Çatışma nasıl gerçekleşti?
Üç günlük bir arama tarama çalışmamız vardı. İki gün yaptık arama taramayı, muhtemelen onlar bizim bölgede olduğumuz konusunda bilgi almışlardır. Bize büyük bir pusu atmışlar. Biz aslında pusu atacaktık, pusuya düştük. Üçüncü gün büyük bir çatışma başladı. Biz taburun keşif bölüğüydük. Kimse yoksa zaten oradan ayrılacaktık. Birileri varsa takviye güçle birlikte çatışmaya girecektik. Fakat karşı taraftan pusu yiyince, hazırlıksız yakalandık. İlk önce ben ayağımdan yaralandım. 20-30 metre bir yerden aşağı düştüm. Yoğun bir çatışma olunca beni almak için geri dönmediler. Ben bekledim gelirler diye. Yaramı kontrol ettim. Kan kaybediyordum baya. Üstümde tişört gibi bir şey vardı, yırtıp ayağımın üzerinden bağladım. Silahımı kontrol ettim, kayalara çarptığı için çalışamaz duruma gelmişti. Kendime geldiğimde sabaha yakındı artık. Dere yatağında sürünerek daha önce yakılmış ve boşaltılmış bir köye geldim. Yanık kokusu her tarafa sinmiş bir eve girdim. Bir gün orada kaldım. Bilincimi yavaş yavaş kaybediyordum. Evde bulduğum bazı yiyeceklerle kendimi beslemeye çalıştım. Oradan çıktım, küçük mağara gibi bir yere sığındım. Orada bayılmışım.
Orada mı yakalandınız?
Yakalanmadım, baygın bulundum. İkinci gündü, gerilla beni orada buldu. Askeri püskürttükten sonra orada geçici bir kamp kurmuşlar herhalde. Yemek için hazırlık yaparken bir kadın gerilla beni buluyor. Kendime geldiğimde baktım karşımda bir kadın gerilla. Kendime gelmem için beni sarsıyor. Bu kadar yakından hiç gerilla görmemiştim. Önyargılarım da vardı. Kadınların yoz yaşam için orada olduğu bize öğretilmişti. Ama benim ilk gördüğüm kadın, rastlı, silahlı bir askerdi. Ben bombalara uzanmaya çalıştım, bir tek onlar kalmıştı çalışan, ama kan kaybından dolayı ellerimi bile kaldıramıyordum.
Korktunuz mu?
Elbette korktum, çünkü yaralı gerillalara nasıl davrandığımızı biliyordum. Aynı şeylere benim maruz kalacağımı düşünüyordum. Ben bunları beklerken gerilla da kendini tanıtıyordu. Sonra da bana siz bundan sonra bizim esirimizsiniz, uluslararası yasalar nasıl gerektiriyorsa öyle bir muamele göreceksiniz. Hakların şunlar şunlardır. Savaş hukuku neyi öngörüyorsa onlardan faydalanacaksınız. Ben dizi filmlerde gördüğüm çetevari bir şey beklerken bunlara tanık oldum. Bunları duyunca şaşırdım. Acaba dalga mı geçiyor diye düşündüm. 2-3 ay acaba neden bana işkence yapmıyorlar diye düşündüm. Benden bir beklentileri mi var, benden bilgi mi almak istiyorlar, yöntemleri böyle mi diye ben kendi kendime aylarca işkence ettim. Bana dediler yaranı tedavi edeceğiz, doktor arkadaşımız var. Ben kabul etmedim, dedim sizden bir şey kabul etmiyorum. PKK’ye, Kürtlere karşı ben küçüklüğümden beri önyargılı büyütüldüm. Ama o kadar kan kaybından sonra bayılmışım, doktor kan durdurucu iğneler yapmış, dikişler atmış, ayaklarım sabitlenerek bağlanmıştı. Bayılmamdan faydalanarak yarayı temizlemişler, kanı durdurmuşlar. Bu tutuma başta tepki göstersem de bir şeylerin başlamasına da yol açtı.
