Hatip Dicle, Çözüm Süreci’nin kritik noktalarını ve PKK Lideri Öcalan’ın hükümete yazdığı mektubu anlattı: Sürecin bu noktaya evrilmesindeki temel sorun, Rojava’ya yönelik farklı tavırlardı. Özellikle Türk devletinin Kobani politikasıydı; El-Nusra ve DAİŞ gibi cihadistleri destekleyerek, Kürtler aleyhinde müdahale etmekteydi
Hüseyin K. Akçadağ
Söyleşimizin ikinci bölümünde Hatip Dicle, Çözüm Süreci’ni ve bu sürecin PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından nasıl hazırlandığını anlattı. Devlet heyeti ile görüşmeler, Çözüm Süreci’nin temel parametreleri ve Dolmabahçe Mutabakatı’na giden süreç bu bölümün başlıca konuları. Bu bölüm ile sona eren ve oldukça kısa tutmak zorunda kaldığımız Hatip Dicle söyleşisi, Öcalan’ın barışçıl bir çözüme giden yolu nasıl bir özenle hazırladığını gösterdiği için önemli bir söyleşi olarak tarihe geçecektir.
İmralı sürecinde Öcalan, barış için hangi adımları attı?
Oslo görüşmelerinin tıkanmasının ardından, son gelişmeleri değerlendiren Sayın Öcalan da devlet heyetine tavırlarını netleştirmeleri konusunda 12 Temmuz 2011 tarihine kadar süre vermişti. Ancak sürecin artık şiddetli bir savaşa evrileceği, gelişmeleri yakından izleyen herkesin varabileceği bir aşamaya ulaşmıştı.
Türk devletinin İran’la birlikte sürdürdüğü askeri harekat ve Roboski Katliamı gibi savaş ve insanlık suçu da bu süreçte işlendi. 2012 yılı ortalarında bu kez on bine yakın mahpusun tüm cezaevlerinde başlattığı ölüm orucu direnişi devreye girdi. Bu direnişin 40. gününden sonra başlayan ve giderek Kuzey Kürdistan’ın tüm şehirlerine ve metropollerdeki Kürtlere kadar yayılan kitlesel halk hareketiyle, AKP hükümeti tam bir tıkanma içine girmişti. Ayrıca 19 Temmuz 2012 günü özerkliğini ilan eden kantonlarla, Rojava Devrimi yeni bir aşamaya geçmişti. Bu nedenle hem Bakur’da, hem de Rojava’da Türk devletinin konsepti iflas etmişti.
İşte tam da bu süreçte, Sayın Öcalan devreye girerek, hükümete bir mektup yazdı. Mektupta mealen, “Siz şiddet yöntemleriyle Özgürlük Hareketi’ni yenemezsiniz. Savaş ne kadar sürse de sonuçta gelinecek nokta yine diyalogdur. Bu nedenle diyalog ve müzakerede gecikmeyiniz. Biz buna hazırız!..” demişti.
Devlet ve hükümet organları, bu yaklaşıma olumlu cevap verince 2013 yılı başlarında, devlet ve KCK arasında, üçüncü bir göz olmadan, doğrudan görüşmelerle, adına “İmralı Süreci” veya “Çözüm Süreci” denilen diyalog ve görüşmeler zinciri böylece start almıştı.
Devlet heyetinin devreye girmesiyle, ilk adım olarak 3 Ocak 2013 günü, Kürt milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akad Ata’nın, İmralı Adası’nda Sayın Öcalan’la görüşmeleri sağlandı. Bu adım devlet heyeti arasında, üç aydır devam eden görüşmelerin sonucu olarak gelişti. Yeni bir diyalog aşamasının ilk adımı olarak tarihe geçti. Nitekim devlet heyetinin Sayın Öcalan’ı Kürt tarafının “Başmüzakerecisi” olarak resmen tanıması da bu süreçte gerçekleşti.
“Çözüm Süreci”nin temelini oluşturan önerilerin ana hatları nelerdi?
