M. Ender Öndeş
Bunun böyle olacağı belliydi ama. Daha bir gün önceden sosyal medyaya düşen o görüntüler, tulumlar, horonlar, otobüs koridorunda dalgalanmalar yaratıp trafik felaketlerine davetiye çıkarmalar, gecenin üçünde mola restoranlarında çay çorba içmek yerine halay çekerek la havle ile karışık diş gıcırdatmalarına sebep olmalar… Sonunda oldu işte! Gelip yine salonu ve salonun dışını, ötesini berisini tıklım tıklım doldurdular. Yine coşkulu, yine neşeli. Sanırsınız ki, o kadar üyesi, o kadar yöneticisi, milletvekili tutuklu olan parti bu değil de başkası! Oldu ama işte! Cesaret gibi neşe de bulaşıcı çünkü. Soluktan soluğa, dilden dile geçen bir neşe var. Gelenlerin çoğu daha üç beş gün önce eşini dostunu, oğlunu kızını “kongre operasyonlarına” kaptırmış olduğu halde böyle, çoğu aynı zamanda uzak diyarların cezaevi görüşçüsü olduğu halde böyle. Tribünler öyle doldurma hazır kıtalar değil. Bin türlü devlet imkânları ile ‘beleş’ taşınan insanlar değil. Daha yola çıkarken başlarına bir sürü iş gelebileceğini biliyorlar ve bile isteye koşup geliyorlar. Zaten asıl macera tribünlerden çok önce, otobüslerde ve sonra arama noktalarında başlıyor, sloganlar, halaylar birbirine karışıyor.
Genel merkezin son haftalardaki toplantı maratonları ve belki de iç gerilimleri tribünlerde yok. Onlar birlikte olmanın, her türlü zulme rağmen işte yine buradayız ve hep burada olacağız demenin keyfini ve gururunu yaşıyor. Parti kongresini ve sonuçlarını, seçileni seçilmeyeni umursamadıklarından değil. Tabii ki herkes kendi başına parti gibi düşünerek konuşup tartışıyor ama halk iç tartışma ile iktidara karşı güç gösterisi yapmayı birbirinden gayet ayırıyor. Partinin önemini ve kendi yaşamına kattıklarının farkında.
Yaş ortalaması yüksek görünüyor tribünlerde. Bu bir yandan sıkıntılı bir durum sanki ama bir yandan da ısrarı ve inadı gösteriyor. Bunu kestirmek zor. Ama şu kesin. Yaş ortalaması yüksek ama ruh da öyle. Özellikle kongreye katılan iller ve ilçeler kürsüden selamlandığında en çok bedel ödemiş ve mücadelede sembol olmuş iller ve ilçelerin adı geçtiğinde büyük alkış kopuyor. Rojava dendiğinde ise salon ayağa kalkıyor.
Ve elbette, önceki eşbaşkanlar, Demirtaş ve Yüksekdağ’ın adı geçtiğinde kıyamet kopuyor. Bu sadece sevgi değil. Halk, kendisi için ve kendisiyle birlikte bedel ödeyen ve yine de dimdik duran insanların tümüne bir saygı duruşu gerçekleştiriyor aslında.
Ama asıl çarpıcı olan 21 yıldır betona gömüldüğü varsayılan bir insanın, Öcalan’ın, adı her geçtiğinde, hatta bir akrabasının adı anıldığında, adeta bir çığlık kopuyor olması. Newrozlarda ve kongrelerde çok hissedilen bir şey bu. Genç yaşlı, kadın erkek fark etmiyor, insanlar, kendi varlıklarını var ettiğine inandıkları Öcalan’a derin bir sevgi hissediyor. 21 yıldır oralarda bir yerlerde bir insan var, 21 yıldır sözünü söyleyemiyor ama yine de insanlar o duruşu hissediyorlar.
Ama bu kolektif bir saygı aslında. Mazlum Doğan, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Pakize Nayır isimleri geçtiğinde de insanlar büyük bir coşku hissediyor ve bunu toplam bir şey olarak anlıyor.
Sonuçta, soğuk ve sevimsiz Ankara onlar için kendi evleri gibi olmuş. Kongre de delegelerin işi değil sadece. Bu anlamda aslında tribün ve salon – divan birbirinden ayrı olgular, statüler gibi durmuyor. Çok basit ve çok da mizahi bir kanıtı var bunun: Kongre salonunda delegeler ortada ve konuklarla halk tribünlerde olduğu halde bir önerge oylamaya sunulduğunda tuhaf bir şey oluyor, sadece delegeler değil, bütün salon el kaldırıyor! Yani tribündeki insanlar da, yaşlı anneler de kendilerini seyirci gibi görmüyor ve ‘korsan’ oy kullanıyor!
Belki de HDP’nin sırrı budur. Bu ve o beton altındaki irade…