Ahmet Güneş
Kulağında yankılanan düşlere bir yol bulma telaşı. Öyle bir hal, herkese bulaşmış. Siren sesleri, kırmızı toprak, kaldırım taşları ve kalabalık. İnsanın kendini kaybedeceği, boşluğuna küfredebileceği, yokluğuna bahane bulabileceği bir zaman. Herkes her yerde olduğu için, herkese hiçbir yer yetişemediği için buranın adı yok.
Varlık gerekçesine kabahat bulan bir akıl, riyakârlığı geçiş bileti gibi kullanıyor. Gidilecek elbette çünkü kaçmayı saklamak lazım. Gerekli veya gereksiz ne olduysa, geldi sonuçta. Son tahlilde diye başlayan bir analiz hepimizin kapısında. Günahıyla sevabıyla arka arkaya yetişiyor imdada. Soruyor her şeyin ortasında: Nerede kalmıştık?
Bir buharın gölgesi, bir sisin silueti kapkara bir kabus, göstermiyor ama kendini hatırlatıyor. Kendisini durmadan tekrarlıyor. İnanıyor; tekrarın inadı da hatırası da var. Bu da, bu gerçek de kalsın istediğiniz bir yerde, bir zamanın tam içinde. En mahremiyet sanılan, bir sır gibi aklanan bir yalan sanki. Kuşkusuna heybet bulan onun gölgesinde serinler ve der: Buraya kadardık.
Kimse inanmayacak ama artık yepyeni bir heyecana histerik bir kahkaha misali yankılanacak! Ne kadar da irite, ne kadar da beyhude. Öyle işte. Kalmadı kimse, bir yol gösterecek, yolculuğun biricikliğini övecek, gitmenin ihtişamına şiir yazacak. Bir buhran, kısır bir döngü, dengesini yitirmiş bir çağ. Bulmak değil de yitirmeye güzellemeler yazacak. Denilir ki vardı öyle bir yaşayan, çok eskiden, buraya yenilmeden.
Karamsar bir an hükmedebiliyor uzun sürecek hatta ömürle yarışacak bir yaşamaya. Çıkılamayacak içinden ve hapsedildiğine inanmayacak. Herkes aldanır, herkes aynılaşır diye bir yer burası ve tam zamanı. Çaresine inanmayan bir dert, iyileşmeye küsmüş bir yara ya da buna benzeyen her çelişki ile anlatabilir kendini. Çünkü sesin öfkesine hiçbir nota şarkı olamıyor. Eksik, kesik, yitik…
Amaçlara intihar denemeleri, yarım kalanları olduğu yere mahkum etmek, dönmeyi akıl edememek. Gitmişken gelmeyecek olan, ıslığını da beraberinde hiç etti. Evet, hiç olmamış gibi, olmuşsa da artık bilinmeyecek kadar tek bir hatıra bırakmamak. Öyle bir gitmek, onca gitmek ve bunu her dilde dile getirdiğinde yeniden ama bambaşka gidebilmek.
Artık bir sırdır yaşamak. Bunu en son duyanın ihmalkârlığı bir göçü başlatmıştı bir zaman. Yerlerin adı değişti, atlaslar tarihten bilindi, yaşamış olanlar matematiğe sabitlendi. Onca asır yaşamak böyle bir sır. Bilsin ihtiyaç duyan ve sonra hiç duymamış gibi unutsun. Yoksa her engel kendini nasıl haklı görsün? Neden insan inansın başkalarının da yaşadığına, yanından geçip gittiğine, haklı olmasına rağmen ezildiğine, isim verilen her şeyin kendini çember sanmasına.
Hadi iflah olmaya dayan ve yankısına hasret kalmış bir sesin peşinden gidip uçurumuna hayran kal. Durup baktığı yerin gösterdiği bir manzara bu, gecesiyle gündüzüyle beraber. Hayret ederken, ettiğine inancını kaybederken, oluyor o his ve söyletiyor; Kendine bakmaktan vazgeç. Muhtemel bir isyanla kendini vur. Muhteris bir yalanla kendini avut. Her hata hayata da hayale de dahil.
Haftanın kitap önerisi: Thomas Mann, Buddenbrook Ailesi / Çeviren: Burhan Arpad, Can Yayınları