Öcalan’ın adadan komploya verdiği cevap, halklar lehine çözüm modelleri geliştirmek oldu. Kendi deyimiyle ‘iğne ucu kadar olanakları’ değerlendirerek insanlığın başına bela olmuş bu baskı ve zulüm düzenine karşı toplum lehine tezler oluşturdu
Ebru Günay*
Bugün demokratik kamuoyu, siyasal bir körlüğün girdabında olan ve hegemonik bir faşizmin inşası ile toplumu nasıl boğarım diyerek hukuku, yasayı şiddete çeviren iktidar aklının çabalarına karşı amansız bir mücadele veriyor.
Mevcut iktidar bir “el koyma” iktidarıdır. Var olanı dahi uygulamayan, var olanı her şeyi ile inkâr eden bu ceberut rejimin “politik-ahlaki-sosyal” bir amaç güttüğünü söylemek imkânsızdır. Söylenenlere değil de pratiklere bakınca “el koyma” halinin nasıl bir büyük bir iştahla arzulandığı açıkça görülecektir.
Böylesi bir atmosferde çizilen, gösterilen, dolaşıma sokulan siyasetin, imajların, sözlerin ne söylediğine değil; neyin üzerini örttüğüne neyi söylemediğine bakmak gerekiyor. Yani iktidar aklı söyledikleri ile kendini neyden uzaklaştırıyor, neyi halının altına süpürüyor, hangi yanlışı görünmez kılıyor, hangi suçu kimin üzerine yıkıyor ve tüm bunları yaparak hakimiyetini nasıl sürdürmeye çalışıyor?
İşte bu sorular bizi siyaseten de ifade edilen bir tabire, “kayıp gönderge”ye götürüyor.
Bugün Türkiye’deki kayıp gönderge tam olarak İmralı’da uygulanan tecrit olgusudur. Bu göndergenin arkasına sığınarak bir ülkenin kaderi yerle bir ediliyor. Halkların binbir emekle elde ettiği, yarattığı değerler yerle yeksan ediliyor. Herkes ama herkes aklına dahi gelmeyecek bir kapatılma, kapanma, baskı ve ruhsal kırıklık yaşıyor.
Büyük insanlık suçu
Tecrit, her şeyden önce en büyük insanlık suçlarından biridir. Bedensel, zihinsel, duygusal ve düşünsel kırımı ifade eder. Tecrit sadece bu da değil, tüm yasal güvencelere rağmen 8 yıl boyunca tek bir avukat görüşünün olmamasıdır. 10 yılda toplam 943 avukat görüşme başvurusu yapılıp, bunlardan sadece 5 tanesine cevap verilmesidir. 10 yılda toplam 367 kez aile görüşme başvurusu yapılıp, bunlardan sadece 26 kez aileye izin verilmesidir. 22 yılda ise sadece 1 kez aile ile telefon görüşme hakkının verilmesidir. AYM’de devam eden 39 dosyanın bulunması ve bunlara cevap verilmemesidir. AİHM’e 9 başvurunun olmasına rağmen 7 tanesine henüz cevap verilmemesidir. Sadece geçtiğimiz yıl yapılan 96 avukat başvurusundan tek bir tanesine dahi cevap verilmemesidir.
İmralı Adası ve Sayın Öcalan’la özdeşleşen tecrit kavramı 21. yüzyılda “sözde” insan haklarının dorukta olduğu bu modern çağda dünya hukuk sisteminin bir kara lekesi olarak varlığını sürdürüyor. 15 Şubat 1999’dan bu yana kesintisiz devam eden tecrit sistemi her geçen gün daha da derinleşerek devam ediyor. Tecrit politikaları uygulandığı her alanda; dış dünya ile bağlarını kesme, zamana yayarak unutturma ile manevi olarak imhayı hedefleyen bir süreçtir. 22 yıllık İmralı tecrit sistemi de tam da bunun üzerine kurulmuştur.
Fakat bu özellikleri sadece burada kalmaz, en önemli özelliği artık bir rejime dönüşmesi, bir zihniyete/yönetime dönüşmesidir ve bir rejim olarak uygulandığı tek ülke şimdilik Türkiye’dir. İşte İmralı Adası ve adanın şahsında Türkiye’de son yıllarda yaşanan çoklu kriz yumağı, buradan okunmadıkça daha çok zaman kaybedeceğiz. Tecrit ve uygulama şekline bakılmadıkça iktidardaki eksen kaymaları anlaşılmaz.
