Yalanı gerçekmiş gibi sunmak, katledilenleri fail yapmak, çocuk cesetlerini unutturup şirket imajını parlatmak onun işiydi. Ah, biz öyle iyi tanıyoruz ki onu ve onun gibileri…
Arif Mostarlı
20 Nisan 1914 sabahında makinalı tüfeklerle çadırları taramaya başladılar…
Rockefeller’e ait Colorado madenlerindeki grev, Eylül 1913’te Louis Tikas adlı Yunanlı işçinin önderliğinde başlamıştı. Çoğu Yunanlı, İrlandalı göçmen olan işçiler, grev sırasında lojmanlardan çıkarıldıkları için aileleriyle birlikte madenlerin yakınında kurdukları çadır kentte yaşıyordu. Bu arada şirket bir yandan grev kırıcılar getirirken, bir yandan da özel güvenlik güçleri kiralayarak silahlı saldırılarını sürdürüyordu.
Çocukları katlettiler o gün
Bunlar yetmedi ama. Grev 7 aydır sürüyordu ve sonunda, Nisan 1914’te maaşları Rockefeller tarafından ödenen Ulusal Muhafız Birlikleri, içinde bin kadar kadın, erkek ve çocuğu barındıran Ludlow’daki çadır kenti kuşattı. 20 Nisan’da ise makineli tüfekler çalışmaya başladı. Madenciler ellerindeki birkaç tüfekle karşılık verebildiler. Grevcilerin lideri Tikas, görüşme yalanıyla tepelere götürülüp kurşuna dizildi. Kadınlar ve çocuklar kendilerini korumak için hendekler kazdılar ama yetmedi! Karanlık basınca askerler aşağı inip çadırları ateşe verdiler. Tepelere doğru kaçan ailelerin çoğu vuruldu. Ama asıl felaket, ertesi gün ortaya çıktı. Bir hendeğin üzerindeki demir çocuk karyolası kaldırılınca içeride on bir çocuk ve iki kadının kavrulmuş cesetleri bulundu.
Büyük isyan başlıyor
Haber bütün ülkeye yayılınca Birleşik Maden İşçileri Sendikası silahlanma çağrısı yaptı. Diğer çadır kentlerden silahlı madenciler Ludlow’a akmaya başlamıştı. Demiryolu işçileri Ludlow’a gitmek isteyen askerleri trenlere almıyor, maden ocaklarını tahrip ediliyor, nöbetçiler öldürülüyordu. Tütün işçileri oylamayla beş yüz silahlı adam gönderme kararı alırken, Birleşik Giysi İşçileri Sendikası’ndan dört yüz kadın grevcilere hemşire olarak yardım etmeye gönüllü olduklarını duyuruyordu. Bu arada New York’ta Rockefeller binası önünde yürüyüşler birbirini izliyordu.
Büyük isyan başlıyor
Haber bütün ülkeye yayılınca Birleşik Maden İşçileri Sendikası silahlanma çağrısı yaptı. Diğer çadır kentlerden silahlı madenciler Ludlow’a akmaya başlamıştı. Demiryolu işçileri Ludlow’a gitmek isteyen askerleri trenlere almıyor, maden ocaklarını tahrip ediliyor, nöbetçiler öldürülüyordu. Tütün işçileri oylamayla beş yüz silahlı adam gönderme kararı alırken, Birleşik Giysi İşçileri Sendikası’ndan dört yüz kadın grevcilere hemşire olarak yardım etmeye gönüllü olduklarını duyuruyordu. Bu arada New York’ta Rockefeller binası önünde yürüyüşler birbirini izliyordu.
Ve kurtarıcı: Ivy Lee
Rockefeller zor durumdaydı! Bütün ülkeye yayılan katliam haberleri şirketin vahşetini ortaya sermişti. Dört bir yanda emekçiler ve sıradan insanlar infial halindeydi.
İşte tam bu noktada Rockefeller, Ivy Lee’nin kapısını çaldı…
Bugün bütün üniversitelerde “Halkla İlişkiler” denilen resmi yalancılık sektörünün ‘babası’ olarak bilinen Ivy Lee, işe gazetecilikle başlamış, 1905’te halkla ilişkiler firması Parker ve Lee’yi kurmuştu. Lee, ilk şöhretini 1906 Atlantic City tren kazasından sonra şirketi gazetecilerden önce davranmaya ikna etmesiyle yaparak tarihteki ilk “basın bülteni”ni yayınlamıştı.
Ama onun için asıl büyük adım, Ludlow Katliamı sonrasında Rockefeller’e yaptığı hizmetti! Lee, katliamdan hemen sonra ikna edici bir ‘basın bülteni’ hazırlayıp, medya dünyasındaki ilişkilerini kullanarak tüm Amerika’da yayınlanmasını sağladı. Basın bülteninde, yangını işçilerin ve provokatörlerin çıkardığını yazarken, ölen çocuklardan ise hiç söz etmedi ve büyük bir yalan kampanyasını ördü. Ayrıca, Rockefeller’ın işçileri ziyaret etmesini ve taziye törenlerinde sözde yardım dağıtmasını sağlayarak basının görüntü almasını sağladı. Dahası, Rockefeller Vakfı’nın da kuruluşuna ön ayak olarak onun “Servetinin bir bölümünü hayır işlerine ayıran adam” olarak görünmesini de sağladı. Böylece şirketin prestiji kurtulurken çocuklar unutulmuştu! Artık birçok insan grevci işçileri suçlamaya başlamış, çocukları cayır cayır yanan madenciler “anarşist” olmakla itham edilmişlerdi.
Zehirli sarmaşık!
Böylece, açtığı çığır bizzat Lee’nin de büyümesini sağlarken, daha sonra da birçok büyük şirketle yaptığı anlaşmaların zemini olmuş, hatta işin bir ucu Nazi Almanyası’na kadar uzanmıştı. Yine Rockefeller’ın sahibi olduğu Standart Oil petrol şirketinin 1930’larda Almanya’da I.G.Farben şirketiyle yapmak istediği işlerle ilgili görevlendirilen Lee, Almanya’da bir dizi görüşme sırasında Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’le uzun toplantılar gerçekleştirmişti. Bu toplantılarda Nazi liderliğine imaj öğütleri verdiği bilinmektedir.
Sonuçta, 9 Kasım 1934’ta beyin tümöründen öldüğünde Lee, geride kesinlikle kirli bir şöhret bırakmıştı. “Poison Ivy” (Zehirli Sarmaşık) lakabını boşuna kazanmamıştı yani! Bugün bile birçok tarihçi Lee’yi modern kriz yönetiminin yaratıcısı olarak görüyor ve ders kitaplarında adı anılıyor elbette. Akademi dünyasının adını anmayı pek tercih etmediği konu ise, Ludlow’un masum çocuklarının yanmış cesetleri… Hani şu ‘anarşistlerin yaktığı’ çocuklar!
Biz o çocukları tanıyoruz ama… Hem onları, hem de şirketlerin, hükümetlerin ya da ordu birimlerinin yayınladığı resmi bildirileri harfiyen kopyalayıp haber yapan gazeteci bozuntularını da… Türkiye’de yaşıyoruz, bilmez miyiz hiç!