Federe Kürdistan’daki kamplara nasıl geçtiniz?
Büyük telsizden benim esir alındığımı ve Güney’e götürüleceğimi duyurdular. Askerler de bu telsizi izliyordu. Ben bunu askerlere benim esir olduğumu bilsin ve beni Güney’e geçirecek birliğe saldırı yapmasın diye anladım. Benim can güvenliğim tehlikeye girmesin diye. Ben tamam dedim, devlet beni vurmaz, geçiş güzergahımı bombalamaz diye düşündüm. Ama tam tersi oldu. Devlet kendi askerine pusu attı. Benim devletle tanışmam bana attığı pusudur. Bir katıra, yaşamını yitiren kendi arkadaşlarını bindirdiler, bir katıra da beni. Tam geçiş bölgesine geldiğimizde top ve havan atışları başladı. Bu beni çok şaşırttı. Benim orada olduğumu biliyorlardı. Nasıl kendi askerini gözden çıkarırlar diye düşündüm. Benim kafamdaki devlet tabusunu ilk kıran o pusu olmuştur.
Sınırı geçtikten sonra nereye götürüldünüz?
Biz Haftanin’e geçtik. Sonra askerlerin attığı pusuya göre yer değiştirdik. Devlet bizim varlığımızdan haberi olduğu an kamp bombalanıyordu. Bir değil iki değil bizi kamp kamp takip ederek bombaladılar. Canlı kalmamızın onlara bir yararı yoktu.
PKK’liler size nasıl davrandılar?
Saldırı olmadığı zamanlarda gerilla mağarada kalmaz. Savaş olduğu zaman, bombardımana karşı korunmak için mağaralara girilir. Biz iç içeydik. Bir güvenlik sınırı vardır her kampın.
Sen oradayken kaç asker vardı?
Mustafa Özülker vardı. Onunla bir buçuk sene kaldık. Daha sonra Hakkari’de Ortaklar Karakolu’ndan 5 kişi geldi. İki kişi de bir tepeden alınmıştı. Biz toplam dokuz kişiydik. Ancak diğerleri gelene kadar biz Kürtlerle hasmane duygularımızı halletmiştik, bakış açımız değişmişti. Hem bizimle ilişkilenmesini hem de kendi aralarındaki ilişkiyi gözlemledik. Birbirleri hakkında dedikodu yapmıyorlar, birbirlerini aşağlamıyorlar.
Biz insanlıktan çıkmıştık. Yapmadığımız şey yoktu. Orada hasta olsan iyileşene kadar başından ayrılmıyorlardı. Son ekmeğini sana veriyor. Tüm yaşadıklarını sorgulamaya başlıyorsun. O seni gerçeğe götürüyor. Üst düzey kadroların olduğu yerlerde bulundum. Hiçbir zaman hiçbir şeylerini bize karşı kullanmadılar. Sonuç olarak onlara karşı savaşmaya gelmişiz. Bizi ezme, ruhsal olarak sıkıntı verme gibi tutumları olmadı. Hiçbir şey yapmadılar.
Serbest bırakılmanız nasıl gerçekleşti? Aracılar var mıydı?
