2025 bütçesine şerh düşen DEM Parti, savaş bütçesinin ekonomik, sosyal ve sosyal gibi pek çok alanda krizi derinleştirdiğini belirterek, krizlere karşı alternatifin Demokratik Modernite olduğu kaydedildi
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Meclis’e sunulan ve Meclis Genel Kurulu’nda görüşmeleri başlanan 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’ne muhalefet şerhi düştü.
Çok sayıda başlık altında hazırlanan 214 sayfalık şerhte, dünyada meydana gelen gelişmelere de dikkat çekildi. Krizlerin büyüdüğü ve savaş ritminin de artığı belirtilen şerhte, bu nedenle yer kürenin adeta sallantıya girdi kaydedildi. Şerhte, Ulus-devlet modeline ve çizilen sınırlara da dikkat çekilerek, bu kurgunun başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu’da kaosun önünü açtığı ifade edildi.
Üçüncü Dünya Savaşı
3’üncü Dünya Savaşı tartışmalarının da konu edildiği şerhte, savaşın başladığı ve bunun en açık göstergesinin ise Rusya-Ukrayna arasında yaşananlar olduğu kaydedildi. Ukrayna’ya savaşın büyütülmesi kapsamında 40 milyar doların daha verileceği ve bu durumun da gelecek dönemde savaşın daha da kızışacağı anlamına geldiği ifade edilen şerhte, “Ukrayna özelinde bir gerçeğin daha altını çizmekte fayda var. Bu savaş, ABD’nin NATO üzerinden Avrupa’ya en somut müdahalesi kabul edilebilir. Yaşanan şey bir Rusya-Ukrayna savaşı değil, aslında Rusya-NATO savaşıdır. Diğer taraftan Çin de Rusya’ya destek veren ülke olarak hedefe konuluyor. ABD’nin hedefi Çin ve enerji yolları yanı sıra yeni ittifak ve stratejiler ile Çin’in önünü kesmeye çalışıyor. Küresel siyaset, birçok önemli gelişme ve dinamikle şekilleniyor. Dünya siyaseti, ABD’nin geleneksel liderliği altında tek kutuplu bir yapının yerine giderek çok kutuplu bir sisteme doğru eviriliyor. Ortadoğu da bu ilişki bağlamında dizayn ediliyor ve savaş da bir araç olarak kullanılıyor. Ortadoğu ve Körfez ülkelerinde yaşanan gelişmeler İsrail’in 7 Ekim’de Hamas’a oradan Lübnan’a ve Suriye’ye yönelik saldırılarından bağımsız değildir” denildi.
Ortadoğu’da dengeler değişiyor
Yaşanan bu gelişmelerin Kürtler için hem büyük bir siyasi fırsat hem de büyük bir risk teşkil etme ihtimalinin olduğu belirtilerek, “Ortadoğu’da tarihsel olarak Kürt coğrafyası olarak tarif edilen coğrafya enerji hatları ve doğal kaynakların taşınmasında çok önemli bir rol oynuyor. Bu bölge coğrafi konumu ve petrol, doğalgaz gibi zengin doğal kaynakları nedeniyle büyük stratejik öneme sahiptir. Statüsü olmayan en büyük topluluk olarak Ortadoğu’da tüm dengeleri değiştirme potansiyeli Kürtlerdir. İran’da en ufak bir istikrarsızlıkta, Suriye’de olası yeni değişim ve dönüşümde ve tabii ki Irak’ta Kürtlerin tutumu belirleyici olacaktır. Türkiye’deki krizlerin kökeninde de başat bir mesele olarak demokratik ve barışçı bir çözüme kavuşamamış Kürt meselesi vardır. Türkiye’nin Suriye’deki en önemli sorunu Kürtlerin kazandıkları ulusal, siyasal, toplumsal ve kültürel haklardır. Türkiye Kürtlerin bu yönlü haklar kazanmasını kendisi için bir tehdit, hatta bir beka sorunu olarak gördüğünü açıktan ifade ediyor. Kürtlerin Suriye’de statü ve haklar elde etmemesi son derece önemli bir eşik olarak kabul edilmiş durumda. Şu anki Suriye politikasının temeli de böyledir. Bu nedenle Suriye politikası çıkmaza girince, Kürt kazanımlarını tasfiye etme temelinde Suriye Devleti ile anlaşma politikası geleneksel anlayış olarak öne çıkmaktadır. Bu anlayışın yansıması olarak Kürtlere yönelik güvenlikçi politikalar, Ortadoğu’da siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel olarak ciddi sorunlar yaratıyor” ifadelerine yer verildi.