Değişen özel savaş kodları
Bugün süregiden kırım ve azap siyaseti, özel savaş olarak gelinen yeni aşamanın da kodlarını gösteriyor. Çok değil, Temmuz 2015’ten sonra yaşanan sürece baktığımızda devlet, özel savaş argümanlarını değiştirmiş durumda. Durum ötekilerin inkârı, dışlama, gruplaştırma, kutuplaştırma veya muhtaç hale getirme siyasetini çoktan aşmış durumdadır. Kürtlüğün ana tarihsel hatlarını silikleştirmeye, mekânını yeniden dizayn etmeye ve onu problemler yumağı içinde işlevsizleştirmeye dayalı yoğun bir pratik hat izleniyor. Sürekli krizlere ve paramilitarizme ihtiyaç duyan bu derin hat, tüm varlık/yokluk halini Kürtler üzerinden sürdürüyor. O anlamda Kürtler ve onların şahsında kazanımları, değerleri, destekledikleri partileri birer hedeftir. Tam da tecrit derinleşirken bu belirttiğimiz dinamiklerin hızlanması tesadüf değildir. Birbiri ile ilişkilidir. Denilebilir ki adadaki tecritle Öcalan ve onun şahsında Kürtler unutturulmak istenmektedir.
İmralı tecrit sistemi adeta bir salgın gibi yayılma özelliğine sahip. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, daha önce adada uygulanan olağanüstü koşullar Türkiye cezaevlerinin tamamında uygulanmaya başlandı ve hâlâ uygulanmaya devam ediliyor. Toplumsal açıdan da daha sinsi, daha görünmez bir yayılma hali oldu.
İmralı Adası’nda derinleşerek devam eden tecridin Türkiye’deki yansıması, katliam, yıkım ve ablukalar oldu. Bunların tamamı birbiriyle eş zamanlı etkilerdi. Varlığı ve bekasını, geleceğini güçlendirmek için savaştan beslenen bir iktidar; barış siyaseti yapan, barışı yayan ve toplumsal barışın önünü açan düşünceyi tehlikeli görür. Bir tarafta çok güçlü bir barış siyasetinin olduğu bir zemin, öbür tarafta ise bir savaş gerçekliği var. Ve iktidar savaş olmadan ayakta duramadığı için tecridi derinleştirerek, kendi hukukunu yok sayıyor. İmralı Ada Cezaevi’nin negatif bir hukuk kuruculuğu var diyebiliriz. AKP, adada uygulanan istisnai hukuku, kendi iktidar aygıtına dönüştürdü.
Tecrit savaşı büyütüyor
Tecrit artarken savaşın büyümesi demek, her şeyin İmralı ile ilgili olduğu noktasına bizi götürür. İmralı bir aynadır. Ülkenin içinde olduğu tecridin yüzünü vermesi açısından önemlidir. Öcalan’a yaklaşım topluma yaklaşımdır ve bu Kürtlerle sınırlı değildir, bunun da artık görülmesi gerekiyor.
Elbette tecridin boyutunu sadece bunlarla sınırlı tutamayız. Ve belki sürekli sormalıyız: İktidar bu yönetim biçiminde neden bu kadar ısrarcı? Cevabı saygın düşünce ve bilim insanlarından oluşan Uluslararası Barış Heyeti, 17 Şubat 2020 tarihinde kamuoyu ile paylaştıkları açıklamada vermiş oldular, hatırlayalım: “İmralı hem bir baskı hem de demokrasi laboratuvarıdır. İmralı Cezaevi’nde insan haklarının zerresinin olmaması ve tecrit bütün ülkedeki tutsakların koşullarını etkilemektedir. Aynı zamanda İmralı’nın Türkiye’nin her yerinde insan haklarının hayata geçirilmesinin laboratuvarı haline de gelmesi mümkündür. Ve sadece Türkiye’de de değil, çünkü Abdullah Öcalan’ın düşünceleri özellikle Ortadoğu’da ve genel olarak da dünyada çatışmaların çözümü için önem taşımaktadır.”
Bu belirlemeler, bizi meselenin kalbine yani tecride karşı neden direnilmesi gerektiğini de sarih bir şekilde anlatıyor. Çünkü tecridin bir özelliği de teslimiyeti dayatmasıdır.
Haliyle tecrit dediğimiz sistemin dağılması ya da kırılması için esas olan İmralı tecrit sisteminin lağvedilmesidir. Bu sistem lağvedilmediği sürece tecridin kalktığını söylemek mümkün değildir. Öcalan’ın geliştirdiği demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigma felsefesi Ortadoğu’da çok renkliliği, çok sesliliği ve barışçıl politikalarla bir arada olmasını esas alan bir paradigma felsefesidir. Tecride karşı direnmeliyiz çünkü barışı engelliyor, savaşı tırmandırıyor, diyaloğu engelliyor ve demokrasiyi kör kuyulara hapsediyor.
