Ahmet Güneş
Uzun bir yola çıkmanın yorgunluğu ile güne başlamanın alışkanlığı. Sürüklüyor alışkanlıkları ve alışılmak istenileni. Beraber gidilmişse de tek tek dönülmüş bir hatıraya. Yaşamak her gün adını değiştiriyor, coğrafyaya rağmen aynı nakaratla kendini tanımlıyor ve ritmi duyulmamış bir nota oluyor.
Sonlara varmanın güzelliğine gidilirken, başlangıcın yanlışlığı bir yara gibi sızısını hissettiriyor. Her şüphe zaferi gölgeliyor sonuçta. Azalarak varılan yerler kime yurt olabilir ki? Yanılsama bazen gerçeği kandırıyor. Hayal biraz da cazibesini kullanıp hayatın yerine geçip kimsenin görmediği bir yaşamı sürüklüyor. Birbirine karışıp beraber yarışan bir dünyanın kulvarında kim birinci gelse sonuncusu ile kaybediyor.
Umudun ellerini ve ayaklarını bağlamak gerek bazen. Utancın bizi kurtaracağı bir dönemin geçerli avuntusuydu. Değişti artık. Korku bizi kurtaracak bir yeni teselli. Kurtulmak bir çare olarak düşünülüyorsa ve hatta çağrılıyorsa. Efkar oysa bunların hepsi. Kendini heder etmenin binbir yollarından biri.
Israrını yitirmiş bir hayal, kaldığı yere çökmüş. Geriye dönüp baktığında külleri savruluyor. Her bakışta biraz daha azalıyor geldiği mesafe. Şaşırmak tedavülden kalktı kalkacak. Birçok şeyin eşiği bir uçurum serinliği. Aynı yerde bir oraya bir diğer uca yürümek, duvarlar arasında. Yürürken düşündüklerini düşürmek, bilerek. İnsan ki düşündükçe değil düşürdükçe kendini taşıyabilirmiş.
Sessiz bir yankı bir rüzgar gibi esiyor çarşılardan patikalara. Otlara ve çiçeklere boyun eğdiriyor. İtaat değil bu, yok öyle bir istek. Dostça bir kendini gösterme huyu. Duy diyor dağa bayıra ve çıkmaz sokaklara: Duy beni de sesime tanık ol.
Kırılmış bir an mazide duruyor. Ölü deriler, toza varmak üzere olan kemikler, köküne sürgün düşmüş bir ağacın meyvesi. Küçük büyük bütün parçalar tek bir insanın bakışında yan yana geliyor. Tarihi geçmemiş kehanetler yağmur yüklü bir bulut misali ilerliyor. Gölgenin vakur aurası eşlik ederken adımlara, hiçbir yer yakın değil. Bir ödev sanısı her şeyi yokluyor tek tek. Ardı arkası gelmeyen ithamlar birer kurşun gibi namlusunu terk edip vardığı yerin bir parçası oluyor.
Dehşetin rengi, vahşetin kokusu, esaretin sesi, özgürlüğün hafifliği, gülmenin esrikliğinde birleşiyor. Maskesini unutmuş bir kahraman gibi bu çağ ve çıkardığı yangınla kahkahası her yerde duyuluyor. Görkem diye diye aranan zafer efsanesi bir çocuğun oyunlarından başka da bir şey değilmiş.
İnsan kendine verdiği görevlerin acizi olurken, kaçmak heyecanlı bir istek. Öyle ki yürek unutmak istiyor yılların amacını. İnsan taşıdığı her bir şeyin hamalı oluyor, o denli yaşayarak. Yasaklar lazım, herkesin davete icap ettiği. Bulunacaksa yol, öğrenilecekse yeniden yaşamak, ötelenmeyecekse yaşatmak, henüz denenmemiş ne varsa, görülmemiş hangi hayal, edilmemiş hangi dua varsa, hepsi çağrılmalı yeni bir sesle.
Rüyaları ikna ederek uyanmak gerekiyor. Zannetmek sonradan acısı çıkan bir tuzaksa, gördüğüne teşne olmalı insan. Görmediğini ve görünmeyen alışkanlıkları taşımaktan vazgeçip, onları gömüp gitme zamanına ikna olmalı insan. Gitmek insanın en eski inancı, inanmak gerek.
Haftanın kitap önerisi: Jack Kerouac, Yolda / Çevirmen: Can Kantarcı, Ayrıntı Yayınları