Alternatif modeller: Demokratik Modernite
Yaşananlara karşı alternatif modelin demokratik modernite olduğunu kaydedilerek, “Kapitalist uygarlık güçleriyle demokratik toplumsal güçlerin tarihsel diyalektik mücadelesi, başta Rojava Devrimi olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarında farklı biçim ve araçlarla devam ediyor. Bu mücadelede kapitalist moderniteye karşı Demokratik Modernite tezi halkların ve ezilenlerin gerçek devrimci karşı çıkış alternatifidir. Demokratik Modernite, tekçiliğe karşı demokratik ulusun, cinsiyetçiliğe karşı kadın özgürlükçü paradigmanın, emeğin sömürüsü ve sınırsız sermaye birikimine karşı tekel karşıtı demokratik ekonominin, din istismarcılığına karşı inanç özgürlüğünün, endüstriyalizme- doğa talanına ve türcülüğe karşı özgürlüğün ekolojisinin, sermaye tekellerine karşı işçi sınıfının ve iktidar tekellerine karşı halkların ve ezilenlerin sistemsel karşı-hegemonya mücadelesinin adıdır” diye belirtildi.
’10 milyon işsiz’
AKP-MHP’nin sürdürdüğü politikalar nedeniyle yaşanan emek sorununa da işaret edilerek, “10 milyon insan işsiz kaldı. Türkiye işgücü piyasası sistematik bir sömürü yapısı üzerine inşa edilmiştir. AKP iktidarı emek alanında kayıt dışılığın/güvencesizliğin önlenmesi, işsizliğin ve uzun süreli işsizliğin azaltılması, çocuk ve mülteci emeği sömürüsünün yasaklanması, cinsiyetçi iş bölümünün ortadan kaldırılması gibi emek sömürüsünü azaltacak politikaları özelikle uygulamamakta ve dönem dönem bu sorunları derinleştirecek müdahaleler ile sömürüyü derinleştirmektedir” ifadeleri kullanıldı.
Kadın yoksulluğu
Şerhin devamında şu ifadelere yer verildi:
“Kadın yoksulluğunun derinleşmemesinin ve kadınların işgücüne katılmalarının önündeki en önemli engellerden biri de hiç şüphesiz toplumun paylaşması gereken, evdeki bireylerin ortak sorumluluğu olan hane içi iş ve sorumlulukların neredeyse tümüyle kadınların omuzuna bırakılmış olmasıdır. Ev işlerinden kaynaklı kadınların istihdama katılım oranı erkeklerin yarısı kadar bile değildir. Yine evli ve çocuk sahibi kadınların istihdama katılım oranı bekar ve çocuk sahibi olmayan kadınlarınkinin de ancak yarısı kadardır. Bu durum kadınları kamusal alandan ve istihdamdan dışladığı gibi ekonomik olarak erkeklere bağımlı hale gelmesini, kadın yoksulluğunun kronikleşmesini ve kadınların neredeyse tüm zamanını alan ev içi emeğinin sömürülerek güvencesiz, emeklilik haklarından yoksun bir biçimde kullanılmasını devam ettirmektedir. Savaşlar, iç çatışmalar, göç, zorla yerinden ettirilme, küçük yaşta evlendirilme, düşük okuryazarlık, boşanma süreçlerinin erkeklerin lehine işlemesi gibi sayısız etmen kadınların toplumda karşı karşıya kaldıkları çok boyutlu eşitsizlik ve ayrımcılık da kadın yoksulluğunu doğuran ve derinleştiren etmenler olagelmeye devam etmektedir.
Ekolojik talan
Yeryüzündeki her varlığı metalaştıran, insanın kendi emeğiyle birlikte doğaya ve doğadaki tüm yaşama yabancılaşmasına yol açan kapitalizmle birlikte, insanın kendi varlığını doğanın ve canlı yaşamının üzerinde gördüğü hiyerarşik ilişki derinleşmiştir. İnsanın kendisini diğer yaşam formlarının üstünde görme yanılgısının bir yansıması olarak açığa çıkan bu ilişki, bugün, dünyayı yok olmanın eşiğine getirmiştir. İnsanın doğa üzerindeki tahakkümünü güçlendiren pratik her geçen gün artmakta, gelinen noktada ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Ekosistemlerin çöküşü, iklim krizleri ve biyolojik çeşitliliğin yok olması, insanın kendini doğadan soyutlayarak kurduğu hiyerarşinin sürdürülemez olduğunun en bariz göstergeleridir.