Barış ve demokratik çözüm yoluna adeta bir mayın gibi döşenen Paris’teki karanlık suikasttan sonra, Kürt tarafı adına Başmüzakereci Sayın Öcalan, 13 Şubat 2013 günü devlet heyetine; üç aşamalı “Demokratik Barış Eylem Planı” başlıklı önerisini sundu. Bu Eylem Planı, aynı zamanda Kandil’e gönderilecek ve KCK Yürütme Konseyi’nin de düşünceleri alınacaktı.
Sözü edilen “Eylem Planı” üç aşamadan oluşmaktaydı. Birinci aşama: Çatışmasızlık ortamının sağlanması. İkinci aşama: Anayasal ve yasal sürecin başlaması. Üçüncü aşama ise normalleşme süreciydi. Örneğin, birinci aşamanın ikinci maddesinde şöyle diyordu: “Taraflar arasında ana ilkelerde anlaşılmak kaydıyla, en geç Haziran-2013’e kadar, çatışma alanlarından anlamlı bir geri çekilme hedeflenmektedir.’’ Devamında ise hükümetin hiçbir zaman yerine getirmediği temel beklenti yazılıyordu: “Çekilmenin önündeki engellerin kaldırılması ve yasal boşlukların giderilmesi acilen sağlanmalıdır.” Birinci aşamanın dördüncü maddesinde, “Çekilme sırasında ve sonrasında doğacak boşluğu denetlemek için, Meclis (TBMM) tarafından bir komisyonun kurulması ve buna bağlantılı olarak AKİL İNSANLAR Grubu’nun teşkil edilmesi gerektiğini” öneriyordu.
Sayın Öcalan “Çatışmasızlık sürecinin başarıyla tamamlanması halinde, ikinci aşamanın başlayacağını” yazmıştı. “Anayasal ve yasal güvencelerin gerçekleşeceği bu aşama sonbahara kadar tamamlanmalıydı” deniyordu.
İkinci aşamadan beklenti ise şu şekilde formüle edilmişti: “Anayasal adımlar: Bunun için öncelikle sorun teşkil eden, belli başlı Anayasa maddeleri üzerinde uzlaşı sağlanması, başta Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Yasası olmak üzere bazı temel yasaların demokratikleştirilmesi, Yerel Demokrasi’nin tanınması açısından da öncelikle Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın çekincesiz olarak imzalanması…’’
Vatandaşlık tanımının etnik ve dinsel bağlamdan ayrıştırılması isteniyor ve “kimliklerin özgürce ifade edilmesi ve yaşatılması garanti altına alınmalıdır” deniliyordu. Başmüzakereci Sayın Öcalan, ikinci aşamanın başarıyla tamamlanması sağlanmadan, “üçüncü ve son aşama olan normalleşme sürecine geçilemez’’ diye de önemle belirtiyordu.
Üçüncü aşama ise yedi madde ile formüle edilmişti. “Bu aşamanın temel amacı normal yaşama geçiştir, savaş ortamından kalıcı barış ortamına güvenlik içinde ulaşmaktır’’ dedikten sonra, silah bırakma sürecine ilişkin ise aynen şöyle yazmıştı: “Silahların bırakılması, varlıksal ve özgürlüksel olarak Kürtlerin sorununun, çözüme kavuşturulmasına bağlıdır.’’ Sonuçta İmralı Adası’nda devlet adına görüşmelerde bulunan heyet, bu taslağı kabul ederek, gerekli adımların atılacağına dair taahhütte bulundu.
Öcalan’ın 2013 Newroz Mektubu ülke ve bölge barışı için nasıl bir perspektif sundu?
Bu ilk aşamada, KCK Yürütme Konseyi’nin bazı kaygılarını geniş ve detaylı mektuplarla yanıtlayan Öcalan, senkronize adımların atılacağı taahhüdüne dayanarak, “Geri çekilme Çağrısı’’nı da içeren ve 21 Mart 2013 NEWROZ gününde Amed’de yüz binlerce insanın önünde okunan, tarihi mesajını hazırladı.
Yüz binlerce Kürdün doldurduğu AMED NEWROZ ALANI, o gün tarihi bir adıma tanıklık etti. Öcalan’ın tarihsel Newroz mesajını büyük umutlarla dinledi. Alandaki barış sloganlarıyla yüz binlerce Kürt ve dostları, Sayın Öcalan’ı o gün coşkuyla selamlayarak, bu sürecin özneleri olacaklarını haykırdı.