Bizim alıkonulmamızın ilk haftasında Kızılhaç geldi. PKK’nin kendisi Kızılhaç’ı çağırdı. Geldi bize baktılar. Neyiniz var neyiniz yok. Hasta mısınız, yaralı mısınız diye. Nasıl ele geçtik, ele geçtikten sonra kötü muamele gördük mü görmedik mi diye baktılar bize. Biz onların aracılığı ile mektup da gönderdik. Gelen gazeteciler aracılığı ile mektuplar gönderdik ailemize. Benim ilk haberleşmem zaten uydu telefonu ile oldu. Esir alınmamın üçüncü ayında telefonla ailemi aramama izin verdiler. Dedim ben şu anda PKK’nin elindeyim, bir çatışmada yaralı olarak yakalandım. Bir şeyden haberleri yoktu. Bana ‘sen askerde değil misin?’ dediler. Aileye haber vermemişler. Sonra aile serbest bırakılmamız için arayışlara girişti. Ama önyargılardan dolayı HEP’e veya İHD’ye gitmediler. Önce Karadeniz mafyasına gittiler, sonra Kürt mafyasına gittiler, bir sürü para kaptırdıktan sonra İHD’ye ve HEP’e gittiler. Canavar olmadıklarını anladılar böylece. Diğer ailelerle bir araya geldiler. İHD’de çağrı yaptılar. Fethullah Erbaş’a gidip konuştular. Onu sıkıştırdılar, işte birlikte gidelim diye. O da İslami çevrelerdendi. Ama yufka yürekli biriydi. 1996 sonlarında artık savaş da biraz yumuşamıştı. Aralık ayında da İHD’den Akın Birdal, MAZLUMDER, Refah Partisi Milletvekili Fethullah Erbaş, aileler hep birlikte Irak’a geçiyorlar. Duhok tarafına. Bizim bırakılacağımız yere geliyorlar. Orada görüşmeler oluyor. Orada onlara Kürdistan İnsan Hakları Derneği’nden Davut Dağıstanlı da eşlik ediyor. Bizim olduğumuz yere geldiler. Önce iki kişi bırakıldı. Daha sonra benim de içinde olduğum 6 kişi bırakıldı. Ben aslında Türkiye’ye dönmeyi, gelmeyi düşünmüyordum. Mustafa (Özülker) ile ben Avrupa’ya çıkacaktık. Devlet ikimizi hedef alıyordu. Çünkü biz köy yakmaları, işkenceleri, yargısız infazları anlattık. Daha alandayken bizi öldürmeye çalışanlar, Türkiye’ye girince sağ bırakmazlar diye düşünüyorduk. O yüzden Türkiye’ye gelmeyi istemiyorduk. Benden önce Mustafa Avrupa’ya çıktı, gözünün tedavisi için. Aile çok ısrar etti. İHD, “Dönem biraz değişti” dedi. Ben de Türkiye’ye dönmeye karar verdim.
1996 yılının Aralık ayında Habur’dan girdik hep beraber. Basın takip ediyor. Aileler var. Baktım köprünün üzerinde iki sivil giysili adam koluma girdiler. Baktım diğerleri otobüse gidiyor, beni alıp siyah bir arabaya götürdüler. Oradan da jandarma istihbaratına götürdüler. Orada da bana kampların yerini sordular, bazı krokiler göstererek bilgi almak için işkence yaptılar. Ben gelmeden önce hakkımda çok bilgi taşımışlar savcılığa. DGM’ye götürdüler, önce örgüt propagandası, sonra örgüt üyesi olmaktan ve uluslararası firardan tutuklayıp askeri hapishaneye gönderdiler. Askeri hapishanede çok işkence gördüm. Bana zorla İstiklal Marşı’nı okutmaya çalıştılar. Aynen 80 darbesinden sonra Diyarbakır Cezaevi’nde olduğu gibi. Yapmadık işkence bırakmadılar.
Ne kadar yattınız?
Ben askeri hapishanede 3,5 ay kaldım. Mahkeme tahliyeme karar verdi ama bırakmadılar. Bir nezarethanede 3 hafta boyunca bekletildim. Beni diğer askerlerden zaten ayırdılar. Üç hafta sonra beni Midyat’taki 3. Komando Tugayı’nın yeni yerine götürdüler. Bana yeniden askerlik yaptıracaklar. Dedim siz benim bu saatten sonra askerlik yapacağıma inanıyor musunuz? Onlar tabi beni oraya askerlik yaptırmak için götürmediler. Hem sürecin soğuması ve biraz unutulması için götürdüler.
Her şeyimi Kürtlere borçluyum
Roboski’ye ne zaman yerleştin?