Bölgesel eşitsizlik
Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı kentlere dair iktidarın güvenlikçi politikaları, krizin derinleşmesine sebep olan en önemli faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin içeride ve dışarıda güvenlikçi politikaları tercih etmesi silahlanma ve güvenlik için ayrılan kaynakların miktarını arttırmış, bu da sosyal ve ekonomik harcamalar için ayrılması gereken bütçenin daralmasını beraberinde getirmiştir. Barış, toplumsal huzuru ve refahı arttırırken güvenlikçi politikalar ve çatışma ise yoksulluk, işsizlik, sefalet, yolsuzluk, ekonomik yıkımları beraberinde getiren sonuçlara sebep olmaktadır. Ekonomik krizin, yanlış politikaların ve yöneticilerin doğurduğu borç ve faiz külfetleri emekçi, yoksul halkı giderek yoksullaştırırken, krizin faturası yüz yıldır Kürtlerin yaşadığı coğrafyalarda geri bırakılmışlık olarak yansırken halkın bütçesi güvenlikçi politikalara, silahlanmaya ve tekelleşme çabasındaki savunma sermayesine fazlasıyla aktarılmaya devam etmektedir.
Savaş bütçesi
2025 yılı Bütçesinin önemli bir bölümü, savunma ve güvenlikçi harcamalara ayrılmış durumdadır. Bu pay 1 trilyon 608 milyara kadar çıkmıştır. Bu ise bütçenin toplam büyüklüğü içerisinde yüzde 11’e tekabül eden bir pay anlamına gelmektedir. Cevdet Yılmaz bütçe sunumunda, ‘Savunma sanayiinde dışa bağımlılığı asgari seviyeye düşüreceğiz. Savunma harcamaları için 913,9 milyar lira, iç güvenlik için 694,5 milyar lira ödenek öngördük. Savunma Sanayii Destekleme Fonu (SSDF) için ayrılan kaynak da dâhil edildiğinde toplamda savunma ve güvenlik sektörü için 2025 yılında 1 trilyon 608 milyar lira ödenek tahsis ediyoruz’ ifadelerine yer vermiştir. Savunmaya ayrılan bu devasa bütçe Türkiye’nin diplomasi ve barış politikalarına öncelik vermediğini ve kaynakları buraya aktarmaya devam ettiğini göstermektedir.
‘Halkın bütçe hakkı ihlal edildi’
2025 Bütçesi’nde halkın bütçe hakkı ihlal edilmiştir. Bütçe topluma sorulmadan, danışılmadan, toplumsal talepler dinlenmeden, toplumsal katılım olmaksızın Saray’da hazırlanmıştır. AKP-MHP iktidarı 2025 Bütçesini hazırlarken 12 bin 500 lira alan emeklilerin, 17 bin 2 liraya mahkûm edilen asgari ücretlilerin, grev yapan işçilerin, yoksulluğu daha derinden yaşayan kadınların, bugünü ve geleceği çalınan gençlerin, tarlasına gübre atamayan çiftçilerin, günü siftahsız kapatan esnafların taleplerine kulaklarını kapamıştır.
Can suyu taşınacak
Cumhuriyetin ilk yüzyılı, adı cumhuriyet olan ama niteliği ve karakteri itibariyle demokratikleşemeyen bir ilke etrafında örgütlenmeye çalıştı. Fakat demokrasiden her uzaklaşmada cumhuriyet ilkesinin içi boşaltıldı, karakteri oligarşik niteliklerle dolduruldu. Bu yüzyılda Kürt sorununun demokratik çözümünün anahtarı cumhuriyetin demokratik karakter kazanmasından geçmektedir. Yönetim sistemi tartışmalarının dışına taşarak rejimin demokratikleşmesi, Cumhuriyet fikrine can suyu taşıyacak, Türkiye’de bulunan tüm farklılıklar demokratik birlik temelinde Demokratik Cumhuriyet çatısına kavuşacaktır.
‘Tarihin demokratik inşası’
Demokratik eğilimlerin mücadelesi ve üretimleriyle resmi tarih tezi büyük oranda çöktü, devletin zoru eliyle ayakta tutulmaya çalışılıyor. 21’inci Yüzyılda Kürt sorununun demokratik çözümünde Walter Benjamin’in dediği gibi tarih meleğinin yüzü geçmişe dönük olacak şekilde, tarihin demokratik inşasını gerçekleştirmek gerekir. Bu gereklilik demokratik birlik içinde yaşamın sigortası olacaktır. Tarihi acılara, düşmanlıklara, kurgulara değil ortak paydaları arttıran bir inşaya tabi tutmak, demokratik çözüme güçlü katkı sunacaktır. 21’inci Yüzyılda Kürt sorununun demokratik çözümünün kapılarını aralamak ve Türkiye’yi herkesin kılmanın yolu demokratik ulus tanım ve içeriğini yaşama geçirmekle mümkündür. Demokratik Türkiye ulusu, yeni yüzyılda bir arada yaşamın tılsımı olacaktır.