Sayın Öcalan’ın, hegemon güçlerin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek istediği 3. Dünya Savaşı koşullarında, halklara sunduğu perspektif çok açık ve netti. Bu perspektif, AİHM’e sunduğu ciltler dolusu savunmalarında tüm detaylarıyla işlenmekteydi. Ortadoğu halkları tüm etnik ve inançsal farklılıkları zenginlik kabul ederek, eşitlik ve özgürlük temelinde örgütlenip birleşmeli ve kendi geleceklerini özgür iradeleriyle, barış ve demokrasi içinde inşa etmeliydi. Ne bölgedeki gerici devletlerin, ne de hegemon güçlerin yedeğine girmemeli; halkların ortak çıkarlarını esas alan bir politik tutum içinde olmalıydı.
Türkiye’deki Kürt sorunu da bu anlayış doğrultusunda, tıpkı 1919-1922 yılları arasındaki Türk ve Kürt halklarının stratejik ittifakında olduğu gibi, 1921 Anayasası yeniden güncellenerek çözülebilirdi. Bu amaçla silahlar değil, fikirler konuşmalıydı. Tüm Ortadoğu’da, Türkiye ve Kürdistan’da demokratik zihniyet devrimi mutlaka gerçekleşmeliydi. Sayın Öcalan tarafından, o gün Newroz meydanında, Kürt halkına ve tüm Türkiye halklarına sunulan barışçıl ve demokratik perspektifin özü kısaca buydu…
2013 Newrozu’ndan yaklaşık bir ay kadar sonra 25 Nisan 2013 günü, HPG Anakarargah Komutanı Murat Karayılan, Kandil’de düzenlediği basın toplantısıyla, 8 Mayıs’tan itibaren güçlerinin geri çekilmeye başlayacağını duyurdu. Ve öyle de oldu… Tüm siyasi gözlemcilerin de tanıklık edeceği gibi, 2013 yılı Şubat ve Mart aylarında, devletin sürece çok sıcak bir yaklaşımı vardı. Ancak geri çekilme sürecinin başlamasıyla, bu olumlu atmosfer bitti. Örneğin senkronize adımlar çerçevesinde, devletin o dönem için cezaevlerinde bulunan 200 civarındaki ağır hasta PKK’li tutsağın serbest bırakılacağı vaadi, hiçbir zaman yerine getirilmedi.
Yine anlaşmaya göre, devlet haziran ayından itibaren yasal adımlar atmaya başlayacaktı. Ne var ki temmuz ayında bile, herhangi bir yasal adım atılmamıştı. O arada PKK’nin Büyük Kongresi gerçekleşti. Devletin senkronize adımlar atma vaadi hiçbir şekilde yerine getirilmediği gerekçesiyle, ağustos ayında, geri çekilmeyi yavaşlatma kararı aldı. Eylül ayında da olumlu bir adım atılmadığından dolayı geri çekilme, KCK tarafından resmen durduruldu.
Sürecin bu noktaya evrilmesindeki temel sorun ise tarafların Rojava Devrimi’ne yönelik farklı tavırlarıydı. Özellikle de Türk devletinin Kobani’ye yönelik politikasıydı. Bu süreçte devlet; El-Nusra, Ehrar El-Şam ve DAİŞ gibi cihadist-terörist örgütleri açıktan destekleyerek, sürece Kürtler aleyhinde müdahale etmekteydi. Üstelik Kuzey Kürdistan’da da devletin tavrı yine kaygı vericiydi. Sadece Hakkari bölgesinde 189 karakol yapılmış, Diyarbakır ve Dersim gibi birçok bölgede, beton bloklarla tahkim edilmiş onlarca kale-kol inşaatı başlatılmıştı. Devletin büyük bir savaşa hazırlandığı, giderek açığa çıkıyordu.
Dolmabahçe Mutabakatı
Dolmabahçe Deklarasyonu’nun barış için önemi neydi?