Askerlikten sonra Vicdani retçilerle ilişki kurdum. Uzun yıllar Vicdani Retçiler Derneği’nde mücadele ettim. Roboski Katliamı’nın 1. yıldönümüne yakın Halil Savda, Roboski’den Ankara’ya barış yürüyüşü için hareket ettiğini duyurdu. Dedim bu benim için bir fırsat. Çünkü ben her şeyimi Kürtlere borçluyum. Bugün insan gibi yaşıyorsam bunu Kürtlerden öğrendiklerime borçluyum. Bugün sürgünde yaşıyorum ama irademle yaşıyorum. İradesi çalınmış olarak yaşayan biri değil. Bu bilinçle Kürtlerle ilgili çalışmalara kendimi katmak istiyordum. Bu nedenle Halil’i aradım. “Ya Halil sen neden haber vermedin, ben de katılmak istiyorum” dedim. Dedi ki gel. Ankara’ya kadar yürüdük. Meclis’te gruplarla görüştük. Sonra Meral arkadaş vardı. Dedi bayramlaşmak için Roboski’ye gidelim. Hem yürüyüşte neler olduğunu anlatırız. Gittikten sonra birkaç ay kalmaya karar verdik. Dayanışma için. Hem köylülere destek vermek için. Bir iki ay derken, bir iki sene derken 7 sene orada kaldık. Perşembe değerlendirmelerini biz başlattık. Ailelere Cumartesi Anneleri’ni anlattık, Arjantin annelerini anlattık. Bunun adalet mücadelesinde ne kadar değerli olduğunu anlattık. Derneğimizi kurduk. Roboski Dayanışma Derneği, oradan faaliyetler yürüttük. Tabi bütün bunları devlet kaydetti. Hem Rumsun, Rumluk için mücadele veriyorsun, hem Kürtlerle dayanışıyorsun, hem devletin saklamak istediği, unutturmak istediği Roboski’ye yerleşiyorsun. Adalet mücadelesi veriyorsun. Bu durum devleti yine harekete geçirdi. Hakkımızda birçok soruşturma açtılar. Davalar açılıyordu ama içeri almıyorlardı. Davalar kendi kendine devam ediyordu. Avukatlarımız vardı, onlar katılıyordu.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilk yöneldikleri gruplardan biri biz olduk. 5. yıldönüm anmasını yaptırmadılar zaten. Bizi gözaltına aldılar; Ben, Meral, Veli Encü ve Roboskili birkaç aktivist gözaltına alındık. Anmalar bitene kadar gözaltında kaldık. Bazı milletvekili ve ailelerin mezarlara gitmesine izin verdiler. Serbest bırakıldık ama kaldığımız evin sahibini sıkıştırdılar ve bizi evden çıkardılar, bize ev verilmesini de engellediler. Biz de basın açıklaması yaptık, yapmak istediğinizi bize yapın, bizim üzerimizde köylülere zarar vermeyin dedik. Ayrılmadan önce ben Ermeni ve Pontus soykırımı ile ilgili bir yazı yazmıştım. Uludere’de bizim Roboski köylülerin bir cenazesi vardı. Orada gözaltına aldılar. Sonra gözaltı değil de tutuklanma kararını yüzüme okumak için aldıklarını öğrendim. Serbest bırakıldığım davada savcı bir üst mahkemeye itiraz etmiş ve tutuklama kararı çıkmış. Beni Şırnak Cezaevi’ne koydular. Oarda Elazığ’ın işkenceleri ile meşhur yüksek güvenlikli cezaevine götürdüler. Orada bir seneden fazla kaldım. Orada sadece bana değil, bütün mahpuslara yapmadıkları işkence bırakmadılar. Mahkeme heyeti değişince tahliye oldum. Ancak yargılanıp beraat ettiğim davalar birer birer bozulmaya başladı. Anladım ki Türkiye’de kalsam tekrar cezaevine gireceğim. 2019’un Ocak ayında Yunanistan’a geçtim.