Barışın ekonomisi
Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümüyle, diğer bir deyişle barışın ekonomisiyle: Çatışmanın yıprattığı bölgelerde ekonomik faaliyetler yeniden canlanır, özellikle tarım, turizm ve sanayi sektörleri bölge halkına istihdam sağlayarak yoksullukla mücadelede öncü olur. Savunma harcamalarına ayrılan kaynaklar, eğitim ve sağlık gibi toplumsal refahı artıracak alanlara yönlendirilir. Bu durum hem ekonomik hem sosyal kalkınmayı hızlandırır. Barış, sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal bir rahatlama sağlar. Halkların kardeşliği, birlikte yaşam iradesiyle pekişir, toplumsal kutuplaşma yerini ortak geleceği inşa etme bilincine bırakır.
Barışın ekonomik karşılığını anlamak için, çatışmanın maliyetine bakmak yeterlidir. Silahların ve mühimmatların maliyetiyle övünen bir anlayış, halkı yoksulluğa mahkûm ederken, barış ekonomisi ise kalkınmayı ve refahı, toplumsal adaleti halkın merkezine alır.
Dolayısıyla DEM Parti olarak, şiddeti ve çatışmayı esas alan bu karanlık düzeni aşmanın tek yolunun halkların eşitliğine dayalı bir barış düzeni olduğuna inanıyoruz. Adaletin konuştuğu, herkesin eşit ve özgür bir şekilde bir arada yaşadığı bir Türkiye mümkündür. Barışın getireceği refah ve toplumsal adalet, yalnızca Kürt halkının değil, tüm Türkiye’nin geleceğini aydınlatacaktır. Bugün adım atmaktan korktuğumuz her çözüm, yarının kaybıdır. Bu yüzden barışı savunmak ekonomiyi de toplumu da kurtarmaktır.
‘Kayyımlar Kürtlere kolektif cezalandırma’
Kayyım atanması, halkın seçme hakkının gasp edilmesinin yanı sıra, Kürt kimliğine yönelik bir tür kolektif cezalandırma mekanizması olarak işlev görmektedir. Bu uygulama, özellikle Kürt siyasetini hedef alarak, Kürt kimliğini ve iradesini yok sayan bir yaklaşımın somut yansımasıdır. Çözüm Süreci, Kürt sorununda demokratik ve barışçı çözüm umutlarını artırmıştı. Ancak bu sürecin sona ermesiyle birlikte devletin güvenlikçi politikaları ön plana çıkmış ve kayyım rejimi söz konusu güvenlikçi/güvenlikleştirme politikaların simgesi haline gelmiştir. Kayyım uygulamaları, Kürt halkı üzerinde baskıyı artırarak Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştirmekte, toplumsal barışa yönelik umutları baltalamaktadır. Demokratik temsilin güçlendirilmesi yerine güvenlikleştirme pratiklerinin artırılması, sorunun çözümsüzlüğünü pekiştirmektedir. Bu durum, sadece Kürt halkını değil, Türkiye’deki tüm halkları, tüm yurttaşları etkileyen bir demokratik gerileme anlamına gelmektedir.
Çözümün anahtarı Kürt Türk ittifakı
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü gerçekleştirilmediği sürece Türkiye’nin dış politikada basınçtan kurtulması mümkün olmayacaktır. Kürt sorunu ile Türkiye’nin dış politikası arasındaki ilişkiyi ve denklemi tersinden kuran güvenlikçi-irredantist mantığın halkların yararına olmadığı ortadadır. Kürt sorununu ve çatışmalı süreci Türkiye’nin özellikle Suriye, Irak ve Ortadoğu’ya müdahale gerekçesi için hayati görerek sorunun çözümsüzlüğünden beslenen yaklaşım defalarca iflas etmiştir ve etmeye de devam edecektir. Dış politikada Kürtleri düşman olarak görerek Kürt sorununu kendi çıkarları üzerinden araçsallaştıran ve kendisini etnik Türklük’ün çıkarlarını korumak-genişletmek üzere işleten soydaşlık mekanizması çözümsüzlük üretmektedir. Bugünkü konjonktürde hem Ortadoğu’da hem de Türkiye sınırları içinde çözümün anahtarı tarihsel Kürt-Türk ittifakının oluşturulmasıdır.”
ANKARA