Bu süreçte, en önemli adımlardan biri de adına “Dolmabahçe Mutabakatı’’ denen 10 maddelik tarihsel bir belgenin, İmralı ve devlet heyetleri tarafından, kamuoyuna ortaklaşa sunulmasıydı. Bu Mutabakat Metni’nin her bir maddesi, başlatılması kararlaştırılan müzakerelerdeki, konuşulacak olan sorun başlıklarından oluşuyordu. Örneğin ALEVİ veya KADIN sorunu tartışıldığında, bu sorunlar çerçevesinde örgütlenmiş tüm sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de İMRALI ADASI’na davet edilecekti.
Orada talepleri dinlenerek, taraflar arasında tartışma yürütülecek ve varılan mutabakatlar, yazılı hale getirilip imzalanacaktı. En önemli hususlardan biri de bu tartışmaların şeffaf yürütülerek, basın yoluyla topluma ulaştırılması ve toplumun da bu tartışmaya katılımının sağlanmasıydı. Sonuçta maddelerdeki tartışma ve kararlar imzalı belgelerle güvence altına alındıktan sonra, Sayın Öcalan PKK’ye çağrı yaparak Kongresi’nin hemen toplanmasını ve “PKK’nin Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı sürdürdüğü silahlı mücadeleye son verildiğinin’’, kongre kararı ile ilan edilmesiydi. Özcesi; İmralı’da devlet, toplum temsilcileri ve Kürtlerin de içinde olduğu demokratik güçler tarafı, sorun başlıklarını teker teker tartışacak, ortak mutabakata varılan hususlar, yazılı hale getirilip imzalanacaktı. Ortaklaşa olarak ortaya çıkarılacak olan bu tarihi belge, yeni DEMOKRATİK ANAYASA TASLAĞI’nın çerçevesini oluşturacaktı. İmzalı mutabakat metninin, ulusal ve uluslararası kamuoyunun bilgisine sunulması, PKK’nin Türk devletine karşı yürüttüğü silahlı mücadeleye son vermesi için yeterli olacaktı.
İmralı Adası’ndaki masa etrafında tartışmalar yürürken, tamamı Türkiye’den oluşturulan “İzleme Heyeti” (Ki ortaklaşa olarak, 7 kişiden oluşan isimler tespit edilmişti), müzakereler tıkandığında, uzlaştırma için devreye girecek olan “akil insanlardan” oluşmaktaydı. Bu formülasyon, “Üçüncü gözün’’ BM, uluslararası bir kurum veya bir devlet olmaması koşulunu öne süren Devlet Heyeti tarafından önerilmişti. Gerekçesi de devlet ve toplumun birlikte müzakere yürüterek uzlaşması gerektiği fikrinden hareket etmekteydi.
Sayın Öcalan bu Dolmabahçe Mutabakatı’nın 28 Şubat gününde ilan edilmesinde ısrarlıydı. Çünkü o gün 28 Şubat darbesinin yıl dönümüydü. Bu deklarasyonun, 28 Şubat darbesine bir yanıt olmasını istiyordu. Ve sonuçta öyle de oldu… 28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe Sarayı’nda 10 maddelik bu mutabakat metni, TRT’den canlı yayınla kamuoyunun bilgisine sunuldu.
Sürecin bozulmasının sonuçları ne oldu?
AKP+ MHP+ ERGENEKON’dan oluşan “ŞER İTTİFAKI”; ne yazık ki 5 Nisan 2015 günü bizzat Erdoğan’ın ağzından, müzakere sürecine geçit vermeyerek, yeniden kanlı bir sürecin “düğmesine” bastı. Otuz aydır İmralı’da kurulmuş olan ve kamuoyunda “Diyalog, Barış ve Çözüm Masası’’ olarak adlandırılan süreç, Erdoğan tarafından, böylece sona erdirildi. Bir süre sonra da Türk ordusunun kapsamlı bir saldırısıyla, eskilerinden çok daha şiddetli bir çatışma süreci başlamış oldu. Bu yıkım süreci yaklaşık altı yıldır devam etmektedir. Son söz olarak belirtmeliyim ki; tüm yaşamında Kürt halkının, Türkiye ve Ortadoğu halklarının birlik, barış, özgürlük ve demokrasi mücadelesine büyük hizmetler veren Öcalan’ın tam özgürlüğünü sağlamak, hepimiz açısından en acil insani ve ahlaki bir görev olmuştur. Bu görevi mutlaka ama mutlaka başarmak zorundayız!..