Paris Anlaşması’nın 5. yıldönümünde ‘sivil toplum örgütleri’ (STK) Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamasını ve ulusal katkı hedeflerini iyileştirmesini talep eden bir açıklama yaptı. Bu ‘STK’ çuvalından oldum olası rahatsızım. TÜSİAD, TİSK, Maden İş Verenleri Sendikası (MASİS), Enerji ve Elektrik Dağıtım İşverenleri Sendikası (EDİS) vd. sermaye örgütleri ile doğa koruma mücadelesi veren derneklerin, işçi sendikalarının vd. örgütlenmelerin aynı çuvalın içinde ne işi olabilir? Sermaye yapıları ile diğer örgütlenmeler için ‘aynı gemideyiz’ teranesi, halkı sermaye çıkarlarına yedekleme gayretinden başka bir şey değildir.
Açıklama yapan ‘STK’ dernekleri şunlar; WWF, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Doğa Koruma Merkezi, Ekosfer, Greenpeace, İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği, Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFA), TEMA Vakfı, Yeşil Düşünce Derneği, CAN Europe, 350.org ile Tohum, Eğitim Kültür Doğa Derneği. Bu derneklerin ortak özelliği ise proje bazlı işler yapmaları. Proje deyince hemen aklınıza akçeli işler gelsin. Adı geçen derneklere proje verenlerin bu projelerle erişmek istedikleri ‘noktalar’ olduğu ise bilinen bir gerçek.
12 Aralık 2015’te kabul edilen Paris Anlaşması’nın 5. yılında Türkiye dahil 7 ülke anlaşmayı imzalamadı. İşte bu derneklerin istediği şey Türkiye’nin bu anlaşmayı imzalaması. Dernekler imzaya çağırdıkları Türkiye’ye dönük olarak, “AB, Avrupa Yeşil Mutabakatı ile tüm üretim, tüketim ve ticaret sistemlerini iklimi merkeze alacak şekilde dönüştürüyor. İhracatının yarısını AB ülkelerine yapmakta olan Türkiye için bu yeni mekanizmalara uyum sağlamak hem iklim hedefleri hem de ticari faaliyetleri açısından fayda sağlayacaktır” sözleriyle iktidara öneride bulunarak, ‘Bak buradan daha iyi büyürsün, Avrupa öyle yapıyor’ diyorlar.
Kapitalizmin ekonomik büyüme sürecinin, hangi yolla olursa olsun tahakküm ve sömürüden başkaca bir şey olmadığı gerçeği, bu yaklaşımlarla maskelenmek isteniyor. Günümüzde kapitalizmin küresel ısınma ve buna bağlı gelişen susuzluğa, kuraklığa çare olacağını düşünenlerin ya saf olmaları ya da kapitalizmden çıkarları olması gerekiyor. Saflığa bir şey diyeceğimiz yok ancak kapitalizmden çıkarları olanların ağızlarından çıkan sözcüklerin de bizler için hiçbir önemi yok. Çünkü oyalanacak hiç vaktimiz yok.
Kapitalizm, ekolojik üretim vb. iddialarıyla ekolojik krizin çözülebileceği inancını pompalamaya çalışıyor. Yenilenebilir enerjiye ve genetiği değiştirilmiş (GDO) gıda endüstrileriyle ekolojik krizi ve açlığı çözebileceği iddiasında bulunan kapitalizmin tek amacı sermaye birikimini kesintisiz sürdürmek ve bu amaçla yeni birikim alanları açmak. Kapitalizm, sermayenin egemen olduğu teknolojiyle insanlığın kurtarıcısı rolü üstleniyor ve bu yolla sermaye birikim sürecini daha da körükleyerek çağımızın en büyük sorunu olan küresel ısınmayı çözme vaadinde bulunurken, bu vaatlerin tabana yayılması ise ‘STK’lar eliyle yapılıyor.
Kapitalizmin sömürüye tabi tutmadığı herhangi bir canlı veya cansız varlık dünya üzerinde kalmadı. Dünyada yaşamın temel elementleri olan su, hava, toprak ve enerji metalaştırılıp ticarileştirildi. Suları, havayı ve toprakları kirlettiler, ormanları yok ettiler, güneş ise dünyayı yakmaya başladı. Bunlar da yetmedi dünyanın arzına doğru kilometrelerce borular döşeyerek arza yakın bölgelerde sıkışıp kalan karbon kayaçlar patlatılmaya ve ortaya çıkan gaz ve petrolü (kaya gazı ve petrolü) yukarı alarak yeryüzünü zehire buluyorlar. Temiz enerji savıyla benzer bir prosesi Jeotermal Enerji Santralleri (JES) için de uygularlarken, aynı zehrin yayılma alanları giderek genişliyor.
Paris’te alınan kararlarla, her zirvede olduğu gibi sermayeye yeni kapılar aranıyor. Verilen vaatler, kurdukları koalisyonlar bir gerçeği yani kapitalizmin yok edici yüzünü örtmeye yönelik. Kendini var etmek adına yaşamın her alanına saldıran kapitalizmin saldırılarından vazgeçmesi kendisini inkar demektir. Paris Anlaşması’nı Fransa’da uygulamaya sokmaya çalışan Macron, anlaşmanın ne olduğunu ‘karbon vergisi’ ile ortaya koydu. Bu vergilerle amaçlanan şeyin halkları daha da yoksullaştırıp sermayeyi daha çok beslemek olduğu net olarak görülürken, halkın tepkisi ‘Sarı Yelekliler’le vücut buldu.
Kapitalizmin ham madde deposu olarak görüp savaş açtığı doğa için koruma vaatlerinde bulunması, Albert Einstein’in, “Aynı anda hem savaşa hazırlanıp hem de savaşı önleyemezsiniz” sözünü anımsatıyor. Yenilenebilir savıyla ortaya atılan enerji üretimlerine yatırım yapan sermayeden ya da onun devletlerinden dünyayı kurtarmalarını hayal edenler varsa bu hayalden çabuk uyanmaları gerekiyor.