22 yıldır devam eden bir komplo var. Bu komplonun pek çok yönü açığa çıkmış durumdadır, fakat esas soru şudur: Ne oldu da yan yana bile gelmeyen devletler iş birliğine gitti? Ne oldu da onlarca devlet beraber çalışmak zorunda kaldı? Bu plan nasıl yapıldı ve ne amaçlandı! Tüm bu soruların cevabı kapitalist modernitenin Kürtlere, Kürt sorununa dair algısını da yansıtıyor. Haliyle bu komplonun nasıl devam ettiği, ne tür krizlerle kendini sürdürdüğü ve karakterinin anlaşılması demokratik siyaset alanı için bir ödevdir.
Tecrit, komplonun can suyudur. Sürekli oluşu bundan ötürüdür. Fakat geçen yıllar içinde gerek komplo ve gerekse de tecrit üzerinden varılmak istenen amaçlar başarıya ulaşamadı. Arzulanan siyasal tasfiyeler gerçekleşmedi. Tam tersine sistemler çözüldü, insanlığa nefes aldıran devrimler sahneye çıktı. Ve 22 yılı geride bırakırken, bu geçen süre zarfında iktidarın karakteri kendi içinde sürekli kopuşlar ve bu kopuşları izleyen pragmatist dönüşümler yaşadı. Kazanımları hile, gasp yoluyla çalma hikâyesi şeklinde gelişen gidişat, direniş barikatlarını aşamayınca zor, şiddet ve savaş aygıtlarını her zamankinden daha fazla kullanmaya başladı.
Komplo devam ediyor
O halde şunu diyebiliriz: Tecrit devam ediyorsa, komplo da devam ediyor, savaş ve çoklu kriz de.
Komplo nasıl devam ediyor? Hukuku ortadan kaldırarak devam ediyor. Kürt ve Türk savaşını çıkarmaya, HDP fikriyatını ortadan kaldırmaya çalışarak devam ediyor. Her gün yeni bir cezaevi yapıp, siyasileri rehin tutarak, demokrasi nefreti, kayyum rejimi ve Anayasa’sızlık hali ile devam ediyor.
Tüm bunları da topluma tecrit üzerinden yansıtıyor. Bu bağlamda tecride karşı olmak sadece bir insanlık görevi değil aynı zamanda yaşama ve halklara kurulan komploya da karşı olmaktır, protesto etmektir.
İmralı duruşu
İmralı’daki direniş duruşu; devlet ve iktidar duruşuna karşı direniyor. İmralı duruşu, bir siyaset alanı olarak, mevcut kutuplaşma ve şiddetin bir uzlaşı içinde çözülebileceğini, bu uzlaşıyı da nefes aldırmış bir siyasetin takip etmesi gerektiğini, sonuç olarak da bu iki adımı takip edecek şeyin hukuk çizgisi olması yönünde alternatif bir çözüm önerdi.
Buna verilen cevap çatışma, kölelik şartları ve hukukun tamamen ortadan kaldırılması şeklinde oldu. Bu üç parametreyi de tek potada yani ‘tecrit’ altında birleştirdi.
Unutmayalım ki komplo saldırganlığının derin bir tarihsel temeli var. Bu saldırganlığın, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu ve Kürdistan’da yarattığı statükoya dayanıyor. Bunun da hem Ortadoğu’nun hem de Kürdistan’ın bölünüp parçalanması, Kürt varlığının inkâr edilip yok sayılması ve mümkün ise yok edilmesi için asimilasyon yöntemlerinin her türlüsünü uygulamak ile mümkün olduğunu düşündüler komplocular. Bir bakıma komplo, bu inkârcı sistemin hepsini ifade eden bir kavramdır.
Sonuç olarak tüm olumsuz ve ağır tecride rağmen Öcalan’ın adadan komploya verdiği cevap, kördüğüme dönüşmüş sorunlara yönelik halklar lehine çözüm modelleri geliştirmek oldu. Kendi deyimiyle mutlak tecrit uygulamalarında “iğne ucu kadar olanakları” değerlendirerek insanlığın başına bela olmuş bu baskı ve zulüm düzenine karşı toplum lehine tezler oluşturmaya devam ediyor.
*HDP Parti Sözcüsü